Sanal . Ne kadar rahatsız edici, korkutucu bir sözcük! Günlük hayatımızda kullandığımız biçimiyle, "bana çok sanal geliyor” ya da “artık ilişkiler, dostluklar, her şey sanal” gibi. Yalan, yapmacık, uydurma, aldatma çağrıştırıyor.
Aslında, araştırınca sözlük anlamı: Gerçekte yeri olmayıp, zihinde tasarlanan. Kavramsal, farazi, tahmini. (TDK) .Yani sandığımız kadar da kötü değilmiş diyoruz öğrenince. Bu tanımlamayla o kadar da ürkütücü değil. Yine de uzak durmaya çalışıyoruz sanal ortamlardan. Çekiniyoruz nedense. Biraz medyanın muhtelif haber, kadın, ya da reality programlarının içeriğinde yer alan olayların sonucunda zihinlerimize kazınan bazı olumsuzlukların, biraz da yabancılığın, denememişliğin getirdiği, bir çekimserlik yerleşmiş üzerimize.
Tüm bu sebepler yüzünden uzun zaman, ben de uzaktan, kedi ciğere bakar gibi baktım hayatıma çok geç giren bu yabancı aleme.Eşin dostun ısrarları ve yeğenim Erdem’in de gayretlendirmeleri ve teknik yardımlarıyla bu alametin içinde buluverdikten sonra, kendimi, harikalar ülkesindeki Alice gibi hissettim. Daha az klişe, bana özel bir gözlemle, eski Yunan meydanlarındaki gibi adeta. Birisi, toplamış insanları başına, göz yaşları içinde şiir okuyor. Bir diğeri, kalabalıklara siyasi nutuklar atıyor heyecanla. Beriki, çocuklara ve çocuk ruhlu kişilere şaklabanlıklar yapıyor. Kahkahalarla güldürüyor onları. Kiminin davranışları ve sözleri cinsellik içeriyor, gençler gülüyor, yaşlılar uzaklaşıyor. Kimi de saldırgan, korku salan hikayeleriyle, merakla birlikte çekingenlik uyandırıyor izleyenlerinde. İnsan kime bakacağını, hangi gruba katılacağını bilemiyor. Bu heyecanla ve coşku ile ben de bir müddet bir oraya, bir buraya koşturup, her tarafı gözlemlemeğe çalıştım. Sonuçta bu alemle ilgili bende de bazı şeyler yavaş yavaş netliğe kavuşmaya başladı.
“Sanal” sözcüğünün, toplumsal ya da bilimsel tanımındaki ortak “gerçek olmamak hali” nin yukarıda canlandırmaya çalıştığım resimle, uzaktan yakından ilgisi yok. Bana göre bu meydanda insanlar kendi gerçeklerini, (duygular, düşünceler, izlenimler, yorumlar) kendi usullerince, kendi yetişme tarzları, ilgi alanları ve donanımlarının da yönlendirmesiyle, göz önüne seriyorlar. Doğal ve içlerinden geldiği gibi.
Bu doğallık ve içtenlik paydasında, bana göre (üslup açısından) katılımcılar, bazı farklılıklar gösteriyorlar. Kimileri, biraz özenli davranıp, otokontrol uyguluyor. Kelimelerini seçerek kullanmaya, okuyanı rahatsız etmemeye gayret gösteriyor. Belli bir yaşın üstündekilerinin tümüne yakını, genç yaştakilerden de bir kısım blog sahibi, bu özeni gösteriyor. Kendisini her yaştan insanın okuduğunu hiç unutmuyor. Bazıları da yüreğinden ve aklından geçeni, duraksamadan, böyle bir gereksinme duymadan, hiçbir kural tanımadan, olduğu gibi okurun önüne koyuyor. Böyle istiyor, bundan hoşlanıyor. Aynı şekilde, dilbilgisi kuralları, kimi için olmazsa olmaz, kimi için ise olursa olmaz :) İçeriğe gelince, herkesin ilgi alanı, zevki, beğenisi farklı. Tıpkı gerçekte içinde yaşadığımız hayatta olduğu gibi, bir senaryo, bir kurgu. Ya da oradaki kadar gerçek.(İfadedeki karışıklığın sebebi, bu konuda kafaların da hep karışık olmasından kaynaklanıyor.)
Yaşamda da öyle değil mi? Kimi insan konuşurken ses tonuyla, bakışıyla, jest ve mimikleriyle karşısındakini kırmamak adına özenli, dikkatli. Kimileri kaba, kırıcı, hoyrat özensiz. İşin acı yanı son zamanlarda, muhtelif yarışma programlarında, hatta politika arenasında, yeni adet olduğu üzere, kabalığın, hoyratlığın adı samimiyet, nezaketin, özenin, kendine çeki-düzen vermenin adı da iki yüzlülük. Ne yaman çelişki !...Size de öyle gelmiyor mu?
Sevgiyle kalın.