Gelişine muhabbet  

Posted by Asuman Yelen in ,


Futbolda bir tabir vardır. "Gelişine vurmak." Top yönünü almış giderken ayağına denk gelen futbolcu, tabii yön karşı takımın kalesi ise, ayağına gelmişken, biraz belki hız kazandırmak amacıyla vurur topa. Biraz tesadüfi, biraz olmasa da olur bir vuruştur sanki. Beklemeden, pozisyon almadan, öylesine.

Bazen insanın canı bunu yapmak istiyor. Gelişine yaşamak. Çıkışı belli, çizgisi belli, sonu belli bu yaşam sahasında gelişine başlamak güne, fazla düşünmeden, kasmadan, plan kurmadan devam etmek, küçük sürprizlere sevinmek, hoşlukları görüp tatsızlıkları yok saymak.

Amaçsız yürümek örneğin... Karşına çıkan ilk araca binmek yahut. Ayakların ya da tekerleklerin götürdüğü kadar gitmek...

Camın önüne oturup dışarıya bakmak. Biraz bulutlara, biraz ağaçlara, belki gelene geçene ilgisizce bakmak, dalıp gitmek, öyle ki, aniden haykıran bir kediyle yerinden sıçrayacak, gözünün önünden uçan bir kuşla irkilecek kadar uzaklaşmak bulunduğun yerden...

Sırt üstü kanepeye uzanıp muhasebe yapmadan, ruhsuz ve beyinsiz bir şekilde gözü kapalı yatmak... Kirpiklerden sızan ışıklarla sımsıkı kapalı gözlerin siyahında şekillenen yeşillerle sarılarla allarla morlarla eğlenmek. "Ama nasıl?..." " Şimdi bu da nerden çıktı?..." "Haydaa..." demeden. Öylesine uzanıp kalmak...

Arada sırada bünyeyi nadasa bırakmalı insan. Sıkılı yumrukları açmalı, dimdik durmaktan kasılan sırtı, çeneyi gevşetmeli, duyguları, düşünceleri, ilgileri, sevgileri, öfkeleri senelik izne yollamalı.

Düşününce, pek de fena bir şey değil sahanın bir kenarına çekilip kendini az gösterip topun ayağa gelmesini beklemek, sonra da gelişine vurmak. Varsın spiker "gelişine vurdu" derken sesinin volümü az olsun. Arasıra o vuruşu gole o sesi çığlığa çevirme olasılığı da yok değil hani.

Yaşam denen bu şikesi, şaibesi bol, köşebaşları bol haneli rakamlarla tutulmuş, hakemleri satılmış, üç beş kişinin sözünün kanun sayıldığı garip büyük ligde, sahaya çıkıp iyi niyetle kendini oradan oraya atmanın, düşüp dizini paralamanın, ne sana ne de senin gibilere faydası var. Suç işlemene, gece kızlarla çıkmana, yolsuzluk falan yapmana gerek yok. Bir sakatlık yeter. Bu gün omuzlar üzerinde, yarın yedek kulübesindesin. Öbür gün yoksun.

Çekilip kenara beklemeli. Top gelince vurmalı. Kendini çok gösterince ya tekme atarlar, ya da önünde kambura yatarlar.

İşin acı yanı, bunu en çok da senin takımındakiler yaparlar. Çaktırmadan...

This entry was posted on 9.08.2010 at Pazartesi, Ağustos 09, 2010 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

6 yorum

Ah ahh yaşadım ben bunu vakti evveli. Kahroldum yitip gittim. ama iyi oldu öğrendim birilerinin ne olduğunu...

10 Ağustos 2010 01:32

Cok ama cok dogru ve güzel bir yazi.
Tekrar tekrar okunasi bir yazi.

Yüregine saglik Asumanim.

10 Ağustos 2010 15:50

Bunu zaman zaman hep yaşıyoruz Şeniz' cim. Ben de zaten kendimle ilgili olarak yazmadım. Gündem, haberler, işittiklerim, sıcak da eklenince filozoflaşıyor insan ister istemez.

10 Ağustos 2010 16:24

Sünter' cim, çok teşekkür ederim. Senin de yüreğine sağlık canım.
Kaynayan İstanbul' dan sıcacık öpücükler...

10 Ağustos 2010 16:27

Çoook doğru şeylere değinmişsin. Bir süredir gelişine vuruyorum ben de. Böylesi daha keyifli. Kazık atanlar da heeeep kendi takımından oluyor malesef. Çekememezlik bence. Sevgiler...

10 Ağustos 2010 22:54

Sevgili Esin,
Benim yazım kişisel bir şey değildi kesinlikle. Sadece zaman zaman çok hırslanıp zaman zaman da fazlaca rehavete kapılıyoruz.
Her şeyi oluruna bırakmak en iyisi galiba...
Sevgiler...

10 Ağustos 2010 23:18

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin