1944 den 2o10 kadınlarına  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Son Söz


Kadın, senin için değil midir medarı iftihar,


Bütün müzik, bütün şiir, bütün hayat, bütün bahar?


Ve sen değil misin fakat bir anne her güzelliğe,

Senin değil midir sihir, senin değil mi iktidar?


Değil misin güzelliğin sonsuz feyizli kaynağı,


Senin değil mi sevgiler, senin değil mi itibar?

Ve sen değil misin ömür denen yolun çiçekleri,

Senin değil mi neş' eler; senin değil midir vakar?

Senin değil mi bülbülün gönlünde çırpınan sesi

Senin değil mi mahitap, senin değil mi ruzigâr?

ve sen tabiatın küçük bir örneği değil misin?

Senin değil midir mezar, senin değil mi yavrular?


Unuttun, anladım evet sen kendi kadrükıymetin,


Senin değil midir ümit senin değil mi arzular?


Her zulme rıza gösteren kadın nedir bu hal?


Hatırla kendi kendini, hayata dön, hayatı sar!




Şefik YELEN-1944
Bugün Aşk Dedikleri
Karikatür babama aittir

Daha önce bahsettiğim gibi, o dönem kadın- erkek ilişkilerindeki yozluğu, hikâyeler, şiirler, makalelerle ve mizahi bir üslupla ele alan babam, her iki cinsi de eşit miktarda bombardımana tutmuş, karikatürize etmiş, ama bitirirken, erkekleri es geçip kadınların alınabileceğini düşünerek son sözü onlara ithaf ederek bağlamış.

Kitabın diğer bölümlerini, sosyal, kültürel açıdan, aradaki büyük zaman nedeniyle, anlaşılırlığını yitirmiş olabilir düşüncesiyle burada yayınlamaktan vazgeçtim.


Ancak korkarım, bu dizeler, bu ülkede daha bir altmış yıl geçerliliğini koruyacak gibi görünüyor.

İnsafın bittiği yer  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Anneler babalar ne civanlar yetiştiriyor.

Gencin yüzündeki tatmin dolu gülümseme kanınızı dondurmuyor mu.

Her gün bu dünyaya tahammül etmek biraz daha zorlaşıyor.

Rengarenk  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Kendi halinde bir kadındı. İstanbulun bir semtinde üç çocuğuyla sıradan, sakin bir yaşam sürüyordu. Üniversite mezunu, iyi bir işte çalışan güzel yüzlü bir kızı, ince yapılı, yakışıklı düzgün konuşan nazik, saygılı, iki üniversite mezunu büyük oğlu ve ilkokul öğrencisi küçük oğluyla mutlu mesut yaşayıp gidiyorlardı. Komşuları ile güzel ilişkiler içindeydi. Tatlı sohbeti, her konuda söylenecek sözü vardı. Bütün mahallelinin sevdiği biriydi.

Birileri akıllarını mı çeldi, para mı cazip göründü, çok da önemli değil. Uğursuz bir eve girdiler, yitip gittiler. Delikanlı mezara, diğerleri karanlığa, meçhule.

Çok yakışıklı bir delikanlıydı. Yaşadığı Almanya' da kızlar ona deli oluyordu. Zaman zaman geldiği Türkiye' de de . Bir sirk hayvanı gibi kapatıldığı camlı evde de her yaştan yığınla kadın ağızları sulanarak onu izlediler. Adı dillere pelesenk oldu. O ağladı, kadınlar ağladı. O güldü kadınlar sevindi. O dansetti tüm Türkiye coştu. İnsanlığın kendisine kucak açtığından emin, başı göklerde, keyiften sarhoş bir şekilde atladı dış dünyaya. Öğrendiği, onun kaç bucak olduğuydu.

Fena halde maddi ve manevi hırpalandıktan sonra o da yok olup gitti.

Onlarca, hatta yüzlercesi geçti bu evlerden. Umutlarla girdiler, gözyaşları ile ayrıldılar.

Dün akşam gözlerime inanamadım. Yaşlı başlı kadınlar, delikanlılar, genç kızlar, güle oynaya gelmişler aynı evin kapısına, bile bile olacakları.

Hadi onların hepsi cahil diyelim. Ekranı bip bip lerle, mozaiklerle çekilmez hale getiren RTÜK bu toplumsal faciaya hala nasıl göz yumuyor anlamış değilim.


Gece, müzik programlarından birinde kısık sesli bir delikanlı garip, hiç estetik olmayan bir biçimde sallanarak son zamanlarda her yerde kulağıma çalınan bir şarkıyı söylüyor ve hep aynı
yerde zaten kısık ve detone olan sesi iyice yokolduğu için de "hani eller, elleri göriym" diyor.

Sunucu bir sürü şarkının sözlerinin yazarının, mükemmel de bir sesi olduğunu söylüyor ve onu şöyle tanımlıyor. "Müzik dünyasının yükselen değeri. Son on yılda kendisinden en çok bahsedilecek olan kişi. Bütün sanatçılar onun sözlerinin peşinde" Merak edip sözlere bakıyorum. Güzel bir tekerleme kitabı için ideal.

Listelerde de bir numara imiş zaten.

Buna hiç şaşırmadım dersem yalan olmaz.

Bu satırları yazarken geride, televizyonda Türkiyenin gelmiş geçmiş en güzel vokallerinden biri, "lal", " incelikler yüzünden" ve daha bir çok şarkısını içim ürpererek dinlediğim şarkıcı, bir boya reklamı içinden, bir ergen edasıyla "rr" leri yuvarlayarak tekrarlıyor, her 5 dakikada bir yaptığı gibi.

"Gözzüm karra, Kalmadı yara
Oldum renga renga renk"

İşte bu hiç olmadı diyorum içimden.

Daha da fazla bir şey söylemek istemiyorum.


İyi pazarlar herkese...

13 yıl olmuş  

Posted by Asuman Yelen in ,


Hüsranla gönül hep inler
Gece gündüz ah eder

Bir serab oldu şimdi hayalin
Canım sen, neşem sen, bir lahza görsem.

Neden solar çiçekler, onlar da hasret mi çeker
Bilinmez ne söyler, sevdiğini mi özler, gözler

Bir serab oldu şimdi hayalin
Canım sen, neşem sen, bir lahza görsem.


Kız kardeşimle kahvemizi içip laflarken, Zeki müren' in o ağırbaşlı, sakin, duygulu edasıyla odayı sarıveren sıcacık sesi kelimelerimizi adeta dudaklarımızda dondurdu. Neveserin çok sevdiğimiz bu şarkısını uzun zamandır ondan duymamıştık, o yüzden mi, yoksa o güzel sese kayıtsız kalamadığımızdan mı, sözü sohbeti bırakıp dinledik, eşlik ettik, sonra sunucudan (TRT Müzik) öğrendik ki tam 13 yıl geçmiş, sanatın o talihsiz gününün üzerinden.

Hiç unutmuyorum. O ağırbaşlı haliyle, bilge tavrıyla güzel Türkçesiyle sohbetini tamamlayıp ödülünü aldıktan sonra, aniden, sessizce, şikayetsizce bir çınar gibi devrilip gidişinin hikayesini.

Türkiye' ye gelmiş geçmiş en güzel ses, Türk Sanat Müziğinin en usta sanatçısı, o tertemiz Türkçesiyle, makamları bozmadan, usulüyle adabıyla, hakkını ve duygusunu vererek şarkı söyleyebilen yeri asla doldurulamayacak sanatçı. En önemlisi de benim güzel çocukluğumun, en güzel yıllarımın, en mutlu anılarımın fon müziklerinin en kadife sesli, baş kahramanı.

Tüm giden sevdiklerimizle birlikte nurlar içinde yat. Mekanın Cennet olsun.


Aşk 1944  

Posted by Asuman Yelen in , , ,



Genç bopstil, fötr şapkasını ensesine yıkmış, koltuğunda iki haftadan beri taşıdığı ve henüz

kesmeğe vakit bulamadığı bir kitap, sağına soluna bakmadan yürüyor. Allah esirgesin, işiniz

düşüp de kendisine bir şey sormanız icabetse, cevap vereceği şüpheli. Hatta içinizden şöyle

söylenirsiniz. : " Acaba türkçe bilir mi?"

Boynunda çıbanı olmadığı halde donmuş gibi yürüyen delikanlıyı yer yüzünde hiç bir şey

meşgul
edemez kanaati hasıl olur insanda. Fakat işte, nihayet, kalabalığı yararak sökün etti,

geliyor. Ah
amur!

- Bonjur Şeri!

- Oooo... Bonjur!

-Ne iyi oldu buluştuğumuz. Fakat gözleriniz? Ağlamışsınız.

-Hayır, hayır uykusuzluktan. Akşam çok dansetmişim.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Delikanlı, avurdunu pastanın yarısıyla doldurduktan sonra cesaret buldu:

-Bugün size hislerimi söylememe müsaade edeceksiniz değil mi? Jövüzem dötu monkör.

-Ah ne iyi, ne iyi! Fransızca da biliyorsunuz. Bana da öğretseniz.

-İleride, avek plezir!

-Doğru mu söylüyorsunuz?

-Oooo, Parol döner!

-Kuzum evvela şu döner kelimesinden başlayalım. Türkçeye benziyor.

-Döner, söz demektir. Tesadüfe bakın, en çok dönen şey de odur.

-Bence öyle değil. Verilen söz tutulmalıdır. Peki, mesela "Ben sizi seviyorum" nasıl söylenir?

Delikanlının gözleri, berbat bir zeka kıvılcımı ile parladı:

-Siz bana onun türkçesini öğretir misiniz?

-Eeeeeh! Sanki bilmiyorsunuz! Sevmek demek, daima beraber gezmek, sevgili ile birlikte

gününü hoş geçirmek. Haydi şimdi sizde sıra!...

-Jö, ben. Mektepten hatırınızda kalmadı mı ? Jö, tua, ila...

-Sahi öyle bir şeyler vardı.

-Jö, ben, vu, seviyorum, zem sizi...

İlk ders bu tertip devam ederken yiyebildikleri kadar pasta yediler, çıktılar. Cadde üzerinde

delikanlı, Tino Rossi' yi taklit etmeğe çabalayarak şarkı söylemeğe başladı:

Leflör palissö löfö saten,

Lombrozo glissö dan löjarden

Lorlojo tissö...

Oraya kadar mı biliyordu, yoksa kızın esnediğini mi gördü, kim bilir.

- Biraz akordeon çalarım; güzel step yaparım; şiir yazarım...

-A, sahi mi? Şiire bayılırım.

-Fakat edebiyat tarihlerinde geçen ve bugün meşhur olan şairlerin yolunda değil, başka bir

çığırda. Onlar, herkesin bilip duyacağı şeyleri temcit pilavı gibi önümüze sürer dururlar. Beni

ve
arkadaşlarımı bu devir anlayamaz. Bu daima böyle olmuştur. Biz de Bethofenlerin

Şekspirlerin
akibetine uğradık. Mesela size bir parçamı okuyayım:


Gözlerinin üstünde vardı kaşları

Birgün gözleri çıktı.

Kaşlarına gözlük taktı

Çekilin körler!

Çekilin körler, sürmeli geliyor!


- O kadar mı?

- Evet bu beş satırcıkta gizlenmiş olan ruhu bu asır görmez. Onu görebilene ben dahi derim.

- Evet, hakikaten hoş bir şey.. İnsanın gözleri önünde canlı tablolar meydana geliyor dinlerken.

Delikanlı alınmış kaşlarını kaldırdı ve ancak parmaklarının ucu görünen ellerini sarkık

ceplerine
indirerek gözlerini mahmurlaştırdı:

- Amur! Nasıldı Türkçesi şey. Aşk yani! İşte o yazdırır.

- Demek ilham aldığınız bir kaynak var?

- Evet, menekşe kadife gözlerinin lacivert bakışları.

Delikanlı aynasına bakarak kravatının minicik düğümünü tutup boynunu sağ ileriden ve sol

ileriden yukarıya uzattı
.

Kısacık etekli ve türül türül boyalı sevgili:

- Şairler dedi, genç kızların kalbine giden yolları kolay bulurlar.

-Fakat sizi cidden seviyorum... Jövüzem boku!.

- Jövüzemini anlamadım ama...

- Lamur filyal, Lamur maternel, ojurdüi ilfe botan...

- Ah ben de böyle konuşabilsem!

- Çok yakında şeri. Dökel kulör e lakre, lakre e blanş. Yani, dünyayı öğrenmek istersen Fransızca öğren!.

- Çok doğru. Bizim mecmualar sanki Holivutta olanı biteni harfi harfine yazıyorlar mı? Avrupa salonlarındaki kibar hayatı acaba, sadece bildiğimiz gibi mi?

- Evet şeri, muhakkak ki bambaşkadır. Sizinle nerede buluşabileceğiz şeri?

- Bize gelirseniz!

- Anneniz?

- Sizi çok iyi karşılar!

- Ablanız?

- O da taylorile beraber yukarıki odada olur ekseriya.

- Nişan oldu mu?

- Olacak ama daha öbürünü savamadı. Taylör, şimdiye kadarkilerin içinde en yapışkan çıktı.

Pazara beklerim.

- Oruvar şeri teşekkür ederim

- Oruvar!.,






Not: Elimizdekini onlarca taşınma, telaş, koşuşturma arasında kaybettiğimiz, babamın 1944 yılında yazdığı bu öykü kitabını bulup bana yollayan kuzenim Hikmet Ağabeyime bu güzel jesti için sonsuz teşekkürler.


(Karikatürler de babama aittir. Öykünün tek bir kelimesi tek bir noktalama işaratini değiştirmemeye özen gösterdim.)

Sevgiyle kalın.....

Bir lisan bir insan  

Posted by Asuman Yelen in , , ,


Plop plop plop...

Öğrendiğim ilk İngilizce kelimeler...

"A princess of Egypt" "Bir Mısır Prensesi" isimli bir öykünün ilk üç satırı. Bir kurbağanın suda çıkardığı sesler.

Bir rastlantı eseri evimize girmiş, İngilizceden Türkçeye, öğretmek üzere hazırlanmış bir öykü kitabından bahsetmek istiyorum. Fono yayınlarından çıkarılmış. Altmışlı yılların başıydı. İlkokul dördüncü sınıfa gidiyordum. Adıyaman' daydık.

O yıllarda biz çocuklar çok fazla okurduk. Kitaplar, dergiler elden ele dolaşırdı. Bahçe duvarlarına oturur okurduk. Pikniklerde ağaç altlarında, damlarda her boş vaktimizde okurduk. Sanırım birisi bu kitabı vermiş, bir daha da peşine düşmemişti.

Kitap gözümün önünde. Sol taraftaki sayfada öykünün İngilizcesi, karşıda da Türkçe, kurallı çevirisi. O üç kelime beni sol tarafa çekti. Aslında Türkçe çevirisi de aynı şekilde başlıyordu ama bilmem neden, (biraz genlerle alakalı, biraz mazoşist bir eğilim belki) ben bir sözlük edindim ve kelime kelime çevirerek, gözüm kayarsa diye de Türkçe sayfanın üzerini bir kağıtla kapayarak o kitabın öykülerini okumaya başladım.

Böylece ilk öğrendiğim kelimeler Mısır, prens, prenses, kurbağa, kral, kraliçe, aşık olmak, öpmek, sevmek, kızmak, sofra, yemek, saray uşak vs. uzayıp gidiyordu, silinmemek üzere hafızama yerleşmeye başladı. Öpücükle prens olan kurbağanın meşhur hikayesiydi.

Her kelimeye bakıp bir cümleyi çeviriyor, karşı sayfayla kontrol ediyordum. Öyle çok zevk alıyordum ki. Zaman hep aynıydı. Masal zamanı. Karmaşık değildi yani. Farkında olmadan bir şeyler oturuyordu.

Evde her kafadan bir ses çıktı. Ağabeyim ve arkadaşları alay ettiler. Gramer bilmeden olmaz diyordu herkes. Babam da önce tereddüt etti. Ama öyle aslanlar gibi savunuyordum ki yaptığımı.
Gramer ( her ne ise) bana gerekli değildi. Ben okuduğumu anlıyordum. Bunun ne zararı olabilirdi.

Okuduğumuz hiç bir şeyi elimizden almayan babam, onu da almadı. O yaz tatilini en az yüz kelimeyle kapattım.

Ortaokulda önceleri süper, sonraları vasat, en sonraları berbat bir öğrenci olan ben, karnemde tüm derslerimin zayıf olduğu lise iki ikinci dönem (lise ikiyi iki sene okudum) ve lise sonda bile İngilizcem beşin altına düşmedi. Bitirme sınavında beni çok seven Meral hocam, başıma bir iş gelmesin diye (boşvermişliğimin farkındaydı o dönem) "Yesterday' ı (Beatles) söyletip göndermişti.






Bu lisanı sevmemde bir ikinci yaz tatili kitabının da katkısı büyüktü. Babamın, radyo BBC yayınları ile eşgüdümlü olarak okuyup İngilizce öğrendiği çok eski bir kitap. Essential English.

Bu, çeşitli ülkelerden İngiltere' deki bir yaz okuluna lisan öğrenmek üzere giden 6 gencin okuldaki gündelik yaşamını anlatan bir ders kitabıydı. Jan, Lucille, Olaf, Pedro, Frieda ve Hob adındaki gençlerin tanışmalarını, kaynaşmalarını anlatan, ilerleyen zamanda ailelerini, özel sorunlarını ve duygularını da kapsayan konularıyla, testler ve sınavlar, bolca da resimlerle dolu
parlak sarı sayfalı çok hoş bir kitaptı. ( Sonra ikincisini de buldum)

1955 basımlı bu kitap da, babamın ölümünden birkaç sene sonra elime geçti. Her tarafı onun zarif italik yazısıyla kurşun kalemle hafifçe yazdığı notlarla doluydu. Önce öylesine bir göz atarken, sıradan gündelik diyaloglar arasında Hob dikkatimi çekti. Çok matrak bir tipti. Açılan her konuda anlatılacak komik bir hikayesi vardı. Birkaç örnek.

Konu sinema: Babası Hob' u ilk defa sinemaya götürmüştür. Film bittikten sonra babası döner ve sorar. "Nasıl, sinemayı beğendin mi?" Cevap. "Film güzeldi ama yerim çok rahatsızdı. "
Baba bakar ve "oğlum, koltuğunu indirmeyi unutmuşsun" der.

Konu dans: Hob' dan iki anı. İki tane çok bozulduğu olayı anlatır. İlki: Kızın biri ona "lütfen benimle dans eder misiniz" der ve o, buna çok kızar. Arkadaşları şaşırıp bunda kızılacak ne olduğunu sorarlar. Cevap: "O sırada biz pistin ortasında dans ediyorduk."

İkincisi: Pistte dans ederlerken Hob partnerine sorar. "Hiç benim kadar kötü dans eden birine rastlamış mıydınız?" Bekler, cevap gelmeyince duymadığını zannedip yineler. Bekler hala ses çıkmayınca üsteler. "Niçin cevap vermiyorsunuz?" Kız asık suratla cevap verir. " Düşünüyorum. Hatırlarsam söyliycem."

Gıdıkla da güleyim tarzı şeyler de olsa, Hob' un bu " do yo know the story of the man..." diye başlayan komik hikayeleri sanırım önce merakla çevirip sonra esprisine güldüğüm için o iki cilt kitabı bana zevkle okutturdu. Hele Gatenby' ın soğuk Mr. and Mrs. Brown' ından sonra ...

Yaşamıma rastlantıyla zıplayan bir kurbağacık ve tozlu raflardan fırlayan komik bir genç, şirin şirin kanıma girdiler ve beni iki insan yaptılar.

Bu insanlardan ikincisi hâlâ sıra konuşmaya gelince dili lal kesilse de...


Huzurlu ve keyifli günlere...

Yüz yıllık yalnızlık  

Posted by Asuman Yelen in , ,

Can YELEN, Ağustos 2010 Olympos-Antalya



Güzelim benim.


Yol yorgunum.


Hayat yorgunum.


Satırlarca, sayfalarca yazsam, bana hissettirdiklerini kabil değil anlatamam.


O kadar önemli, o kadar anlamlısın ki benim için...


Bakma sen çoluk çocuğun alaylarına, küçük tekmelerine.


Onların gözünde sadece hareket eden tuhaf bir top olabilirsin.


Okulda seni


Sürünerek yaşayan,


Yaşarken de evini sırtında taşıyan bir hayvan olarak tanımlayıp geçerler.


Ben de o kadar öğrenmiştim seni.


Tozlu Anadolu sokaklarında kim bilir kaç kez bakmış da görmeden geçmiştim dostlarının

yanından, kanıksayarak.



Neşeli, bol renkli, bol gençli bir grup tatil fotoğrafının arasında çekiverdin beni kendine.


Niçin takılıp kaldım bilmiyorum.


Niçin her bakışımda gözlerim doluyor, hadi itiraf edeyim


eni konu ağlıyorum, anlamış değilim.

Bir ekran boyu büyütüp inceledim.


Kalın kabuğunla, yıpranmışlığınla, yaşamışlığınla....


Bol çizgili, sarkık yüzünle...


Muzip bakışların, alaylı tebessümünle...


O sakin, görmüş-geçirmiş, bilge halinle


Öyle tanıdık, öyle güzeldin ki...


Öyle tanıdık, öyle güzelsin ki...

Şeker Bayramı 2010  

Posted by Asuman Yelen in




Tüm dostlara, şekerli, lokumlu, bademli,

kahveleri köpüklü, çayları demli,

çocukları coşkulu, büyükleri huzurlu

sağlıklı, keyifli, sohbetli, muhabbetli

bayram tadında bir bayram diliyorum.




Sevgilerimle...



Ve Eylül  

Posted by Asuman Yelen in ,

Bana müjdeler olsun...

Mevsimim geldi. Capcanlı renkleriyle, tatlı tatlı ürperten esintileriyle, kuruyan doğaya ilaç gibi yetişen yağmurlarıyla, ardından gelen ve bir çoğumuza derin bir oohhh dedirten toprak kokusuyla, anılarıyla, duygularıyla, tüm zenginliğiyle Sonbahar geldi.

Algılarımın açıldığı, sevinçlerimin hüzünlerimin yoğunlaştığı, bana adeta varlığımı, farkındalığımı farkettiren, beni dışarı çeken, uzun uzun yürüme isteği uyandıran ya da koltuğumu camın önüne çektiren, oradan baktığım her şeyi görmemi, gördüğümü anlamlandırmayı sağlayan mevsim.

Yağmur...

Acı veya tatlı, fırtınalı ya da dingin yaşayıp geçtiğim, yaşamakta olduğum ve muhtemelen yaşayacağım bir sürü şeyin adeta altını çizerek büyüsüyle onu unutulmaz kılan, kılacak olan görgü tanığım, eşlikçim, şaheserim, dostum...

Ve dostlarım...

Yazın her biri bir yana dağılan eski ve yeni tüm dostların birlenme vakti Sonbahar. Telefonlar açılacak, günler tesbit edilecek, ajandalar dolmaya başlayacak. Sağlıklarda bir terslik olmazsa (inşallah olmaz) farklı zamanların farklı dostlarıyla farklı tarihlerde buluşulacak. Farklı muhabbetler açılacak. Tabii ortak konular da olacak. Bir kere herkes bir diğerine yazın yaradığını, gittikçe gençleştiğini mutlaka söyleyip aynısını ondan bekleyecek. Bu kesin. Ülke gündemi, ağrılar, sızılar, unutkanlıklar ve başka bir sürü şey de konuşulacak. Rejimlere dikkat edilerek yenilip içilecek. Tekrar görüşmek üzere vedalaşılıp herkes evine dönecek. Haziran' a kadar böyle sürüp gidecek.

Bu Sonbahar da eminim HER ŞEY çok güzel olacak...

Tüm mevsimleri sağlık, huzur, sevgi ve mutlulukla yaşamamızı diliyorum.

Sevgiyle kalın...

Blog Widget by LinkWithin