Bu Hafta  

Posted by Asuman Yelen in , ,


"Hadii hadii toparlayın ortalığı, çekin dağılmış sararmışları, yeni brokolileri devreye sokun hadii..."

Pazarcının el çırparak gür sesiyle verdiği komuta gülmekten kendimi alamadım. Göğüs- göğüse bir muharebede çarpışan taraflardan birinin komutanı gibiydi adeta. "Yaralıları çekin, yeni birlikler öne sürülsün.." der gibiydi. Sonra , yavaş adımlarla yağmur inmeden bir de Paçozu çıkarmak üzere eve doğru yürüdüm.

Sabah çok güzel, güneşli bir güne uyandık. Önce Paçozla uzun uzun dolaştık. Rayuşla kahvemizi içtikten sonra balkondaki, uzun süre kar altında kalıp telef olan bir kısım çiçeğin yerine yenilerini almak üzere yakınlarımızdaki alış-veriş merkezine gittim. Çıktığımda hava hem serinlemiş hem de kapamıştı. Eve girmeden bir de çiriş bulurum umuduyla pazara uğradım. (Doğu Anadolu' da yetişen, kendine özgü tadı, kokusu olan aynı zamanda çok faydalı olduğu söylenen bir bitki.)

Bu haftam da tıpkı bu günün havası gibiydi. Keyifli başladı, sıkıntılı bitti.

Önce, beni çok mutlu eden bir olayın evvela müjdesi, sonra kendisi geldi.

On beş gün kadar önce, bir gün, Rayuş' a kahvede yalnızlıktan şikayet etmiş, içimden hiç bir şey yapmak gelmediğinden yakınmış, son zamanlarda sık sık sorduğum soruyu bir kez daha tekrarlamış "kim için, ne için" diyerek, onun ısrarla söylediği "kendin için" i duymazdan gelerek söylenip durmuştum. "Eskiden sık sık çocuklar gelir bende kalırdı. Şimdi her biri bir yana dağıldı. Artık onlardan da umudum kalmadı."

Eve çıktığımda telefonum çalıyordu. Açtım Koray' dı. (Büyük yeğen.) "Teyze, galiba düğüne kadar sende kalacağım" diyordu. Şaşkınlıktan ve sevinçten nasıl bir çığlık atmışsam fısıltıyla "yavaş teyze, iş yerindeyim" şeklinde uyardı. İkitelli' deki fabrika Gebze' ye taşınıyormuş. Babaannesinin evinden gidemiyecekmiş.

Pazartesi günü akşam üzeri birlikte gezinirken Paçoz birden garip sesler çıkararak beni hızla caddeye doğru çekiştirmeye başladı. Ne oluyoruz demeye kalmadan bir de baktım Can. (Ortanca yeğen. İzin almış erken çıkmış.) Bir sürpriz daha...Çok keyifli bir akşam geçirdik.Her ikisini de çok özlemiştim.

Salı temizlik günümdü. Çocuklar erkenden gitti. Ben Paçoz' u çıkarıp döndüm. Kahvaltıyı hazırladım. Sonra Türkân geldi. Her on beş günde bir olduğu gibi bol sohbetli bir kahvaltı yaptık. Ardarda keyif çayları içtik. Tabii ben 3-4 tane sigara içtim bu sırada. Sonra o salona geçti ben de masayı topladım. Bulaşıkları makineye yerleştirdim. Akşam bıraktığım düdüklü ile bir-kaç teflon tavayı elimde yıkadım. Son yemek hazırlıklarını yaptım. Her seferinde olduğu gibi kahvelerimizi pişirdim.Tepsiye koydum. Salona geçtim. Tepsiyi sehpaya koymak üzere eğildim. Sonrasında olanlar kâbus gibiydi. Şiddetli bir baş dönmesi hissettim tepsiyi bırakıp doğrulduğumda etrafımı göremediğimi farkettim. Her şey gri, yoğun bir dumanın arkasında gibiydi. Sonra ensemde bir ağrı. Çaktırmadan kahvemi içeyim sonra gidip biraz uzanayım diye düşündüm. Ama ne konuşulanı anlıyorum, ne de etrafı net bir biçimde görebiliyorum. Rayuş koro çalışmasında. Can dostum tuhaflığı farketti. Hemen hastaneye gidelim dediyse de ben direttim uzanırsam geçer diye. Hemen eşine telefon açtı. Tansiyon aleti getirildi. Tansiyonum 14 -9 olmuş. Bana 12 bile fazla. Normalim 9-6. Bir saat kadar uyudum, tekrar ölçtük 15-10 olmuş. Moralim fena halde bozuldu. O geceyi çok kötü geçirdim. Pazar gecesi gördüğüm rüyanın son sahnesi gözümün önüne geldi. Ağabeyim göz kırparak, muzip bir ifadeyle kolunu uzatmış ben de koluna girip, birlikte kapıdan ışıklı bir yola çıkmıştık. Rayuş' u düşündüm, çocukları düşündüm...

Hafta boyu hemen edindiğim tansiyon aletiyle sık sık tansiyonumu ölçtüm. Bir 13 ardından 9 sonra 12 . Bu gün ilk defa karamsar ruh halimden sıyrılıp çıktım. Dikkatle takip edeceğim. Gerekirse tabii doktora da gideceğim. Bu arada biraz endişeden biraz da can havliyle bir haftada tam 5 kilo verdim. Bu da daha rahat yürümemi sağladı. Artık uzun uzun yürüyüş yapıyorum. Sigarayı ve çayı daha dikkatli içiyorum.Bir kaç gün kahve dahil hiçbirini elime bile almadım. Şimdi normale döndüm. Dönünce de ilk işim masamın başına geçmek oldu.

Velhasıl değişik bir haftaydı...

Mutlu Bir Pazar' dan...  

Posted by Asuman Yelen in



İLK BAHAR ŞİİRİ

Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini

Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi

Şöyle yanı başıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyleyelim bir ağızdan

ATAOL BEHRAMOĞLU

Karmakarışık  

Posted by Asuman Yelen in



22.032012 Cep foto
Buralarda ilk açan bahar dalı




"Özgürlük, her sabah uyandığında istediğin aynı şeyleri yapabilmektir."

(Buket Uzuner, Kumral Ada Mavi Tuna)

Bu cümle takıldı aklıma, kahvaltı tabağımı hazırlar ve bir yandan da demini almış

çayımın kokusunu keyifle içime çekerken.

Evet, her sabah aynı saatte aynı seslere uyanmak, aynı ağrılarla yataktan kalkmak

zorlukla üzerime bir şeyler geçirip, ıkına sıkına Paçoz' u da hazırlayıp (uzun uzun eğilmeyi

gerektiriyor) kapıdan çıkmak, aynı asansöre binmek, aynı yerlerde yürüyüp, aynı ağaçların

altında Paçozun koklaması için duraklamak, evin etrafında da bir tur attıktan sonra

dönüp hemmen çayın altını yakmak...

Monotonluk gibi görünüyor değil mi. Gibi görünmüyor. Öyle.

Ama bu monotonluk benim kendi özgürlüğüm bir yandan da.

Bu bir çoğumuz için geçerli. Kimse bizi zorlamıyorsa bir şeyleri yapmaya ya da

yapmak istediklerimizi kısıtlamaya çalışmıyorsa, bu monotonluk keyifli hale geliyor.

Buket Uzuner, böyle bir cümleyle başladıysa romanına, ve bu roman (ve tabii yazarı)

okur dünyasının "en sevilen ilk üç" üne sağlam demir attıysa, böyle sarmalayıverdiği

içindir okuyanını.


Tekrar günlük yaşama dönecek olursak, evet seviyorum sabahları hep bu sırayla

aynı şeyleri tekrarlamayı.

Evden yorgun ve ağrılı çıkıp her zamanki gibi ağrılar azalmış keyif artmış bir şekilde

dönmeyi. Paçoza kekikli tostunu yedirirken bir yandan da kendi bir dilim çavdar ekmeği,

yanında yağsız peynir, domates, tatlı ince biberlerimi sindire sindire yemeyi.

Sonrasında ağırdan alarak mutfağa gidip kapısının önünde sabırsızlıkla bekleyen

Paçoza yeşil torbasından sabah kemiğini vermeyi, o kapıp salona kendi özgürlüğü

içinde kemirmek üzere koşarken, mis gibi demli bir çayla masamın başına dönüp

ilk cigaramdan bi fırt çekmeyi.

Tüm bunları her sabah yapmayı seviyorum...


Yaz aylarında, haftalık gittiğim eğlenceli, bol güneşli, bol gezmeli tatil beldelerinin

ya da İstanbul' da zaman zaman gidip kaldığım dost evlerinin güzel tatlı sohbetlerini

geride bırakıp döndüğümde tüm bu monotonluğa kaldığım yerden devam etmeyi

seviyorum.


Belki de yaşlanmanın bir tezahürüdür bu diye düşünmeden edemiyor insan.

Altında, tüm bunları gün gelip de yaşayamayacak olmanın endişesi yatıyor

bu rutinin her parçasına dört elle sarılmanın altında, bir ihtimal, diyorum, diyorum

ama bir yandan da bu endişelerin, korkuların de yaşamımdan sessizce çekilip, yerini

dingin bir kabullenişe bıraktığını görüyor, bunu olgunlukla kabul ediyor, bu olgunluğu

başarı sayıyorum.


Ve yine bir yazıya keyifle başlayıp hüzünle bitirdiğimi görüp, konuşma dilimdeki

kafa karışıklığının ısrarla yazılarımı da etkilemesinden endişe duymakla birlikte,

şaşkınlıkla, bundan da tuhaf bir zevk aldığımı hissediyorum.


Tagore' un dizelerinin sonunda vurguladığı "her şeyi kaybetmiş olmanın umutsuz zaferi"

bu olsa gerek...






22.o3 2012 17.00 Cep foto


bir küçük çocuk çekti

Bir ilave daha: Şimdi geldik dışardan. Resimleri ekledim. Televizyonu açtım ve öğrendim ki

yaşlılar haftasını idrak ediyormuşuz. Bu nasıl bir tesadüftür böyle...

Güneşli bir Mart Pazar' ından...  

Posted by Asuman Yelen in





Sabah kahvelerimizi yudumlarken, kardeşlerin en dikkatlisi ve endişelisi beni keskin

kartal bakışlarıyla uzun uzun süzdükten sonra "keyfin yerine gelmiş neyse " dedi ve

başını fincanına eğdi. "Keyfim niçin kaçmış olsun ki? " "Akşam bloguna baktım.

Hüzünlü Tagore' lardan birini gördüm yine." Şaşkın şaşkın, "ne alaka, her zamanki

Tagore. Yani parçayı yazan o hüzünlü kişi... Ben sadece sevdim ve bloguma yazdım.

O kadar." Kardeşlerin en şirini ters çevirdiği fincanı ve tabağını baş parmağı ve orta

parmağı arasında sımsıkı tutup çevirdi. "Tamam canım, tıtizlenecek bir şey yok.

Yanılmışım." Tatlı tatlı gülümsedi.


Cuma günü dizinden ameliyat olan bir arkadaşını ziyarete gittiği için görüşmemiştik.

Öncesinde de kızlar, konser, toplantı, keyfim son derece yerindeydi. Yazıyı görünce

hüznü bana maletmiş...



Akşam sondan geriye blogumdaki yazılara şöyle bir göz gezdirdim....


Hüzünlü bir Tagore...


Huzurlu bir konser paylaşımı.


Çocuksu bir keyifle geçen bir haftalık pijama partisinin çocuksu ve keyifli cümlelerle

bir ilkokul kompozisyonu kıvamında kısaca anlatımı. "Arkadaşlarım bendeydi çok

mutlu günler geçirdik, köpeğim de çok mutluydu..."


( Mutluluk insanı sadeleştiriyor:)))


Öncesi, bir küçük hayal kırıklığının yüreğime dokunduğu yerde, tıpkı küçük bir

çakıl taşının suya düştüğü anda oluşturduğu dalgalar gibi artan kelebek etkisini

anlatmaya çalıştığım sitem dolu bir yazı.

Bir önceki ise kendimle gırgır geçen mizahi üsluplu bir paylaşım.



Tuhaf bir sıralama... Depresif bir dönem ürünleri gibiydiler ilk bakışta.


Biraz canım sıkıldı. Yaşlandıkça dengeler giderek bozuluyor anlaşılan diye içimden

geçirdim. Biraz otokontrole ihtiyacım vardı. Yoksa yardım mı almalıydım. Belki de

iş işten geçmişti. Omuzlarımdan vücuduma bir ürperti yayıldı...


Bu duygular içindeyken arkadaşım Nural aradı. Yazımı okumuş. Resimlerini görüp

şaşırmış. O da çok memnun kalmıştı bu haftadan, eski günleri bunca yıl sonra yeniden

yaşamaktan. Bir saate yakın konuştuk. Bol bol güldük.


Mutfağı toparladıktan sonra yine oturdum pc.min başına. Yeni yazılara baktım.

Sevgili Melange' ın " uzun, ince patikasında " yürürken sıcacık gözyaşları döktüm.

Sonra Esmir' in kara treninde buldum kendimi. Babamın dizinde uyudum, annemin

poğaçasını yedim. Haydarpaşa' sız başlangıçları düşündüm. İçim sızladı....



Neden sonra yıkadığım yüzümü havluyla kurularken aynada şişmiş gözlerimin

taa içine dikkatle baktım. Bu gözlerde biraz hüzünlü olmakla birlikte huzurlu bir

ifade vardı. Hem de alabildiğine huzurlu...

Ne bir kararsızlık, ne bir belirsizlik, ne de bir karamsarlık.

Sonra bir kez daha düşündüm. Tüm yaşamımı çabucak gözden geçirdim.

Bu günümü düşündüm sonra.

Korkulacak bir şey yok dedim kendi kendime.

Yaşadığım, yaptığım, yazdığım her şey insancaydı. İnsana özgü, bana özgüydü.

Sevinç de keder de, kahkaha da gözyaşı da benimdi. İnsancaydı.


Neyi hangi sıra ile, ne aralıkta, ne sıklıkta ve nasıl yaşadığım da kimseyi ilgilendirmezdi.

Başkalarınınki de beni...

Sevdiklerimin sevinciyle sevinmek, elemlerine üzülmek dışında...





















Hayır Dostum...  

Posted by Asuman Yelen in ,


Sevgiye inan. Bir ızdırap kaynağı olsa bile.

Kalbini kapama.


Hayır dostum, sözleriniz karanlık anlayamıyorum.



Gönül, bir gözyaşı yahut bir melodiyle

teslim olmak için yaratılmıştır, sevgilim.



Hayır dostum, sözleriniz karanlık anlayamıyorum.



Sevinç, bir damla şebnem gibi narindir, gülümseyerek ölür.

Fakat elem sağlam ve dayanıklıdır.

Bırak gözlerinde elemli bir aşk uyansın.


Hayır dostum, sözleriniz karanlık anlayamıyorum.



Lotüs çiçeği, güneşte açılıp ölmeyi,

gonca halinde ebedi bir kış yaşamaya yeğler.



Hayır dostum, sözleriniz karanlık anlayamıyorum.



R. Tagore

İş Bankası 2012 Yılı Konseri  

Posted by Asuman Yelen in , ,


İş Bankası Emekliler Derneği Türk Musikisi Korosu, şefleri Caner Bakır eşliğinde

bu yıl da mükemmel bir müzik ziyafeti ile ruhlarımızı huzur, gecemizi keyifle doldurdu.

Beyati ile başlayan konser, Rast, Uşşak, Hüzzam, Nihavend' le devam edip Hüseyni ile sonlandı.

Emeklerine, yüreklerine sağlık...




Blog Widget by LinkWithin