Buralarda ilk açan bahar dalı
"Özgürlük, her sabah uyandığında istediğin aynı şeyleri yapabilmektir."
(Buket Uzuner, Kumral Ada Mavi Tuna)
Bu cümle takıldı aklıma, kahvaltı tabağımı hazırlar ve bir yandan da demini almış
çayımın kokusunu keyifle içime çekerken.
Evet, her sabah aynı saatte aynı seslere uyanmak, aynı ağrılarla yataktan kalkmak
zorlukla üzerime bir şeyler geçirip, ıkına sıkına Paçoz' u da hazırlayıp (uzun uzun eğilmeyi
gerektiriyor) kapıdan çıkmak, aynı asansöre binmek, aynı yerlerde yürüyüp, aynı ağaçların
altında Paçozun koklaması için duraklamak, evin etrafında da bir tur attıktan sonra
dönüp hemmen çayın altını yakmak...
Monotonluk gibi görünüyor değil mi. Gibi görünmüyor. Öyle.
Ama bu monotonluk benim kendi özgürlüğüm bir yandan da.
Bu bir çoğumuz için geçerli. Kimse bizi zorlamıyorsa bir şeyleri yapmaya ya da
yapmak istediklerimizi kısıtlamaya çalışmıyorsa, bu monotonluk keyifli hale geliyor.
Buket Uzuner, böyle bir cümleyle başladıysa romanına, ve bu roman (ve tabii yazarı)
okur dünyasının "en sevilen ilk üç" üne sağlam demir attıysa, böyle sarmalayıverdiği
içindir okuyanını.
Tekrar günlük yaşama dönecek olursak, evet seviyorum sabahları hep bu sırayla
aynı şeyleri tekrarlamayı.
Evden yorgun ve ağrılı çıkıp her zamanki gibi ağrılar azalmış keyif artmış bir şekilde
dönmeyi. Paçoza kekikli tostunu yedirirken bir yandan da kendi bir dilim çavdar ekmeği,
yanında yağsız peynir, domates, tatlı ince biberlerimi sindire sindire yemeyi.
Sonrasında ağırdan alarak mutfağa gidip kapısının önünde sabırsızlıkla bekleyen
Paçoza yeşil torbasından sabah kemiğini vermeyi, o kapıp salona kendi özgürlüğü
içinde kemirmek üzere koşarken, mis gibi demli bir çayla masamın başına dönüp
ilk cigaramdan bi fırt çekmeyi.
Tüm bunları her sabah yapmayı seviyorum...
Yaz aylarında, haftalık gittiğim eğlenceli, bol güneşli, bol gezmeli tatil beldelerinin
ya da İstanbul' da zaman zaman gidip kaldığım dost evlerinin güzel tatlı sohbetlerini
geride bırakıp döndüğümde tüm bu monotonluğa kaldığım yerden devam etmeyi
seviyorum.
Belki de yaşlanmanın bir tezahürüdür bu diye düşünmeden edemiyor insan.
Altında, tüm bunları gün gelip de yaşayamayacak olmanın endişesi yatıyor
bu rutinin her parçasına dört elle sarılmanın altında, bir ihtimal, diyorum, diyorum
ama bir yandan da bu endişelerin, korkuların de yaşamımdan sessizce çekilip, yerini
dingin bir kabullenişe bıraktığını görüyor, bunu olgunlukla kabul ediyor, bu olgunluğu
başarı sayıyorum.
Ve yine bir yazıya keyifle başlayıp hüzünle bitirdiğimi görüp, konuşma dilimdeki
kafa karışıklığının ısrarla yazılarımı da etkilemesinden endişe duymakla birlikte,
şaşkınlıkla, bundan da tuhaf bir zevk aldığımı hissediyorum.
Tagore' un dizelerinin sonunda vurguladığı "her şeyi kaybetmiş olmanın umutsuz zaferi"
bu olsa gerek...

yaşlılar haftasını idrak ediyormuşuz. Bu nasıl bir tesadüftür böyle...