Jefferson Smith ve Kamer Genç  

Posted by Asuman Yelen


 
 


 
 
 
Bir filmden bahsetmek istiyorum.

Orijinal adı "Mr. Smith Goes to Washington."
1939 da Yönetmenliğini İtalyan asıllı Amerikalı yönetmen Frank Capra' nın yaptığı, kendisine "en iyi yönetmen" Oscar adaylığı getiren film. Baş rollerinde James Stewart, Jean Arthur var.
Ben ilk defa TRT' nin ilk zamanlarında onunla birlikte şimdi arşivimde de bulunan İt Happened One Night, İt's a Wonderful Life ve şimdi hatırlayamadığım başka filmlerini izlemiştim.
Frank Capra, o tarihlerde bizim son derece sıra dışı bulduğumuz bir yönetmendi. Şimdilerde tekrar izleyince beni hiç de heyecanlandırmasalar da (diğer Amerikan Rüyası tarzı filmlerin sadece akıllıca versiyonları) Wonderful Life' de yine gözyaşı döküp, Mr.Smith 'i eğlenerek izleyebiliyorum.
Gelelim Mr. Smith'e...Konu şöyle: Jefferson Smith küçük bir kasabada oymak başı idealist bir gençtir. O kasabadan senatoya yükselen, Jefferson'un kendisi gibi idealist gazeteci babasının arkadaşı bir senatör tarafından Washington' a götürülür. Amaç, çoğunluk diğer üyeler gibi sermayeye hizmet eden, bir sürü yolsuzluğa bulaşmış, ölen bir senatörün yerine bu genci getirip ona her istediklerini yaptırmaktır. Ama olaylar farklı gelişir, saf Mr.Smith, kurtlar sofrasında şiyasetçilere karşı dürüstlük savaşı verir ve tabii kazanır. Sinema ile ilgilenenler bu filmi ve diğer Capra filmlerini mutlaka biliyorlardır.

Bu filmin bu günlerde ve zaman zaman aklıma gelmesinin sebebini anlatabilmem için onun çarpıcı final sahnesinden bahsetmem gerekiyor.
Yerine geçtiği senatörün çevirdiği dolapları farkeden Smith bunu senatoda söz alıp anlatmaya her kalkışında bir şekilde sözü kesiliyor, çeşitli manevralarla susturuluyor, konuşması engelleniyor. Araştırmaları sonucu, diğer üyelere sözü kaptırmamak için hiç kimseye söz vermeden ve yerine oturmadan konuşması gerektiğini öğreniyor ve o da onu yapıyor. Sabaha kadar, sesi kısılana dek konuşuyor konuşuyor. Bu arada beklediği haber geliyor ve yolsuzluk ortaya çıkıyor.

Bu günlerde Mr.Smith'i sık sık düşünmeme neden olan biri var. Bağımsız Tunceli Milletvekili Kamer Genç. Üslubuna ve tarzına çok kızsam da artık böyle şeyleri aramanın da bir lüks olduğunun bilincinde, inadına, mücadeleci ruhuna, açıksözlülüğüne de hayran olduğumu belirtmeden geçemiyeceğim.

Bir kere temsil ettiği yöreye hizmet götürmesini biliyor.

Duyduğum kadarıyla Milletvekili maaşını (bir kısmını) muntazaman öğrenci okutmak için harcıyor.
Mecliste, bir "Don Quijote" cesaretiyle tek başına muhalefet yapıyor.
Zaman zaman TBMM'ni karıştırsa da, atasözlerini bir türlü toparlayamayıp tamamlayamasa da, üslup konusunda çoğu zaman
kantarın topuzunu kaçırsa da yüzümüzü güldürüyor.

Hem de her bakımdan...


Sevgiyle kalın...

Unutmadım, Unutmam.  

Posted by Asuman Yelen




Akşamlar inerken mavi sulara
 
Bir kırık cam olur ufukta güneş
 
Vecdine layık o hülyalı bakışlara
 
O hem bir neşedir hem de elem ruhlu eş.
 
 
Geceler sarınca mor etekleri
 
Hisli bir kavalla hıçkırır dağlar
 
Serpilir semalara ziya benekleri
 
Kimsesiz kalan sahilde dalgalar ağlar
 
 
 
Asuninon hızla Asu nine olmak yolunda ilerlerken,
 
 geride kalan herkesi, her şeyi, olayları insanları, 
 
dostları düşmanları, hasımları hısımları 

keyifleri kederleri, sevgileri, hüsranları,

hataları sevapları, şekilleri şemalleri, yüzleri

mekanları, adresleri, korkutucu bir hızla

unutmaya koyulduğum bu sonu belirsiz günlerde;
 
düşünüyorum da;
 
 
Tam altmış yıl önce

 o iki tarafı ağaçlıklı  taşlı topraklı, mis kokulu yolda 

el ele uyumla ve dudaklarımızda bu şarkıyla

yürürken,


yanımız sıra uzayıp giden derenin şırıltısını,

yaprakların hışırtısını, kuşların cıvıltısını

cırcır böceklerinin cırıltısını

gökyüzünde bizimle yürüyen ayın

deredeki ışıltısını, ve;

elimi sımsıkı tutan elinin sıcaklığını
 
asla unutmadım.
 
 
57 yıl sonra  bir kez daha özlemle....
 
Nurlar içinde yat babam...
 




























Plâklar ve Anılar ve Sen  

Posted by Asuman Yelen

 

 

Geçenlerde kızkardeşlerin en tatlısı elinde devasa bir poşetle kapımdan içeri girdi.

Yüzündeki maskenin sıkıntısı, çok seyrek sokağa çıkmanın şaşkınlığı, ilâveten ağır

yükünün sebep olduğu  yorgunluğun ıstırabı ile kendisini  koltuğa bırakıverdi.

 Tüm bu olumsuzlukların arasında ben, her zamanki gibı nefes nefese 5 dakika ve üzeri

 bir zaman homurdanmasını izlemeye hazırlanmışken yüzündeki muzip, sevimli ve sabırsız

 ifadeyi görünce şaşakaldım..


Sık nefeslerin arasında başıyla poşeti işaret ederek  " bak bakalım " dedi. Poşetin içine bir göz 

atayım dedim. Önce ne olduğunu anlayamadım. Dikkatle beni bekliyordu. Sevineceğımden

emin  bir ifadeyle  gelecek ânın keyfini çıkarmak üzere sabırsızlıkla bekliyordu.

Dikkatli bakınca birbirine yapışarak kalıp gibi duran şeylerin ne olduğunu anladım ve... gözlerime

inanamadım. Plâklarımız...45 likler..long playler..kaybettiğimizi sandığımız, çok

arayıp hiçbirimizin bulamadığı plâklarımız.. Ağabeyimin vefatından sonra bir şekilde

Rayuş' a ulaşmış, o üzüntü ve telaşın arasında bir yerlere derinlere kaldırılmış ve

unutulmuşlar. Sevinç çığlıklarıyla benim kitaplıklardan birinin üzerine dikkatlice

yerleştirdik. Ne var bunda sevinecek, youtube da arayıp da bulamadığınız müzik

mi  var denebilir. Ama öyle değil işte. 65 lerden itibaren çoğu da 65-75 yılları arasında

aramıza katılan bu sararmış nesnelere şöyle bir bakmakla veya parmak ucuyla 

dokunmakla birlikte gözümüzün önüne üşüşüveren, yüreğimizi titreten anıları

yok saymak olur mu. 




Birkaç gün önce, sipariş ettiğim retro pikap elime ulaştı. Hemen bizimkine  haberi

muştuladım. Dün heyecanlı bir şekilde girdi kapıdan içeri. Kendi kendime söz

verdiğim gibi kargo paketini birlikte açtık. Ayarlar yapıldı. Mantovanni' yi 

bir güzel sildik temizledik. Umutsuzca  ve dikkatlice iğneyi plâğa dokundurduk.

Korktuk çünkü çoğu yarım asırdan fazla bir zaman önce alınmıştı ve hemen her

gün akşamları iş dönüşü, tatil günlerinde dostlarla birlikte olmak üzere 

fazla fazla dinlemiştik. 


Derken odaya o şahhaaane kemanların önce hafiften başlayan yumuşacık sesleri

doluverdi . Pırıl pırıl tertemiz..Her notasını her kıvrımını, her ritmini bildiğimiz

melodilere coşkuyla, büyük mutlulukla eşlik ettik. Benim 18 onun 13 yaşındaki

Ataköy günlerimize gittik. Keyifli nağmelerde o günlerde yaptığımız gibi kalkıp

zıpladık hopladık. Tango yaptık. Birbirimizi ittik kaktık evirdik çevirdik.


Sonra nefes nefese kalıp oturduk. Canımla birlikte, yanımızda hissettiğimiz diğer 

canımızı andık uzun uzun. Hep birlikte müzik dinledik, sohbet ettik. Yeşil çımlere

bakan balkonumuzda, onun özenle hazırladığı  yemekleri yedik müzik eşliğinde.

Yanyana çiçekli örtülü, kenarı fırfırlı silindir yastıklı 3 somyada uzanıp birbirimize

kitaplar okuduk yüksek sesle.


Çok ama çok mutlu bir gündü. Asla programlanmadı planlanmadı ama denk 

geliverdi işte.  Hiç şaşırmadım. Niyeyse..

 

 

 

 

 Fiziki yokluğunun 20 senesi bitmiş dün. Ama hep yanımızdaydın ve hep yanımızda

olacaksın canım ablam.

 

 Hemen her gün de rüyalarımdasın tüm hoşluğunla...







Üzgünüm Tagore Arthur Haklı  

Posted by Asuman Yelen





 TANRININ RAHATSIZLIĞI



Arthur Schopenhauer: İlk Avrupalı Budist | Düşünbil Portal - Düşünmek  Özgürlüktür!








18.Yüz yılın ortalarında ... (1788 - 1860)


*Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu.


Çünkü dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.

Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattıği şeyi göstererek ona şöyle bağırmak

hakkımızdır: " Bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna,

hiçliğin, sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın? "*

Arthur Schopenhauer




19. Yüz yılın ortalarında... (1861- 1941)


*Uzaktan ölümün şamatasını duyuyor musun?

Ateş selleri ve zehirli bulutların arasından gelen bağırmayı, gemiyi

adlandırılmamış bir sahile çevirmesi için kaptanın dümenciye seslenişini

duyuyor musun?

Zira vakit gelmiştir.

.............................

Dünyadaki bütün kara fenalıklar onların sıralarından taşarak aştı.

Yine de, ruhlarınızda kederin takdisi ile yerlerinize geçiniz.

Kimi kabahatli bulabilirsiniz ki, kardeşler?... Başlarınızı aşağıya eğiniz.

Günah sizin ve bizimdir.

Asırlardan beridir, Tanrı' nın kalbinde çoğalan hararet; zayıfın kahpeliği,

kuvvetlinin küstahlığı, şişman refahın oburluğu, gadre uğramışın adaveti,

( düşmanlığı,) ırkın gururu ve insana hakaret; bora şeklinde gazaplanıp Tanrı' nın

huzurunu parçaladı.

Böbürlenmek ve zemmetmek ( kınamak) şamatasını kesiniz.*

 .....................................

Rabindranath Tagore


SEN VE DİĞER İNSANLAR


SCHOPENHAUER' DEN "KABUK" ÖNERİLERİ


*Kalbin gerçek, derin barışı ve tüm ruhun huzuru sadece yalnızlıkta bulunur.

*Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir

eğlenceye sahiptir.

*İnsanları tanıdığımdan beri hayvanları severim.

*Önemsememek önemsenmeyi getirir.

*Gençliğin en başta gelen öğrenimlerinden biri yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalı;

yalnızlık mutluluğun, ruh dinginliğinin kaynaklarından biridir çünkü.

*Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin.

Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü, bırakın insanları, köpekler bile

büyük dostluklara katlanamazlar.


TAGORE ' UN "KABUK " ÖNERİSİ

*Düsünüyorum da,

sanirim en büyük korkumuz oldugumuz gibi görünmek.

yumusacik kalbimizin fark edilmesi,

naif yönlerimizin kesfedilmesi,

cesaretsizligimizin anlasilmasi,

korkularimizin paylasilmasi

sanki zarar görecegimizin en büyük isareti.

kabuklarimizin altinda

kendimizi saklamakta ne kadar da ustayiz.

ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarimizin ardinda.

hissedilmeden, el degmeden, sevgimizi göstermeden.

istiridyeler, deniz minareleri, midyeler.

kirpiler ve kaplumbagalar gibi.

sahi koruyor mu bizi bu çatlamamis sert kabuk?

kimse incitemiyor mu duygularimizi, inançlarimizi, benligimizi?

yoksa zarar mi veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?

hissettiklerimizi gölgeliyor, yansitmiyor mu gerçek kimligimizi?

duygularimizi bastiriyor, el ele tutusmamizi engelliyor mu?

eger bir yildiz gibi isil isilsam ve bir yildiz kadar parlak.

ne çikar atesböcegi sansalar beni.?

 .................................................


oysa bir görebilsek bunu.

kalmadi böyle insanlar demesek.

güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.

kirilmaktan korkmasak.

incinsek, yaralansak.

ne olur bir darbe daha alsak.

yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabugu.

denesek.

risk alsak.

yanilsak.

fark etmez.

tekrar, tekrar bıkmadan denesek.

ve kucaklassak yeniden.


tagore ile ilgili görsel sonucu





Türkçemizin Başı Boş  

Posted by Asuman Yelen








 Uzun uzun yürüdükten sonra yorgun argın evime ulaştım. Ayakkabılarımı antredeki

dolaba bırakıp hemen banyoya geçtim, uzun uzun ellerimi sabunladım ve kirlenen

havluyu kirli sepetine bıraktım. Salona geçip televizyonu açtım. Gazeteci siyasetçı

karması, bize akrabalarımızdan da yakın bir grup, yine aynı sözcüklerle aynı konuları

tartışmaktaydı. Amarika PKK ile ticari anlaşma yapmış. İstanbul Sözleşmesi aile kavramını

yıpratmış. "Ben istihbaratçıyım ama türkçeyi de çok güzel konuşurum" diyen bir zat

 "konunun koncuktürel olarak ele alınması gerekli" şeklinde bir saptamada

bulundu. Biraz dinlendikten ve mutfağa geçip aldıklarımı ilgili yerlere bıraktıktan

sonra kendime yemek hazırlamaya koyuldum. Tencereyi ocağa bıraktım. İçine

bıraktığım yağ ısınınca önce soğanları sonra sırasıyla diğer malzemeleri bıraktım.

Sonra yemeği pişmeye bırakıp balkona geçtim. Niyetim birşeyler yazmaktı. Hevesle

bilgisayarın başına geçtim. Hevesle diyorum çünkü konsantrem yerindeydi.

Tam yazmaya başlayacakken zil çaldı. Arkadaşımın kızı. Annesi çok sevdiğimi

bildiği bir yemeği kızıyla yollamış. Kabı mutfak fayansının üzerine bırakıp kızı

balkona aldım.  "Nasılsın Yıldız' cım ?"  "İyii??"  "Evdekiler nasıllar? " " İyii??"

" Allah iyilik versin. "  Dolaptan dondurma kutusunu çıkardım. Ben kâselere dondurma

bırakırken o da  Pupa' yla oynuyordu. "İyi korkmuyorsun Pupa biraz asabi

bir kedi. Annen çekinir bu yüzden"  " Ben kedileri severim kii. "  " Ne güzel ..."

Ben boşalan kâseleri mutfağa götürürken telefonu çaldı. " Hayır evde değilim. Üst

katımızdaki Asuman Teyzede toplantıdayım. " Birazdan eve geçcem. Ben sinemaya

geçelim diyorum  ama istemezsen bizim mekâna geçeriz."  Yüzü biraz pembeleşmişti.

" Yeni erkek arkadaşın galiba. " Evet çok tatlı biri. Bir aydır çıkıyoruz. Hem çok

yakışıklı hem çok komik. Aynı zamanda benim her konuda destekçim " O çok

rahat anlatınca ben de çekinmeden sordum. "Seviyor musun onu? " Yok Asuman

Teyze benimkisi sadece hoşlantı."  "En çok nesinden hoşlanıyorsun ?"  "Hiç yalan

söylemiyor. Nişanlımdan çok yalan söylediği için ayrılmıştım biliyorsun " " Ya evet,

annen olanlardan bahsetmişti. "  Artık erkek arkadaşlarımda  aradığım  en önemli

şey doğruluk..  Doğruluk en büyük erdemliktir. "


O gittikten sonra ilgi isteyen Pupamla salonda bir küçük toplantı yaptık. Daha sonra

ben yeniden yazmak üzere balkona geçip, PC. min başına oturdum.

Heyhaaat...!!!   Ne hevesim ne konsantrem ne de motivem kalmıştı.

Bilgisayarı kapatıp kitabımı okumaya başladım. Akşam yaklaşınca hava serinlemişti.

Yatak odasına geçip gardolaptan kendime bir şal aldım.

Okuduğum kitap felsefik bir eserdi. Son zamanlarda ilgi alanım felsefe. Biraz okudum.

Esnemeye başlayınca onu da bırakıp uyumaya karar verdim. Telefonumu şarza takıp

yatak odasına geçtim. Komidinin çekmecesinden geceliğimi alıp giydim. Lavobaya

geçip dişlerimi fırçaladım. Islanan fayansı kopardığım selpakla kuruladım.

Uyumak üzere yatak odasına geçtim.


İyi uykular Türkiyem...!!!











Pandemi ve Romantik Diziler  

Posted by Asuman Yelen




A Romantic Cartoon Design Of Virus Corona Cell Holding Heart ...


 Tecavüzcülerin, katillerin, fetöcülerin ilk duruşmadan sonra salınıverilip, bazılarının hiç

 sorgulanmadığı, hepsinin ellerini kollarını sallaya sallaya dolaştığı bir zamanda

 birileri, çok iyi niyetlerle, koruma amacıyla (!) beni ve yaşıtlarımı evlerimize

 kapatıverdi.  En unutmaya çalıştığımız zamanda, başımıza vura vura yaşlarımız

 hatırlatıldı. Gençler işlerinde güçlerinde yorgun argın çalışırken biz düzenli yürüyüşlere

 çıkıyor, sabah kahvaltılarımızı  keyifle, genellikle dışarıda yapıyor, öğlenleri şık

 şıkırdım giyinip bakımlı ve keyifli bir şekilde sahillerde balıklarımızı yiyorduk.

 Çocukları evlendirmiş, kocaları başka dünyalara uğurlamış ya da bir köşeye

 sindirip oturtmuşken, tam özgürlüğümüzü tamamen ele geçirmişken ve kıymetini

 anlamışken, otoritenin iyi niyetli eli uzandı, bizleri pamuklara sardı ve en yumuşak

 sesiyle şöyle dedi:

 " Dedelerimiz...Ninelerimiz... Sizler yaşlı ve korunmaya muhtaç kişilersiniz. Zaten

  çoğunuz hastasınız. Corona sizi hammm eder. Artık sizler evinizin en mutena

  köşesinde oturacaksınız. Bizler sizlerin eli-ayağı, gözü-kulağı, ağzı-burnu ve daha

  birçok uzvu olacağız. Sizi çok seviyoruz. Ama asla ve asla bir adım bile dışarı

  çıkmanıza izin vermiyoruz. Sevgimiz saygımız sonsuz olsa da, şakamız yok

  cezalarımız da amansız. Sakın ha çıkayım demeyin zamansız...! "


   Böylelikle, değerli ve keyifli ikinci, hayır üçüncü, yoksa dördüncü mü ( her neyse

  bahar bahardır kaçıncı olduğu kimseyi ilgilendirmez ) baharımız ansızın kışa

  dönüşüverdi.

  Genel durum böyle...

  Bana gelince bu, bana hiç yabancı olmayan bir yaşam tarzı aslında. Evimi severim.

  yalnızlığı severim. Ama gelgelelim, hastalığı hele de yalnızken hiç sevmem.( Hayret! )

  Hele de pandemi boyutunda, şakası olmayan, nereden geleceği bilinmeyen, tedavisi

  belirsiz bir illet ise...

 Bir sürü ölüm, bir sürü ihtilal,  üçü büyük bir sürü deprem, kıbrıs çıkartması,

 çatışmalar, tartışmalar, kalkışmalar derken, "bu da mı gelecekti başımıza" dedim ve

 kaderime boyun eğip oturdum.

 Zaman geçince, başlardaki korkumu yenerek, her zamanki gibi yalnız yaşamıma

 devam etmeğe kendime farklı meşgaleler aramağa başladım.

 Tabii bir alışverişe bile çıkamamak, rutin dost toplantılarını yapamamak, standart

 bakımları yaptıramamak gibi can sıkıcı durumları da eklemek gerekir.

 Biraz okudum. Televizyon izledim. " Survivor" u her zamanki gibi takip ettim.

 Yayınlandığı zaman hiç ilgilenmediğim yerli romantik komedilerinin tekrarının

( Yerlisini, yabancısını hiç sevmem ) üçünü birden eş zamanlı olarak izledim.

 Bu, çok eğlenceliydi. Baş rollerde şortlu uzun beyaz bacaklı üç güzel kız,

 o kızların biri genellikle topluca üç beyaz uzun bacaklı, şortlu ( üçü de yaz dizisiydi

 zannımca ) kankası, (  çoğu zaman bu hangi dizideydi diye düşündüğüm, )  üçü de mavi

 gözlü, yapılı ve havalı üç delikanlı, onların da daha az yapılı orta boylu arkadaşları,

 oğullarının ve kızlarının yanında kızkardeşleriymiş gibi duran botokslu anneleri, ve

 olmazsa olmaz hatta ( biri  iki dizide de aynı anda oynayan ) akıllara seza nev-i

 şahsına münhasır bir şaklaban erkek tipi. Varlığıyla fena halde sinir bozucu,

 yokluğuyla hiç bir şeyin değişmeyeceği garip tipleme. Konu (ları) şöyle, adeta

 bir beyaz kâğıda tek bir senaryo yazılmış, iki fotokopi kâğıdıyla iki beyaz kâğıtla

 üçleşmiş, yürek hoplatan bir romantizmle bezenmiş üç dizi. Kalbim çarparak izledim.


 Bu eski yaz dizileri, emeği olan herkese minnetarım, tam amansız yaşımın moduna

otorite eliyle sokulmaya çalışılırken, beni aldılar, taaa 17 yaşıma yeniden getirdiler.

( Götürdüler demiyorum dikkatinizi çekerim. Zaten oradaydım çünkü...)


Sevgiyle ve keyifle kalın..








 

Altın Kubbeli Mabet  

Posted by Asuman Yelen


                                     
                                      
 

                                   
                                      Köle krala haber verdi:

                                     "Efendimiz" dedi. "Aziz Narottam,

                                      sizin krallık mabedinize girmeye asla tenezzül etmemiştir.

                                      "O açık yolda, ağaçların altında Tanrı' nın zikrini terennüm

                                       ediyor. Mabet boştur, içinde tapanlar yoktur.

                                       "Onlar, altın bal kâsesine ehemmiyet vermeyerek beyaz 

                                        nilüferlerin etrafına üşüşen arılar gibi, onun etrafında

                                       toplanıyorlar."

                                        Kral içinden kızarak, Narottam' ın çimenlikte oturduğu yere gitti.

                                        Kral ona sordu: " Neden altın kubbeli mabedimi bırakıp da,

                                        Tanrı sevgisini vâz etmek için, dışarda toz toprakta oturursun

                                         Peder?"

                                         Narottam: "Çünkü Tanrı senin mabedinde değildir" dedi.

                                         Kral kaşlarını çattı ve: "Bu san'at harikasının yapılması için

                                         20 milyon altının harcandığını ve pahalı ayinlerle Tanrı' ya

                                         tahsis edildiğini biliyor musun ?..." dedi.

                                         Narottam cevap verdi: "Evet biliyorum. Evleri yanmış ahalinden

                                         binlercesinin kapında boşuna bekleyerek yardım dilediği 

                                         senede olmuştu bu...

                                         "Ve Tanrı, ' kardeşlerine barınak temin edemeyen zavallı mahlûk

                                         benim evimi mi yapacak...' dedi.

                                         "Ve o yol kenarında ağaçların altındaki barınaksızların arasına karıştı.

                                         "Ve şu altından habbede ise gururun sıcak buharından başka hiçbir

                                         şey yoktur. İçi bomboştur."

                                         Kral hiddetle bağırdı. "Arazimden çık!..."


                                         Aziz sükunetle:  "Evet, tanrımı sürdüğün yere beni sür!..." dedi.


                                          Rabindranah TAGORE

                                          Meyve Zamanı

                                     

















                             

Anlatma İhtiyacı  

Posted by Asuman Yelen














Geldim... Geleceğimi biliyordum aslında.

Hiç gitmek istememiştim ki..

"Okumak" ne kadar önemli idiyse benim için, ve çok uzun yıllar, açıklaması

zor ya da belki imkânsız nedenler, nasıl bunu yapmamı engelledi ise aynı şeyler

iradem dışında yazmama da engel oldu. Her iki durumda da bu yoksunluk beni

fazlasıyla üzdü. Okuyamadğım için, için için yanarken, yazmak ihtiyacıyla da

kıvrandım durdum.

Okumak tamam da, niçin ille de yazmak?

Bir sürü nedeni var.   Sıralayalım...


Ben sosyal yaşantımda iyi bir dinleyiciyim. Karşımdakini güzel dinlerim. O

anlatırken, kös dinlemem, kendi söyleyeceğimi tasarlamam, başka taraflara

kulak verip, lafın ortasında bir başkasına cevap vermem ya da "aaaa bu bina

ne zaman dikilmiş al sana bir taş yığını daha" şeklinde abuk bir cümleyle

konuyu değiştirmem.

Tüm bunlar  çoğunlukla bana yapıldığı için ben  dinlemeyi tercih ettim.

Muhtemelen ben de kendimi dinletmeyi beceremedim. Bu da yetenek işi.

Babaannemin gururlu genleri bana geçmiş anlaşılan. Ama  benim de muhteşem

"Möhteşem Hanım " larım yok değil tabii. Az ve de öz sayıda..


Anılarımı özellikle çocukluk anılarımı yazmayı;  bazı şeyleri hatırlayıp

yazarken, yeni başka şeyleri hatırlamayı, araya zaman koyup tekrar okumayı

çok sevdiğimi gördüm. Başkalarının da bunu sevdiğini görmek çok hoşuma gitti.


Çok sevdiğim, beni çok derinden etkileyen, içime işleyen, gözyaşı döktüren,

mutlu eden hatta güldüren parçaları  (Baudelaire gibi, Tagore gibi, Fikret gibi,

Kisshon gibi) benimle aynı frekansta olan dostlara sunmak, onların sunduklarını

alıp kabul etmek, öğrenmek, sevmek, birlikte duyumsamak dünyalara bedeldi.

Ve daha bir sürü hoşluk..


Buna bir de her şeyi yavaş yavaş unutacağımız yaşlara hızla koştuğumuz

gerçeğini eklersek...


Bu arada yine Satürn Yengeç burcunda. Umarım korktuğum gibi olmaz... Bu sefer

de buna engel olmaya kalkmaz.


Herkese güzellikler diliyorum...

Ve tabii Sağlıklı, keyifli bayramlar.











Blog Widget by LinkWithin