Fondip  

Posted by Asuman Yelen in , , ,




Akşam Rayuş elinde bir şişle şarapla geldi yanıma. Biraz mevve, biraz çerez , tatlı tatlı bu günden, geçmişten, karışık muhabbetli, bol motiflerle bezeli dantelli, hoş bir doğum günüydü.

Balkonda, ışık yakmadan zaman zaman esen rüzgarla ürpererek, bulutların arasından ara ara yüzünü gösteren ayla selamlaşarak, tek tük bulutsuz alanlarda dolaşan yıldızlarla göz kırpışarak şarabımızı yudumlayıp, mırıl mırıl, fısıl fısıl konuştuk da konuştuk.

Şarap mı muhabbeti güzelleştirdi, muhabbet mi şarabı bilmiyorum, ama çok iyi geldi damağımıza ve ruhumuza. Her ikimiz de aynı şeyi düşündük. Çok uzun zamandan beri yapmamıştık bunu onunla birlikte. Belki de ondan. Neyse bir şarap muhabbeti başladı bir ara. Daha doğrusu içki muhabbeti.

İlk kırmızı şarabı yetmişli yıllarda, çok yakın bir arkadaşımla Tekirdağ Kumbağ' da kaldığımız motelde ilk akşam yemeğimizin yanında istemiştik. İlk tatiliydi ikimizin de ve ilk potumuzu kırmıştık o gece. Hava çok sıcaktı. Garsonu çağırdık, getirdiği şarap soğuk olmadığı için sitem edip, buz istedik. Buz getirirken niçin tuhaf tuhaf sırıttığını sonradan anladık.

İlerleyen zamanlarda, hiç atlamadan toplandığımız doğum günlerinde, hafta sonları bir araya geldiğimiz akşam yemeklerinde, zaman zaman birkaç kadeh bir şeylerle muhabbeti parlattık. Sonra hastalıklar telaşlar koşuşturmalar ve en çok da efkarla içmenin korkusu yüzünden unutmuştuk bir kaç kadeh bir şey içmeyi eni konu.

Sonra komik bir anı aklımıza geldi. Uzak bir akrabamız vardı. Bizim çocukluğumuz Anadolu' da geçtiği için kaynaşamadığımız, biz İstanbul' a döndükten sonra da bizi pek aramayan bir ağabey.
Can' ın sünnet düğününde masamıza geldi. Muhabbetle sarıldı hepimize. Epey içmişti. Göz yaşları içinde özürler diledi. Kendini suçladı. Adres aldı, adres verdi. Konuştuğu sürece sımsıkı yakaladığı ellerimi bırakmadan önce benden söz aldı. Hemen ertesi gün arayacak, randevuyu kesinleştirip gün verecektim, o mangalı yakacak, eşi de mezeleri hazırlayacaktı. Geldiği gibi hafif yalpalayarak masasına döndü.

Ertesi gün Pazardı. Rayegan' la biraz tereddütten sonra aramaya karar verdik. Numarayı çevirdim. Sesi çok ciddiydi. Kendimi tanıttım. Biraz sessizlik, sonra hatırladı. Kardeşlerimi sordu. Ben de eşini. Selam, kelam, buz gibi bir iyi günler. Geceyi çoktaaan unutmuştu.

Bazı insanlarda içki böyle bir etki yaratıyor. Çoşturuyor, duygulandırıyor. Bir düğünün keyfi, bir müziğin nağmeleri, damardaki alkolle birleşince duygulara alarm veriyor adeta. Geçmişi, dostları, sevgileri, sevgilileri hatırlatıyor, coşturuyor aratıyor hatta. Ama hepsi o kadar. Yanlış alarm.

Ertesi gün herkes kendi işine gücüne.

Belki de onun için sevmiyorum artık içki içmeyi ve pek fazla içenleri...


Herkese keyifli günler diliyorum.

Bir süre yokum buralarda. Dönünce görüşmek üzere...

Sevgiyle...

Mutlu yıllar bana  

Posted by Asuman Yelen in ,





Emekli olmadan birkaç yıl önceydi. Çok sık bankaya uğrayan bir emekli ablamızı hatırlarım. İşlerin çok yoğun olduğu bir dönemde yine şubeye uğramıştı ve ayrıldığı servisindeki arkadaşları o kapıdan girerken işlerine iyice gömülüp gözlerini kaçırmakta bulmuşlardı çareyi. Birlikte çalıştığım arkadaşımla (onun da emekliliği yakındı) bakışıp anlaştık ve masamıza davet ettik.

Çok neşeli konuşkan bir hanımdı. Oradan oraya koşuşturup duruyor, emekliliğinin tadını çıkarıyordu. Bir ara aynen şöyle söyledi. "Emekli olalı on yıl oldu kızlar. Bir on yıl daha geçsin ben de artık orta yaşlı sınıfına yavaş yavaş girerim." Kelimesi kelimesine böyle söyledi dostlar. O kadar şaşırmıştık ki gittikten sonra arkasından bakakaldık öylece. Sonra önümüze gelene bunu anlatıp uzun süre tatlı tatlı gırgırımızı geçtik. Bizim de emekliliğimiz yakındı ve çoktan yaşlı moduna girmiştik yorgunluk ve bezginlikle.

Kırk yıllık dostlarla son kış toplantımızda Kalamış' ta lokalde gördüm. Çok yakınımdan geçti. Yine incecik yine dimdik, dinamik, güleç yüzüyle, havalı ve bakımlı beni tanımadan süzüldü gitti masamızın önünden. Ağzım açık bakakaldım yine arkasından.

Ben l992 yılında emekli oldum. Varın siz hesabedin.

Peki ben yaşlandım mı bu arada???




ASLA! ... Hiç de niyetim yok.

Evet bu gün benim doğum günüm.

Geçen yıla göre, daha sağlıklı, daha huzurlu bir yıldı benim için.

Sağlık ve huzur. Orta yaşlı bir insan (!) başka ne isteyebilir ki hayattan...

Kızkardeşim, yeğenlerim, candan dostlarım ve Paçoz' umla birlikte, sağlık ve huzurla diyorum.

Hep sevgiyle kalalım....

Cıvıl cıvıl Elif Hanım  

Posted by Asuman Yelen in , , ,


Bu gün nihayet Elif Hanım' la resmen tanıştım.

İlk karşılaşmamız 4-5 gün önce bildik köpek-köpekli teyze-meraklı çocuk sıradanlığı içinde benim çok aşina olduğum bir tarzda oldu. Biz evimizin karşısındaki parkta rutin gezimizi yaparken, salıncağından atlayıp çığlıklar atarak bir ok gibi üzerimize geldi, doğrudan Paçoz' un boynuna sarıldı. Bir yandan da "aman aman ne şirin şeysin sen öyle, ne tatlı şeysin..." gibisinden seyler söylüyordu avaz avaz. Paçoz neye uğradığını şaşırmıştı. Sonra karşılardan bir yerden el kol işaretleriyle çağırıldı ve aynı hızla geldiği gibi çimenlerin üzerinde oturan bir grup kadının yanına gidip el kol hareketleriyle bizim tarafı göstererek Paçoz' u anlatmaya koyuldu.

Sonraki günlerde, kısa kesilmiş dümdüz sarı saçlı, kirpiklerine kadar uzamış dimdik kahküllü, iri mavi gözlü bu minik kız, eğer orada ise, bizi görür görmez oyun alanında her ne yapıyorsa o an için bırakır koşarak yanımıza gelip, minik bir çan gibi çınlayan neşeli sesiyle "ay ay ay... aman aman" diye başlayan kesik cümlelerle, sevecen bakışlarla Paçoz' u biraz yakından izledikten sonra minik kollarıyla boynuna sarılmayı, kulaklarını çekiştirip başını okşayıp hatta onunla konuşmayı hiç ihmal etmezdi.

Gördüğüm kadarıyla en fazla üç yaşında, son derece sevimli, yaşına göre olgun, su şırıltısı-kuş cıvıltısı tadında sürekli konuşan kendini de dinleten bir çocuk Elif Hanım. Bir de etrafında gördüğüm insanların farklılığı dikkatimi çekmiştir. Bir gün genç, bir gün orta yaşlı veya başka bir gün çok yaşlı farklı kadınlar vardır etrafında. Bazan hepsi bir araya gelir çay içerler çimenlerin üstünde. Gözleri hep miniğin üzerindedir. Bazan onu da yanlarına oturturlar. Arada içlerinden birinin oğlu ile topa tekme vururlar karşılıklı. Hep çok neşeli ve coşkulu konuşur durur.

Bu gün onunla sohbet ettik biraz. Adı Elif Hanım' mış. Hanım da ismi mi yoksa sonradan mı öyle çağrılmaya başlandı belki ilerde bunu da öğreniriz. Yaşının çok küçük olmasına ve çok konuşkan olmasına karşın sorduğum sorulara verdiği çekimser cevaplardan yabancılarla konuşma konusunda uyarılmış olduğu belli oluyordu. O yüzden üstelemedim. Sonra Paçoz' la yanlarından geçerken hanımlar çay ikram etmek istediler. Orada biraz konuştuk ve yanlarından ayrılırken karmakarışık duygularla doluydum.

Elif Hanım' ın çok bildik ama nedense bu sefer bana buruk gelen bir hikayesi vardı. Karadenizli genç bir çiftin tek çocuğuydu ve ya hiç akrabaları olmadığından ya da İstanbul' a gelememeleri nedeniyle, çalışmak zorunda olan anne, çocuklarını her gün komşularına emanet etmek zorunda kalmıştı. Yani benim anneanne, babaanne, hala, teyze sandığım tüm bu kadınlar Elif Hanım' ın apartman komşularıydı. İşin güzel yanı çocuğa çevrilmiş olan muhabbet ve dikkat dolu bakışlar ve onun gördüğüm çocukların çoğundan daha çok mutlu ve özgüvenli oluşu idi.

Bir çok kişinin benimle aynı fikirde olacağını tahmin ettiğim bir saptamayla tamamlamak istiyorum yazımı. Çok yer gezmiş, çok ev değiştirmiş biri olarak elde ettiğim bir gözlem bu.
Böyle biraz farklı, şartları biraz zorlu, biraz sıkıntılı ailelerin çocukları daima diğerlerine göre daha sevimli, konuşkan hatta güçlü yapıda bir yaratılışa sahip olmuşlardır ve çok sevilirler.

Bu da Allah' ın onlara bir hediyesi olsa gerek.



Hep sevgiyle kalalım...

Wimbledon' da bir Türk  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Wimbledon Tenis Turnuvası' nda Türk tenisçi Marsel İlhan Brezilya' lı Marcos Daniel' i 3 saati aşkın zorlu bir mücadeleden sonra 3-2 yenerek 2. tura yükseldi.

Umarım daha fazlasını da yapar ve bizi çok üzen gündemin gülmeyi neredeyse unutturduğu yüzlerimizi biraz olsun aydınlatır.

Fransa' da korkunç yaygara koparan İtalyan seyirciden sonra İngiltere' deki Türk seyircisini performansından dolayı kutlamak gerek. İnşallah hep böyle devam eder.

Baba olmak  

Posted by Asuman Yelen in

Babam ağabeyim dünyaya geldiğinde ahşap evin merdivenlerine oturup hüngür hüngür ağlamış.

Ağabeyim, oğlu Can doğduğunda (l3 senelik bir bekleyişten sonra) hastanede sevinç gözyaşları dökmüş.



Erkekler bedenen ve ruhen kızlardan daha geç büyüyorlar.

Yeğenlerimin ilkokul mezuniyet törenlerinde, birdenbire serpilip boy atan kızların, ufacık tefecik oğlanları bilmiş bir edayla itip kakarak dansetmelerini hep gülerek izlemişimdir.

Zamanla bu farklılığın gözle görülen kısmı yokolur gider ama kızlar olgunlaşma sürecini çarçabuk tamamlayıp kurdukları yuvalarda, evde ve sokakta didinip dururken, erkekler genellikle işin ciddiyetini kavrayamaz, bıyıklı, göbekli ergenler olarak "evcilik oyunu" tadında yaşar giderler.

Bu, merdiven başında, hastane koridorunda dolanıp durmaya başladıkları an bitip, yerini hızlandırılmış bir film gibi çabucak tamamlanan bir olgunlaşma sürecine bırakır. Korkular, endişeler, planlar projeler, hayaller, dileklerdir bu sürecin enstrümanları. Onlarca yılın başaramadığını o birkaç saat başarır. Sonra, odadan gelen ınga sesi ya da kucağında küçük bir şeyle yaklaşmakta olan hemşirenin görüntüsü ile birlikte her şey değişmiştir artık. Aynı anda hem olgun birer erkek, hem de evladı için herşeyi yapmaya hazır ve muktedir birer babadırlar.

Evet onlar, herbiri kendi çapında evlatları için ellerinden ne geliyorsa güçleri ne kadara yetiyorsa, bildikleri ve gördükleriyle, sevgi ve içgüdüleriyle ellerinden gelenin en iyisini yaparak hayata hazırlarlar evlatlarını. Niyetleri, istekleri, umutları onların da kendileri gibi birer yetişkin olduklarını, evlatlarını kucakladıklarını görmek ve bu huzurla veda etmektir yaşama.

Böyle şaşkın, acılı, sıkılı yumruklarla, acısını bile belli edemeden arkasından bakakalmak değil.

İnsanoğlu  

Posted by Asuman Yelen in ,


Bir gün kötü bir gününüzde sıkıntıyla çıkarsınız kapıdan, birkaç adım yürürsünüz , bir küçük nefes...Önce ufak bir şaşkınlık yaşarsınız: Ihlamurlar çiçek açmış! ...
Keyifle umutla dolar içiniz. Hangi ara açtı da ne zaman ihya etti tüm caddeyi ya da sokağı bu enfes kokularla diye düşünmeden edemezsiniz.

Derin derin içinize çeker, burmunuzu, ciğerlerinizi ve ruhunuzu bu kokularla doldurursunuz. Tüm sıkıntılar uzaklaşır gider o esnada, oracıkta. Kaldırırsınız kafanızı o efsunlu o güzelim çiçeklerle göz göze gelirsiniz. Minnetle bir kez daha çekersiniz kokuyu içinize daha güçlü.

Oooooohhhhh...







Sonra, göbeği kıllı bir adam gelir, dayar merdiveni. Tutar bir dalın ucunu, çeker kendine. Başlar hoyrat elleriyle yolmaya. Bir an göz göze gelir sizinle. İçinizin sızısını görür gözlerinizde ihtimal ki. Bir an şaşalar, tereddüt eder, duralar, sonra arsız bir sırıtış yerleşir dudaklarına. Küçük bir omuz silkmesi. Ardından devam eder kıyıma....


















İki adım ötede, bir başka ağacın dalına rahatça yerleştirmiştir basenini teyzem. Bir eliyle iki -üç dalı birleştirmiş sımsıkı tutmakta, diğeriyle de olabildiğince hızlı ve özensiz koparmakta, bir dala astığı büyükçe torbaya tıkıştırmaktadır güzelim ıhlamurları telaşla.











Sonuç ortada. Afiyet şifa olsun....


























Ne kadar çok seviyor insanoğlu, kırıp dökmeyi, yıkıp geçmeyi. Kimi eliyle, kimi diliyle, kimi böyle çatır çatır kırarak, sınır tanımadan, kimi inceden inceye dokundurarak, bir yandan da yüze gülerek...Ve bu insanlar en ufak bir rahatsızlık duymadan, ıhlamurlarını höpürdeterek, egolarını köpürterek huzurla devam ediyorlar yaşamlarına...

Fasulyeden bir yazı  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Çok kötü fasulyeymiş. Yazın başında hem de. Çok şaşırdım.Tabağımın bir köşesi ayıkladığım kılçıklarla doldu adeta. Yine de pekala lezzetliydi.

Fasulye ayıklarken, kesinlikle bıçak kullanmam. İki ucunu alırım ortasından çıt diye bölerim o kadar. Annemin usulü. Tabağımı önce kenarları, sonra bir de boyuna ortadan kesilip adeta kılçığa dönüşmüş vitamini kalmamış fasulyelerle doldurmaktansa bir köşesine çıkan kılçıkları itivermeyi tercih ederim.

Çok seneler önce, henüz emekli olmamışken, çoğunlukla yaptığım gibi Haziran ayının ilk onbeşinde kullandığım senelik iznimin ilk bölümünde, dört arkadaş anlaşarak Marmara Adası' na gitmiştik. Ufak, mütevazı bir motelde kalıyorduk. İlk gece akşam yemeğimizi yemek üzere bahçemizdeki masamıza oturduk. Motelin sahibi ev yemekleri yapıyordu. Yediğimiz her şeyi hatırlamıyorum ama ilk gece önüme konan makarnayı görünce attığım küçük sevinç çığlıklarını üç arkadaşım yazımı okuyunca hatırlayacaklardır. Tırtıklı kocaman fiyonk makarnalar, bol kıyma ve yığınla kıvrık domates kabuğu ile birlikte servis edilmekte. Buram buram nostalji...

Çocukluğumda annemin yemekleri bu kıvrık kabuklarla doluydu. Domatesler soyulmaz, sebzeler büyük büyük doğranırdı. Etler kemikli, kemikler de tabağa vura vura çıkardığımız iliklerle dolu olurdu. Karpuzların çekirdekleri ayıklanmazdı örneğin. Merçimek çorbası süzgeçten geçirilmez soğanlar ve mercimekler gözle görülürdü. Tüm yemekleri ekmekle güzelce temizlediğimiz
tek tabakta yerdik. Devasa çatal ve kaşıklarımız vardı. (Bir çatal ve bıçağı saklıyorum hala. O kadar büyük ve ağırlar ki.) O kocaman çatallar ortadaki salataya uzanırdı.

Annemin yemekleri göze değil ama damağa hitap ederdi. Çok lezzetliydiler. Kışın okula gitmeden önce ya da okul dönüşü, yazın toz toprak içinde oyundan gelip tam öğlen vakti mutlaka masanın başına oturtarak, l2- 1.30 yemek tatiline gelen babamla birlikte en az 3 çeşit yemek yedirdi bize hiç aksatmadan. Tabii akşamları da. Bazan ikindi vakti peynirli ya da kıymalı poğaça yapardı . Kocaman kocaman. (Sonra ben de ilk denememde aynı ebatta yaptığım için yiyenler tarafından kınanmıştım. Ne kadar küçük olursa o kadar güzel olurmuş) Su bardağına doldurduğumuz paşa çaylarımız eşliğinde yerdik. Kola, kutu kutu meyva suları yoktu o zaman. O tadı hiç yakalayamadım poğaçada bir daha.

Bu günün bilgisayar başında, annelerinin çabucak hazırlayıverdiği tabağı gözünü ekrandan ayırmadan tüketiveren çocukları düşününce...

( C ) esaret....  

Posted by Asuman Yelen


"HAZIR OL KALBİM... "

Hazır ol kalbim çık öne!
Geldi zamanı.
Zorunluluk üniforması taşıyanları
bırak arkanda.
Bak adın yankılanıyor
sabahın ilk ışıklarıyla.



Haydi!
Kimi bekliyorsun?


Ne arzular ki bir gonca
günün aydınlığından başka?
Ama açan her çiçek
aydınlığın kara bahtına
gözyaşı akıtmakta.


Hazır ol kalbim çık öne!
Kır zincirlerini
göster cesaretini.





Rabindranath TAGORE
Çeviri: Fahri ÖZDEMİR

Doğadan küçük (büyük) hoşluklar  

Posted by Asuman Yelen in


































































Yıldönümü  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Bir yıl daha geçti gitti...









Ağabeyimle İstanbul' da















Ablamla İstanbul' da













Benimle İstanbul' da

















Kızkardeşimle Mersin' de












Kızlarıyla Adana' da















Adıyaman' da
















Bütün çocuklarıyla İstanbul' da

Bir tuhaf romance  

Posted by Asuman Yelen in , ,

Nevin Rauf Konya' da yaşayan bir genç kızdır. Annesi babası bir kazada öldüğü için zengin yaşlı bir uzak akraba himayesinde liseyi bitirmiş sonra bu hanımefendi tarafından çok iyi bir şekilde yetiştirilmiş, dikiş, yemek, lisan öğretilmiş, türlü meziyetlerle donatılmıştır. Bir gün bir avukat gelir ve bir mirasa konduğunu ama bunun için İstanbul' daki kocasının evinde 1 yıl yaşaması gerektiğini söyler. Şaşkın bir vaziyette İstanbul' a gidip evli olmadığını anlatmaya çalışsa da yerine bir başkası geçirilerek o döneme uygun harem- selamlık usulü bir dini (o dönemde aynı zamanda resmi) nikahla evlendirildiği ortaya çıkar. Değer verdiği bir yaşlı akrabanın ricalarıyla kocası çapkınlığıyla ünlü Dr.Nevzat Ekrem Bey' in evine taşınır. Tahmin edildiği gibi nefret ve kavga ile başlayan ilişki aşkla sonlanır.

Bu özet ablamla benim ilk gençlik dönemimizde hemen tüm romanlarını bir çırpıda okuduğumuz Muazzez Tahsin Berkand' ın Sabah Yıldızı isimli romanına ait. Kezban, Bülbül Yuvası ve daha da fazlası Türk filmlerine de konu olan bu romanları rahmetli ablamla bol bol gırgır geçerek ama için için de kalbimiz çarparak yüksek sesle birbirimize okurduk. (Son zamanlarında tedavisi esnasında bulup çıkardığım bu kitapların hayli işimize yaradığını söyleyebilirim.) Kahramanları "cesim" bahçeli büyük konaklarda oturur kışın genellikle Nişantaşı' da yaşarken yazın uzun hazırlıklar yapıp adeta Bodrum' a gidermişcesine Yakacık' daki yazlık köşklerine göçü kaldırırlardı.Hepsi çok seviyeli çok kibar insanlardı. Lala elinde büyütülüp matmazellerle eğitilirler, uzun düzgün cümlelerle yumuşak bir sesle konuşurlardı. Ben 11-12 ablam da 13- 14 yaşlarındaydık o furyada.

Aslında, daha küçük yaşlardan itibaren bulduğu her şeyi okuyan okuduğundan zevk alan bir çocuktum. Annemin " hadi söndür artık şu ışığı" "gözlerine yazık" uyarıları bitmek bilmezdi. Tommiks- Teksas, resimli, resimsiz romanlar, Doğan Kardeş ve bir çok dergi sonrasında yavaş yavaş kitaplıktan alıp okuduklarım. Anlayabildiklerim, anladığımı sandıklarım, hiç anlamadıklarım.

İlk romantik roman maceram ağabeyimin odasından alıp okuduğum bir Kerime Nadir eseriyle ilgiliydi ve başladı ve bitti. Genç kız teğmen olan ağabeyinin yine teğmen bir arkadaşı ile nişanlanır, delikanlıyı çok sevmesine rağmen sürekli ağlamaktadır. Arkadaşının isteği üzerine ağabey kardeşini bir kenara çeker ve bu mutsuzluğun sebebini sorar. Kızkardeş önce anlatmak istemez sonunda baklayı ağzından çıkarır. Hıçkırıklar içinde sarsılarak "abicim ben evlenemem, ben kız değilim" der. Ağabey dehşet içinde kızkardeşine, Asuman da aptal aptal okuduklarına bakar kalır. Sonra da dosdoğru kendi abiciğine koşar ve okuduklarını anlattıktan sonra sorar. "Ben kız değilim ne demek? Yani şimdi o erkek miymiş? Abisi niye kızı tokatlamış???"
Hemen tüm Kerime Nadir romanları toparlandı, ulaşılamıyacak bir yere kaldırıldı. Pek umurumda da değildi. Saçmalıklarla işim yoktu.

Yirmili ve otuzlu yaşlarımda elim kesinlikle bir beyaz dizi eline değmedi. Klasikler, Puzo' lar Hailey' ler Simmell' ler Varlık' ların tümü Sartre, Simone de Beauvoir (lisedeyken kızlar toplanır birimiz yüksek sesle okurdu) Yaşar Kemal, Fakir Baykurt Tüm Bekir Yıldız' lar. Elden ele dolaşan pembe ve beyaz dizilere iğrenerek, okuyanlara da küçümseyerek attığım bakışlar 40 yaşında emekli olana kadar sürdü.

Emekliliğimin ilk haftasından itibaren bir sihirli değnek, dokunuşuyla; o tarihte televizyonda yayınlanan "Hayat Ağacı" ve daha bir sürü dizilerin, çok revaçta olan Hint Filmlerinin (HBB kanal) ve yoğun iş temposundan sonra kapıldığım rehavetin de yardımıyla beni 15 yaşımda yaşamadığım kadar romantik bir hale getirdi. İşte o yıllarda pembe ve beyaz diziler elimden su gibi akıp geçtiler. Bittikçe gidip yenilerini aldım. Sonunda bir beyaz dizi romanı yazacak kadar girdim içlerine. Sanırım bir yaş dönemiydi geldi ve geçti. (Gri omuzlu geniş gözlü)


Gelelim okuduğum romana... ( Yetmiş milyon okurumun esneyerek "NİHAYET :((( " dediğini işitir gibi oldum)

Daha çok küçükken muhtemelen Adana' da seyrettiğimiz bir Hollywood filminin üzerimde bıraktığı etkiyi hatırlayınca hala şaşırırım. İnanılır gibi değil ama ilk romantik etkilenmem ilkokul iki dönemine rastlar. Filmin adı "Demirhane Müdürü."
Servetlerini kaybeden zengin bir ailenin biricik kızının, kendisini çılgınlar gibi seven ve sevildiğini sanan zengin Derblay 'la parası için yaptığı zoraki evliliğin ve sonrasında gelişenlerin anlatıldığı filmde Claire' e çok kızmış, kocasına acımış sonunda da o kadar çok etkilenmiştim ki uzun süre aklımdan çıkmamıştı. Bilgisayar hayatımıza girince deliler gibi bu filmi arattırmış, aramış, ama o ve birkaç başka filmi bulup indirmek mümkün olmamıştı.

Geçenlerde hep yaptığım gibi Gitti Gidiyor dan eski bazı kitapları araştırırken tesadüfen gözüme ilişmişti "Demirhane Müdürü". Önce inanamamış, sonra açıklamalardan filmin senaryosunun kaynağı olduğunu anlamış ve hemen satın almıştım. Ve evet bu hafta onu yavaş yavaş sindire sindire okudum. Çok güzeldi. Çok hoşuma gitti.

Eserin orijinal adı Le Maitre de Forges. 1882 yılında Fransız yazar Georges Ohnet tarafından yazılmış. Hayat Mücadeleleri isimli uzun roman serisinin (ben on iki saydım) ikincisi ve en çok beğenileniymiş. Bütün dünya dillerine çevrilmiş. Bana göre de, okuduğum romantik romanların en naifi, en güzeli.

Umarım yine o kadar çılgın bir on sekiz yaş dönemine girmemişimdir.

Ayıp yahu. Tastamam kırk yıl sonra....



Hep sevgiyle kalalım...

2010 Haziran' ında herhangi bir hafta  

Posted by Asuman Yelen in , ,

Farklı bir hafta geçirdim.

Son zamanlarda ülkemizde ve tüm dünyada gelişen ve gelişmekte olan bazı olaylar herkes gibi beni de fazlasıyla üzdü. Fazlasıyla da endişelendirdi. Üzüntüm artarak, endişem daha da artarak sürmekte. Bunları eşle dostla uzun uzadıya konuşuyoruz. Duygularımızı, korkularımızı paylaşıyoruz. Bu arada iktidar-muhalefet kanadında politikacılar, akademisyenler, aydınlar, köşe yazarları her kafadan farklı sesler, tepkiler, senaryolar bunların hiçbiri ne üzüntümüzü ne endişelerimizi azaltmadığı gibi kafaları karıştırmaktan öte gitmiyor.

Tabii bu arada yaşam da devam etmekte...

Daha önce bahsettiğim Fransa Açık Tenis Turnuvası' nı hiç bir maçı kaçırmadan zevkle izledim. Bunu özlemişim.

Federer çeyrek finalde elendi. Finalde oynayacağını umduğum favorimdi. Üzüldüm doğrusu.

Zenci Williams kızkardeşler yarı finale dahi çıkamadılar.


Kızlarda İtalyan Francesca finalde Avustralyalı rakibini eleyerek bu yılın şampiyonu oldu. Sevincinden kırmızı toprağı nerdeyse yaladı yuttu. İtalyanlar için çok alışılmış bir şey olmadığı için herhalde Akdeniz kanı tüm gürültü ve taşkınlığı ile kortta kendini gösterdi. Bu sıradışı bir durumdu. (Teniş seyircisi için)





Erkeklerde ise İspanyol Rafael Nadal, İsveçli Soderling' i yenerek kendini sırtüstü bırakıverdiği toprak kortta salya sümük ağladı. Soderling çeyrek finalde Federer' i elediği için ona kızgın olduğumdan, şampiyonluk kupasını aslında pek de sevmediğim Nadal' ın kaldırması içimin yağlarını eritti.



Darısı Wimbledon' un başına diyerek tenis konusunu geçiyorum.

Bu hafta son yıllarda yeterince yapamadığım bir başka şey daha yaptım. Bir roman okudum. Hem de bir aşk romanı. Bildiğimiz pembe renkli olanlardan.

Benim için çok özel olan bu kitaptan ve beyaz ve pembe dizi maceramdan bir sonraki postumda bahsetmeyi düşünüyorum. Eminim çılgınca merak ediyorsunuzdur :)))

Görüşene kadar, hep sevgiyle kalalım...

Blog Widget by LinkWithin