2014 e Girerken  

Posted by Asuman Yelen


Saat 16.00

Dışarıda yağmur yağıyor.  Oda sıcak ve aydınlık.

Radyoda Türk Sanat Müziği çalıyor. Yeni başladığım örgüm elimde.

Kedim minderinde uyuyor.


Bir yandan ilmekleri atarken bir yandan da bu akşam yazmayı düşündüğüm

yeni yıl yazısını şekillendirmeye, bunun için de bir yandan kendimi dinlemeye,

 tahlil etmeye, bir yandan da geçtiğimiz yılı kafamda toparlamaya  çalışıyorum.

Olan- biten den ziyade hissettiklerimi önemsiyorum.

Samimi olmak istiyorum her zamanki gibi.

Umutvar isem heyecanımı yansıtmak, öfkeliysem veryansın etmek,

acılı isem içime kapanmak,  keyifliysem coşkuyla anlatmak,

içten, gelişine, plansız hesapsız aktarmak istiyorum.

Belki  yazarken anlamak istiyorum kendimi, bu günümü.


Sonra herşeyi unutturan hoş bir duygu sarıyor içimi.

Tatlı bir şaşkınlık hissi ile birlikte,

kendimi çalan müziğe kaptırıp gidiyorum.

Ve başka yağmurlu günlere. Güvenli huzurlu günlere.

Çoook eskilere...


Çalan, bir saz eseri. Ne makamını ne adını ne çalanını biliyorum.

Ama çok tanıdık. Çok bildik. Gülümsüyorum kendi kendime.

Nostalji bu diyorum. İliklerime kadar Nostalji yaşıyorum.

Yağmur...Soba çıtırtısı...Tek lambanın loş aydınlığı.  Ay yıldızlı

siyah emektar yün battaniye.

Gündüz uykusu, aşina mırıltılar. Güven...Huzur...

Huzur...


Spiker anonsunu yapıyor :

"Sadi Işılay' ın segâh saz semaisini,  kendi sazıyla, 29 Haziran 1961

yılında yaptığı orijinal kaydında izlediniz."

Ben dokuz yaşımdayken...10. yaşıma bastığım gün.

Adıyaman zamanları...


Yağmur devam ediyor.

Yün örüyorum. Kedim yanımda uyuyor.

Radyom çalmaya devam ediyor.

Çok mütiş bir huzur duyuyorum.

Ve ben bu huzurla girmek istiyorum gelen yıla.

Yalnızca bu huzurla...

Sadece bununla...








Hep sevgiyle kalalım...












A ha ha ha...  

Posted by Asuman Yelen



Güneşli bir Pazar gününe uyandım...

Boyun, sırt, bel ağrısı, gaz sıkıntısı, kafa çınlaması,

ruhumdaki ağırlık, beynimdeki karmaşa, kolitim, sistitim

hepsi, ailelerini görmek üzere  kafadan izin kullanıp,

ben uyurken çekip gitmişlerdi.

Ne de iyi etmişlerdi...

Mutfaktaki, üçlü prizin anahtar düğmesine bastım.

Amacım su ısıtıcısını ve tost makinesini çalıştırmaktı.

Birden başlayan neşeli oyun havasını hiç beklemiyordum doğrusu.

Radyonun da fişe takılı olduğunu unutmuşum:)

Ben  keyifle kıvırta kıvırta kahvaltımı hazırlarken Pupa, bu pek alışık

olmadığı manzarayla şaşkın, ayaklarıma sarıldı. Korkmuştu galiba.

O da aynı evlat gibi. Çocuklar da anne- baba dansederken ayaklarına

sarılıp engel olmaya çalışırlar ya...


Aslında yazmak istediğim bambaşka bir şeydi ama henüz giremedim.

Ama yaklaştım.

Kahvaltıdan sonra, her gün olduğu gibi Pupa koridorda yanında topla

beni bekliyordu. Oyunumuz basit. O kaleci ben vurucu.

Attığım toplardan birine çift parende attıktan sonra yumulup nefes nefese bana

öyle komik bir bakış attı ki çılgınca gülmeye başladım. Ama ne gülme.

Bağıra bağıra. Tepine tepine. Öyle böyle değil.

İnsan kendi sesinden rahatsız olur mu. Olurmuş. Ben oldum.

Yaw ben kahkaha atmayı unutmuşum meğer. Dozu ayarlayamıyorum.

Sonra "gülme" konusu takıldı aklıma. Nasıl gülüyoruz. Gülerken herkesin

aynı sesler mi çıkıyor gırtlağından. Başka derdim işim yok ya. Bunun

üzerinde kafa yormaya başladım.

Bebeklerin, kahkahası üç aşağı beş yukarı aynı. Çıngır çıngır. Harika.

Çocuklarınki doğal, masum, kontrolsüz.

Yaşlar ilerledikçe, kontrol mekanizması gelişiyor. Aile baskısı, çevre

baskısı ve sonucunda otokontrol. Gerekli mi? Tartışılır.

Erkekler bu konuda "hanım kızlar" dan daha şanslı. O da bir gerçek.

Kulak verecek olursak,  duyduğumuz üç aşağı beş yukarı aynı.

Hah hah hah hah .....

Türk filmlerinden Jeyan Mahfi' yi hatırlayalım.

Haah-ha hahaha ha ha... Bir de alaycı gülüş vardır. Hah hah haaayyh.

Pekiii,  yazım  dilinde nedir durum?

Bundan yarım asır kadar önce ilk Çelik Blek' te gördüğüm zaman

tuhafıma gitmişti. Sonra baktım Profesör Öklitus da aynı şekilde

gülüyor. Doktor ve Konyakçı da. (Tommiks'in, resmi hüviyetinden olsa gerek,

yüksek sesle güldüğünü hiç görmedim.)

A-ha-ha...

Eni konu, sağıma soluma dikkat eder olmuştum. Etrafımda a-ha-ha-ha  diye

gülen kimse var mı diye. Yoktu. (Emin olun ben hala duymuş değilim.)

 Demek ki ecnebiler böyle gülüyormuş dedim ve unuttum gitti.

Ta ki sanal aleme girene kadar.

 Burada herkes öyle gülüyor. Sözleşmiş gibi. Kural gibi.

Kötü mü? Haaayııır.

Kimseye bi zararı var mı? Yooo.

Peki ne diye yazdım öyleyse?

Biraz gülelim diye.

O halde, bir kez daha, hep birlikte,

 A-ha-ha-ha...


( Tabii  ay bunun nesi komik a-ha-ha diyen olursa da yerden göğe kadar 

hak verebilirim. Gerçekten...)



Herkese iyi Pazarlar ...













Paçoz... Pupa...Yavrularım...  

Posted by Asuman Yelen




Bugün, camın önünde böylece sessiz sakin otururken seni izledim Pupa' m.

Benim duygularım yoğundu. Camın bu tarafında olduğun için memnun,

camın diğer tarafında olamadığın için suçlu, senin bu durumla ilgili olarak

ne hissettiğin konusunda kararsız...

Ve en çok da orada oturuşunu uzun yıllar aynı duygularla izlediğim,

cennetteki ablana duyduğum yoğun özlemle hüzünlü...

Sonra, bu satırları yazarken (şu an ) şaşkınlıkla hatırlıyorum bu gün onun

doğum günü olduğunu...

Belki de hiç şaşırmamam lâzım kim bilir....





Mutlu yıllar Paçoz' um...

Sana da, keyifli, sağlıklı, birlikte nice yıllar canım Pupa' m...




Kara Bahtım Kem Talihim  

Posted by Asuman Yelen





 Kapı zili çaldığında limon filesi ile boğuşuyordum. Boğuşma sözcüğünü, size

 abartılı gelebilir,  benim mazoşist bünyem ikinci ve daha sonraki limonu almak

için ilk açtığım deliği arayıp bulmaya çalıştığı için kullandım. Niyeyse naylon

poşetlerin düğümünü poşeti, hediye paketlerini kâğıdı yırtmadan, karışmış iplikleri

koparmadan açmak gibi takıntılarım psikiyatrıma söylenemeyecek kadar ufak,

yaşamımı zehir edecek kadar büyük sorunlar olarak yıllardır sürüp gitmekte.

Kapıyı açmadan önce her zamanki gibi "kim ooo..." diye seslendim. Kedisi olan

bilir. Kapı öyle hemen açılmaz. Apartman görevlisi ise ve alışveriş için geldiyse

açmadan "bişii lâzım değil " diye seslenilir. Dilenci ya da satıcı veya anketörlere

de açılmaz, yoksa kedinin peşinden merdivenlerde bulursunuz kendinizi. Çok sık

olmasa da ara sıra kullandığım "sıvışmak" kelimesinin gerçek anlamını kaşla göz

arasında Rayuş' la benim ayaklarımızın arasından üstelik gözümüz üstündeyken

sızıverip kaçan Pupa' dan öğrendiğimi söylemeliyim.

Günlerden pazar (kapıcı servisi yoktur) , saat kahve saati olunca gelenin Rayuş

olduğu kesindi ve ben biraz cilve yapmak istedim. "Benim..." cevabını duyduğum

halde "sen kimsin..." dedim. Biraz sabırsız "beniim" sesini duyunca duraladım. Rayuş' un

tavrı tarzı bu değildi. Hemen kapıyı açtım. Evet o değildi. Kapıyı, üzeri 10- 12

tane dumanı tüten aşureyle bezeli büyük bir tepsi çalmıştı. Daha dün akşam "tatlıı...tatlıı"

diye Rayuş' u bezdiren ben, o tepsiyi tutan elleri öpmeye davranacakken bir canhıraş

çığlıkla kendime geldim. 12 numaranın genç hanımı, "alın şunu, korkarım ben" diyor,

bir yandan da titreyen ellerle tepsiyi zaptetmeye çalışıyordu. O an öl dese ölecektim,

eğilip ayaklarına sürtünen Pupa' yı almak işten bile değildi. Sonra dönüp, minnetle,

şükranla ve huşu içinde sıcak aşureyi aldım. Elimi yakıyordu ama ne gam. Bu yıl ilk

aşuremdi.

Yemek için sabırsızlanıyorsam da, soğuk yemek daha hoşuma gidecekti. Tabii ki

sabretmek zor olacaktı. "Biraz soğusun, buzdolabına koyar süreci hızlandırırım. :))"

Kapanan daire kapısının önünde ben bunları düşünürken burnuma dolan yanık

kokusuyla kendime geldim. " Gitti caanım kereviz..."  İnanmayacaksınız belki ama

gerçek, mevsimin ilk kereviziydi. Koklaya koklaya doğramış, (çiğken kokusunu çok

severim) havucuyla, patatesiyle, bezelyesiyle ve özlemle, hevesle hazırlamıştım.

Pişmeye başladığı an çıkan koku, çiğ halinin kokusuna beş basmıştı. " Ama..ama ben

altını söndürmemiş miydim? " Söndürmemişim efendim. Omun yerine akşamdan kalan

bir-kaç teflon tavayı yıkamak üzere ısıttığım suyun altını kapatmışım.

Can havliyle mutfağa koşup önce pencereyi sonra tencereyi açtım. Sizi bilmem

ama ben yanmış  kereviz yemeğinin  kokusunu hiç sevmem.

Yemek kaşığıyla üstten birkaç parça kerevizi koklayıp, kurtarılabilecek birşeyler

arıyordum ki arkamdan uzun  yıllar boyu dehşetle hatırlayacağım o sesi duydum.

" ŞLAAAPPP... " Ne olduğunu adeta biliyordum. Bunun için yengeçsel önsezilere de

gerek yoktu. Pupa gibi bir kedinizin olması yeterliydi.

Küçücük, çok küçücük bir umutla döndüm. Sallanan kulaklar, umudumu söndürdü.

Aşureyi telaşla üzerine bırakıverdiğim ayakkabı dolabının üzerinde ayakta muzaffer

bir tavırla duruyordu. Üzerime diktiği gözlerini bir müddet sonra yere indirdi.

Utandığından değil. "Sen de bak " dercesine. Aşurenin metalik yumuşak kabı,

yüzükoyun yere yapışmş, birkaç fındık bir-iki nar tanesi oraya buraya saçılmıştı.

Êğilip kabı alacak oldum. Bir anda sıcaklıktan kendini toplayamamış olan caanım

aşurem, bembeyaz taşın üzerine  büsbütün bırakıverdi. İçi anlamsız bir şekilde

bomboş olan kap, elimde kalakalmıştı. İşte o an kanımın tepemde fokurdadığını hissettim.

Doğrulduğumda gözümde ne gördüyse bir çığlıkla kendini koridorun kapısına attı.

Mutfaktan aldığım bıçakla arkasından seğirttim. Kuyruğu dimdik havada suçlu

yampirik adımlarla ve bir Kenya' lı atlet hızıyla odalardan birine daldı ve yokoldu.

Bıçağı yerine koydum. Banyodan temizlik kovasını ve fırçasını aldım. Su dolu kovayla

çıkarken aynada kendimi gördüm. Omuzlarım düşmüş, gözlerime umutsuz bir bakış

yerleşmişti. On yıl daha yaşlanmış gibiydim.






Anıyoruz...  

Posted by Asuman Yelen



Sevgiyle ... özlemle ... rahmetle anıyoruz...

"Hayallerinle Gel" Mimi  

Posted by Asuman Yelen




"Asu nino, hadi kızım seni bekliyoruz..."

Omzuma hafifçe dokunan elin temasıyla gözlerimi açtım.

Şefkat, sevgi, endişe dolu bakışlar gözlerimi kamaştırdı. Babam üzerime

eğilmiş biraz muzip biraz şaşkın beni inceliyordu.

Çimenlerin üzerinde doğrulup oturdum. Ter içindeydim. Kalbim daha önce

hiç böyle deli gibi çarpmamıştı. Titriyordum. Babamın omuzumdaki elini

iki elimle kavradım. Yüzüme bastırdım. "Ateş gibi yanıyorsun sen"  dedi.

"Kâbus mu gördün yavrum?" Parmağıyla gözümden akan bir damla yaşı

sildi. Hıçkırarak ağlamaya başladım. "Ah babacığım bir bilseniz..." titremekten

güçlükle konuşabiliyordum. "Şu ağacın altında uzanmış...kitabımı okuyordum.

Sonra....bir...bir...  ağırlık çöktü üzerime. Kitap elimden düştü."  O, beni

yatıştıran  tatlı sesiyle ekledi. "Uyuyakalmışsın. Ama bu ilk defa olmuyor ki

yavrum. Kim bilir ne okuyordun. Hep o çizgi romanlar yüzünden.

Niçin heyecanlandın böyle bu kez ?"

Sımsıkı tuttuğum elini bırakmadan devam ettim."Çok korktum. Rüyamda öyle

kötü şeyler gördüm ki..."

 Yanıma oturdu. Boşta kalan eliyle saçlarımı okşadı.

 "Anlatmak ister misin? "  Kendimi huzurlu ve güvende hissediyordum artık.

"Birden, bir boşluğun içinde yuvarlanmaya başladım. Bağırıyordum, ama sesimi 

duyan yoktu. Sonra bir karmaşanın ortasına düştüm. Birbirinin üzerine yığılacakmış

gibi duran binaların arasında, taş yollarda, oradan oraya koşturup sizleri arıyordum.

Ne gökyüzü, ne böyle çimenler, ne böyle ağaçlar vardı orada. Birbirinin aynı, kimi dar

kimi geniş tüm sokaklara girip çıkıyor, önüme çıkan herkese sizleri soruyordum.

İfadesiz yüzler, boş bakışlar, sessiz, cevapsız önümden geçip gidiyorlardı önceleri.

Çok kalabalıktılar ve zaman içinde beni de yanlarında sürükleyip götürmeye başladılar.

Artık aynada aynı ifadesiz yüz ve boş bakışlarla karşılaşıyordum her gün.

Sonra sizden bir şekilde ümidimi kestim. O kötü yerlerde, çirkinliklerin  içinde

olabilme ihtimaliniz yoktu zaten. Olmamalıydınız da..."

 Başımı babamın dizine koydum. Gözlerimi kapadım.

"Öyle kötüydü ki her şey. Öyle zordu ki.... Sevgisiz....

Artık karşılaştığım her insanın gözlerinin içinde, sesinin tonunda, sevgi arıyor ve 

tuhaf bir şekilde insanların bundan bucak bucak kaçtığını görüyordum.

İnsanlar gülmeyi unutmuşlardı adeta. Sırtlan gibi sırıtmayı biliyorlardı sadece. 

Atarlı hatırlı vıcık vıcık ilişkilerdi çoğu dostluklar. Buradaki ufak ahşap evlerdeki

 dostluklar yoktu orada. "Mutena" semtlerde oturmuyorsan dostluk yapmıyorlardı

seninle."

Nefes almak için sustum. Abartılı muzip bir sesle "vaaah ev-la-dımmm !!! "

dedi. Sonra ciddileşti. "İnsanlar ne çok üzmüşler benim kızımı..."

"O kadar da kötü değildi baştan. Ya da ben pek bir şey farkedememiştim saflıktan.

Kabullenmiş, ayak uydurmuştum. Kötü olan sizlerin özlemiydi. Bazen kızıyordum

sizlere, madem çekip gidecektiniz niçin sadece sevgiyi öğrettiniz diye...

Zaman geçtikçe her şey kötüledi.... kötüledi....En sonunda bir de karanlıklar önce 

yavaş yavaş sonra gittikçe artarak üzerime, üzerimize çökmeğe başladı.

 Artık soluduğumuz hava da iyice kirlenmişti.

Siz gelip beni uyandırdığınızda tüm bunlar yüzünden nefes alamaz hale

 gelmiştim, boğulmak üzereydim."

"Bitti Ninom"  dedi babam. "Kötü bir rüyaydı. Uyandın artık." Elimi bırakmadan

doğruldu, birlikte ayağa kalktık. Başımı koluna dayadım.  Ağır adımlarla

minik, gül kokulu bahçeli eve, evimize  doğru yürüdük.

"Bitti" dedim. "Çok şükür ki bitti."

Sonra derin bir nefes aldım. "Unuttum gitti..."









Ve Son Gün....  

Posted by Asuman Yelen

Çok güzeldi...

Kilometrelerce yürüdüm. Bol bol fasıl dinledim. Bir kitap bitirdim. Dostlarla buluştum,

sohbet ettim. Kendimi dinledim. Evimi düzenledim.

Güneş de güzeldi. Yağmur da...

Sabah da güzeldi akşam da...

Her güzel şey gibi bitti.

Seneye...İnşallah.

Bu sefer İlkbahar da içinde olacak. Ve Pupa da benimle birlikte olacak.

Bir de, daha çok dost ağırlayacağım...

Son bir kaç kare...









İstanbul' dan görüşmek üzere...


Sevgiler....

Tagore' dan...  

Posted by Asuman Yelen

 
Ben sabahleyin penceremde oturuyorum;
 
 

 
ve penceremin önünde dünya, gelip geçici bir yolcu gibi,
 
bir an duruyor, beni selâmlıyor, ve sonra yoluna gidiyor.



                                                         .........................................



Avare yaz kuşları, şarkılarını söylemek ve
 
 
 
uçup gitmek üzere pencereme konarlar.
 
 
Ve şarkısı olmayan güz yaprakları, çırpınırlar,


 
 
ve bir iç çekişle oracığa düşerler.
 
 
 
...............................................
 
 
 
Bu gün güneş içindeki dünya,
 

 
bana,
 
unutulmuş bir dilden eski şarkıları,
 

 
yün eğiren bir kadın gibi
 

mırıldanıyor.

 
.............................................. 
 
 
 
 
Sen bana gülümsedin ve sıradan şeyler konuştun,
 
 
 
 
ve bana öyle geldi ki
 
ne zamandır beklediğim buydu.
 
 
 
 
 
 
 
R. Tagore' un Yuvasız Kuşlar ' ından alınmıştır.
Çeviren: Bülent Ecevit
Resimler alıntıdır.
 

Güzel Balkonum  

Posted by Asuman Yelen





Mavinin huzuru
















Çayım, radyom ve  kitabım...

(Şükürler olsun okuyabiliyorum)











Salonumdan bir görüntü...Yine mavi.


















Kaz Dağları' nın hoş esintisi....





Bulduğum hoş sürpriz: Işıklı barbekü(!)
















Rüzgâr gülüm. Hafif hafif şarkılar söylüyor...




                                                                                                                                                                          


 

 
 
 
 
 





1 Yıl Sonra.  

Posted by Asuman Yelen

 
 
 
    
 
 
 
Ben huzuru buldum yavrum. Umarım sen de mutlusundur.
 
 
Gördüğüm tüm dostlarının gözlerinde sendeki masum, içten, riyasız
 
bakışları görüyor, masumiyetini, sevgini çok özlüyorum.
 
En çok da sadakatini.
 
Biz insanların asla sahip olamadığımız...
 
Huzur içinde yat.






Akçay' da Sonbahar  

Posted by Asuman Yelen

 
Balkonumdan Kaz Dağları
 
 

 
 
Gezdiğim yollar, gördüğüm güzellikler...






































































Blog Widget by LinkWithin