Eşyalar ve anılar  

Posted by Asuman Yelen in , ,




Evde kalmış olmak keyfiyeti, iki anlamıyla da, yaşamımı olumsuz ya da olumlu anlamda çeşitli şekillerde etkilemiştir.

Bilindik birinci anlamıyla özellikle bizim toplumumuzda, nahoş bir durum olduğu su götürmese de, hayattaki en büyük sıkıntımın bu olduğunu söylemek, bunu hiç kafaya takmadım demek kadar gerçek dışı bir söylem olmaktan öte gitmez. Benim hassas dostlarım, zaman zaman nezaketten, zaman zaman da samimi olarak benim rahat, özgür yaşamımı kıskandıklarını söylerler. Ben de onlara zaman zaman imrenir, zaman zaman da Allah beni korumuş derim, yaşam sürer gider...

Çook eskilerde, çok sevdiğim benden çok büyük bir ablamız, ileri bir yaşta, kendisinden çok küçük biriyle çok kısa süren bir evlilik ve boşanma ertesi üzüntüsünden yataklara düşmüştü. Kendisini toparladıktan sonra, aslında pek de neşeli bir mizaca sahip olan bu şirin abla, " iyi ki de evlendim, böylece nüfus cüzdanımdaki 'bekâr' ibaresinden böylece kurtulmuş oldum" demişti.

Aslında bugün bahsetmek istediğim bambaşka bir şeyken bu konuda bu kadar uzun bir girizgah yapmış olmam bile benim bu konudaki şuuraltı ve şuurüstü durumumu güzelce ortaya koymakta.

Neyse ben ikinci evde "kalmak" halinin bendeki olumlu ve olumsuz etkilerine geçivereyim heman.

Evet sırayla, teker teker herkes, evlenip giderken, özel ufak tefek şeyler dışında hiç bir şey almayıp, pırıl pırıl yeni eşyalarla donattıkları yeni yuvalarına yerleştikten sonra gördüm ki bir dolu ve hep aynı eşyalarla yaşayıp gitmekteyim.

Kader belki de çok güzel bir aile içinde büyüyen ve aynı güzellikte bir aileye ve sekiz çocuğa sahip olmak isteyen (gerçekten) beni, geçmişin bir ev dolusu anısına bekçilik edebilmem için evlenmekten alıkoymuştur.

Örneğin kutular dolusu resim. Albümler. Kutular dolusu mektup. Babamın anneme birinci ve ikinci askerlik döneminde yazdığı "Benim sevgili refikam..."diye başlayan mektuplar, babamın evrakları, ingilizce, fransızca kitapları, dosyalar dolusu müsveddeleri, ağabeyime asker iken yazdığımız, ondan bize gelen "Not:Havagazını kapamayı, kapıyı zincirlemeyi unutmayın" diye bitirdiği mektuplar. Ablamın mektupları, günlükleri, benim mektuplarım. Hepimizin karneleri.
Ve tabii kitaplar...dergiler. 1950 lere ait İng. National Geographic' ler, Fr. Selection' lar , içinde babamın tefrika hikayeleriyle dolu sağını solunu farelerin kemirdiği ( bir zamanlar) sararmış yığınla gazete.

Zamanın etkisiyle safran sarısı rengine bürünmüş dallı güllü yıpranmış yüzüyle incecik yün çocukluk yorganımız. Muhtemelen annemin çeyizinden. Bir de sarı-kahverengi arası (beyaz olması gereken mitilden bahsediyorum) bir yün yastık. Kullanılmıyor ama kesinlikle atılamıyor.

Babamın fotoğraf makinesi ve ufak bir dokunmayla ufalanacak kadar eski F klavye daktilosu. Ağabeyimim çocukluktan kalma akordeonu.

Yine kaybettiğimiz bir büyüğümüze ait agrandizör.

On yıl önce kaybettiğimiz en küçük teyzemin atılmak üzereyken kurtarılan resimleri, içinde beni elimden tutup sinemaya götürdüğünden bahsettiği, içinde isimlerimizin tekrar tekrar geçtiği, doğduğumuz günleri, saatleri ile not aldığı sırası ile 3 adet ajanda günlüğü. Kestiği Grace Kelly, Süreyya, Farah Diba resimleri, bir deste mektup.

Örneğin oturma odamdaki iki ikili kanepe bir koltuk ve bir puftan ibaret oturma grubu. 1970 yılında Fatih' teki işinin ustası bir mobilyacıya yaptırılmış olan ve en az beş kere yüzü ve süngerleri değişen süper rahat, sağlam mobilyalar. Dört kardeşin sesi, kokusu üzerlerinde. Ölene kadar benimle kalacaklar. Yani bi kırk yıl daha...

Örneğin bir dolap dolusu mutfak eşyası. Çocukluktan kalma kaşık, çatal ve bıçaklar. Annemin pasta takımından tek bir tabak. Ablamın kahve takımından bir fincan ve tabağı. Farklı tek tek tabaklar. Asla atmayı düşünmediğim.

Bir de emaneten, geri alınmak üzere bırakılıp, asla geri alınmayacağına kani olduğum eşyalar var. Büyük yeğenimin arkadaşlarının yanına taşınırken bana bıraktığı battal kanepesi ve koltuğu, yemek takımının dört adet sandalyesi gibi. Ya da sık sık ve uzun süreli bende kalan ortanca yeğenimin bilgisayar masası ve bilgisayarı, portatif gardrobu, yatağı ve komodini hem de içinin eşyalarıyla. Buna içi onun kitaplarıyla dolu bir kitaplığı da ekleyelim.

Yine eskilerden kalma, (en yenisi bu eve taşınırken aldığım 15 senelik) 3 adet televizyon. Salondaki çalışmıyor. Bir de küçük, mutfakta (20 yıllık) seyredilemiyor. Oturduğum odada seyrettiğimin tüpü bitti, rengi sarardı soldu, seyredilemez oldu. Elim varıp atamıyorum hiçbirini.
Atmak, geçmişe, gidenlere ihanet gibi geliyor. Birlikte karşısına oturup seyrettiklerime...

Geçmişe, anılarına önem veren biriyim ve eşyaların da yaşadıkça anlamlandığına değer kazandığına inanırım. Benimle yaşayan tüm bu eşyalar ben ölene kadar bulundukları yerde kalacaklar. Bu kesin.

Ama bu, benim de ara sıra şöyle tek tek kendi elimle seçtiğim yepyeni eşyalarla döşeli, pırıl bir evde yaşama hayalleri kurmama engel değil. Gerçekleşmesi mümkün olmayacak tüm diğer hayallerim gibi...

This entry was posted on 10.10.2010 at Pazar, Ekim 10, 2010 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

14 yorum

Vefa bu olsa gerek....
Neden hüzünlendim ben bu yazdıklarına....
Oysaki ne güzel yazmışsın. Vaktiyle alınan eşyaların değeri yaşanmışlıklarla artıyor. Bizim bir parçamız haline geliyor.

Ayrıca sen evlenseydin bile onları atmazdın sanırım.
Sen şu an aylinin evini bir görsen, Ceyizini bir görsen.
Anneannesinin evini buraya taşıdı:)
Retro bunlar diye ne peçete bıraktı ne havlu.Yeni olan taşlı pullu örtüler yerine benim çeyizimdem kalma kanaviçeleri tercıh etti. Benim 25 yıl önce aldığım ama uzun süredir kulanmadığım yemek odasının
gümüşlüğü şimdi onun evinin salonunu süslüyor:))
Artık kayınvalideleri neler düşündü hakkımızda bilmek bile istemiyorum tabii:))

O sekiz cocuk hayallerini kaç yaşında kuruyordun Asucum?:))
Yok yani iki cocuk üç cocuk hayali duydumda sekiz cocuk hiç duymamıştım:)))
Öpüyorum seni canım...

11 Ekim 2010 03:32

Neden hayal olduğunu düşünüyorsunuz anlamıyorum. İki evi olan yok mu bu dünyada. Biri anılarınızın evi, diğeri sizin eviniz olur.

İnanır mısınız siz anlattıkça ben huzur buldum.

Sevgiler

11 Ekim 2010 09:38

Anılara ve eşyalara değer vermek, yaşama hakkını vermekle eşdeğer Sünter' cim. Genellikle bu farkındalık yaşamışlık, görmüş-geçirmişle kazanılır ama Aylin gibi sorumluluk sahibi iyi yetişmiş bir genç gibi tek tük örnekler, "hay bu evde kalmış kızın babasının şarap çanağına, anılarına" mealinde bol iltifatlı cümleler kuranların yanında pırıl pırıl parlıyor.
8 çocuk benim ergenlik fantazim. Bir Holywood filminden mülhem. Seneler ilerleyip zaman geçtikçe eşim dostumun 7-6-5-4... diye hep birlikte 40 larda 0 a düşürdüğü sihirli rakam.

11 Ekim 2010 10:26

İki kuşağın geçmiş anıları var demek sizde sevgili Asuman. ben de genç kızken bir gün annemle babamın nişanlıyken birbirlerine yazdıkları mektupları bulmuştum, okurken süper keyif vermişlerdi.
Evli olmak...
Çok da matah bir şey değil. Evliliği atabilmek hele çok sancılı bir süreç.

Çok keyifli bir yazındı yine. Tekrar tekrar okudum.

11 Ekim 2010 10:36

Hayat kendine has durumların artı ve eksileriyle devam ediyor. Önemli olan keşke dememek. Hayat bir öğreti, her yeni gün, geçmişten anılar ne çok değerli. Bencede evli olsaydın, sekiz çocuğa sahip olsaydın da bu eşyalar hayatında yine yer bulurdu Asuman abla:).

Ben o anılara ait yazıları okudukça bu yaşamın bir parçasıymış gibi hissediyorum.

Sevgilerimle, öpüyorum....

11 Ekim 2010 10:43

Neden olmasın? Belki olur, Kim bilir Newbahar' cım...
Yazdıklarımın sana huzur vermesine sevindim.
Sevgiler...

11 Ekim 2010 11:02

Babamın ilk,orta,lise ve üniversite diplomaları, annemin ilk ve ortaokul diploması, babamın lise çağlarından itibaren yazdığı tüm yazıların müsveddeleri (19l5 doğumlu)dersem hesapla Sis.
Evlilik (hele gelinlik ve düğün gibi şeyler) hiç kafama taktığım bi şey değil. Belki çocuk (lar) ...

11 Ekim 2010 11:19

İlknur' cum, gerçek şu ki hiç bir şey dört dörtlük değil. Keşke lerin de kimseye bir yararı yok. Çok haklısın.
Son cümlen beni nasıl mutlu etti anlatamam.
Seevgiler canım. İyi haftalar...

11 Ekim 2010 11:23

Sevgili Asuman,
Ben yeni eşyaların ancak yaşanmışlıklarlşa değerlendiğine inanan iflah olmaz bir duygusalım.Aynı senin gibi.Bu durum eşyalarla yaşam arasında sıkı sıkıya bir bağ kurmamıza neden oluyor.Belki de onlarla zamanı yenip geçmişe yolculuk yapabildiğimiz içindir bu bağlılık ne dersin?

11 Ekim 2010 11:49

Sevgili Defne,
Geçmiş, daha doğrusu sürekli hatırlamak istediklerim, görüntüsüyle, capcanlı anılarla hep belleğimde. O eşyalar da varlıklarıyla bana mutluluk ve huzur veriyor. Yaş ilerleyip yalnız da olunca tüm bunlar vazgeçilmez hale geliyor. Eşyalar, geçmişe yolculukta işi daha renkli daha canlı hale getiriyor sanırım.

11 Ekim 2010 12:38

Sana nasıl katılıyorum bir bilsen, yakında müze eve önüşeceğim. Benim eşyalarımın çoğu da evliliğimde alınanlar ve değiştirmeye kıyamıyorum, herbiri başka birşey hatırlatıyor çünkü. Annemin ilk evlendiği yıl aldıkları iki tahta koltuk bile var oturma odamda, öyle seviyorum ki o eski şeyleri.Onları o gencecik halleriyle o koltukların üstünde otururken düşlüyorum. Kısacası anı koleksiyoncusuyuz galiba biz.

11 Ekim 2010 14:02

"Anı koleksiyoncusu" tanımlaması çok hoşuma gitti. Umarım birer çöp kadına dönüşmeyiz Leylak' cım:))

11 Ekim 2010 19:04
gül  

eşyalar ve anılar.bende okudum bi hoş oldum.bende eskilere deyer verenlerdenim.gel görku cocuklara bunu anlatamiyorum eskı diye bir şey bırakmadılar.onlari saga sola verdikce ruhen bende onlarla gidiyor gibiyim .kendimi şöyle teselli ediyorum iyi oldu galıba ihtiyacı olnların işine yaramiştir.diye.aklıma geldıkcede acaba şımdı nasıllar orda diyorum.aglıycam ya.sabah sabah.neyse allaha emanet olun.kemdinize iyi bakın olurmu.

12 Ekim 2010 12:44

Gül Hanım, hoşgeldiniz.
Lütfen bunun için üzülmeyin. Sizin bir aileniz var ve kendi anılarınızı bu aile içinde oluşturuyorsunuz. Bu durumda geçmişe takılıp kalmak çok da sağlıklı olmayabilir.
ÇOk sevindim uğradığınız için. Lütfen siz de kendinize iyi bakın.
Sevgiler...

12 Ekim 2010 13:27

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin