Fasulyeden bir yazı  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Çok kötü fasulyeymiş. Yazın başında hem de. Çok şaşırdım.Tabağımın bir köşesi ayıkladığım kılçıklarla doldu adeta. Yine de pekala lezzetliydi.

Fasulye ayıklarken, kesinlikle bıçak kullanmam. İki ucunu alırım ortasından çıt diye bölerim o kadar. Annemin usulü. Tabağımı önce kenarları, sonra bir de boyuna ortadan kesilip adeta kılçığa dönüşmüş vitamini kalmamış fasulyelerle doldurmaktansa bir köşesine çıkan kılçıkları itivermeyi tercih ederim.

Çok seneler önce, henüz emekli olmamışken, çoğunlukla yaptığım gibi Haziran ayının ilk onbeşinde kullandığım senelik iznimin ilk bölümünde, dört arkadaş anlaşarak Marmara Adası' na gitmiştik. Ufak, mütevazı bir motelde kalıyorduk. İlk gece akşam yemeğimizi yemek üzere bahçemizdeki masamıza oturduk. Motelin sahibi ev yemekleri yapıyordu. Yediğimiz her şeyi hatırlamıyorum ama ilk gece önüme konan makarnayı görünce attığım küçük sevinç çığlıklarını üç arkadaşım yazımı okuyunca hatırlayacaklardır. Tırtıklı kocaman fiyonk makarnalar, bol kıyma ve yığınla kıvrık domates kabuğu ile birlikte servis edilmekte. Buram buram nostalji...

Çocukluğumda annemin yemekleri bu kıvrık kabuklarla doluydu. Domatesler soyulmaz, sebzeler büyük büyük doğranırdı. Etler kemikli, kemikler de tabağa vura vura çıkardığımız iliklerle dolu olurdu. Karpuzların çekirdekleri ayıklanmazdı örneğin. Merçimek çorbası süzgeçten geçirilmez soğanlar ve mercimekler gözle görülürdü. Tüm yemekleri ekmekle güzelce temizlediğimiz
tek tabakta yerdik. Devasa çatal ve kaşıklarımız vardı. (Bir çatal ve bıçağı saklıyorum hala. O kadar büyük ve ağırlar ki.) O kocaman çatallar ortadaki salataya uzanırdı.

Annemin yemekleri göze değil ama damağa hitap ederdi. Çok lezzetliydiler. Kışın okula gitmeden önce ya da okul dönüşü, yazın toz toprak içinde oyundan gelip tam öğlen vakti mutlaka masanın başına oturtarak, l2- 1.30 yemek tatiline gelen babamla birlikte en az 3 çeşit yemek yedirdi bize hiç aksatmadan. Tabii akşamları da. Bazan ikindi vakti peynirli ya da kıymalı poğaça yapardı . Kocaman kocaman. (Sonra ben de ilk denememde aynı ebatta yaptığım için yiyenler tarafından kınanmıştım. Ne kadar küçük olursa o kadar güzel olurmuş) Su bardağına doldurduğumuz paşa çaylarımız eşliğinde yerdik. Kola, kutu kutu meyva suları yoktu o zaman. O tadı hiç yakalayamadım poğaçada bir daha.

Bu günün bilgisayar başında, annelerinin çabucak hazırlayıverdiği tabağı gözünü ekrandan ayırmadan tüketiveren çocukları düşününce...

This entry was posted on 13.06.2010 at Pazar, Haziran 13, 2010 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

14 yorum

annemin köyünde soda koyarak sarı undan hamur yaparlardı. sonrada odun ateşinde pişirirlerdi. pişi ama kolaç denirdi köyde. Asmanın çubuğundan koparılır batırılır elimize verirlerdi pişene kadar oyalanalım diye. birde yine nohutlu sert köy ekmeğine domat salçası sürülür bahçedeki taze soğanların yeşil yaprağından koparıp yerdik. soğanı yıkamak da ne demek aklımıza bile gelmezdi.

14 Haziran 2010 02:44

Kılçığa saklanmış anılar...

Çocukluğumuz gibi, yediklerimizinde tadı damağımızda kaldı.

Artık hiçbir şey anne eli değimiş gibi olmuyor. Anne olsakta, anne eli olamadık mi ne dersiniz?

Sevgiler

14 Haziran 2010 08:49

Annem de poğaça yaparken küllü su kullanırdı galiba. Bir de kireç kullanarak kabak ve patlıcan tatlısı yapardı.
Ağaçtan ya da tarladan alınıp yanan sebze meyveyi yıkamaya ne gerek vardı ki Şeniz' cim.

14 Haziran 2010 10:14

İşin nostalji boyutu çok önemli Sevgili Newbahar. Ama emin olun yediğim her şey gerçekten daha lezzetliydi. Okuyan dört çocukla ve imkansızlıklarla annem istese de doğallıktan uzaklaşamadığından belki. (Domatesi soymak, çorbayı süzgeçten geçirmak gibi)
Şimdi çabucak yapıp bitirip ekran (TV, pc) karşısına oturmak istiyoruz.Bunun için de hazır besin kullanıp teknikten yararlanıyoruz.(mikrodalga)

14 Haziran 2010 10:28

Ah çocukluğumun sofraları. Burnuma annemin ve Yenimahalle'nin kokusu geldi...

14 Haziran 2010 12:46

Şimdi sağlık adına birşeyler söyleyeceği olanlar tam da bu anlatıklarınıza dönülmesi gerektiğini, herşeyi doğal haliyle, arısıyla, böceğiyle ve bıçak değdirmeden doğrayıp yeyiniz diyorlar ve ben de çok katılıyorum bu düşünceye.
Güzeldi.
sevgiler.

14 Haziran 2010 12:47

Bambaşkaydı değil mi Leylak' cım...
Aynısına erişmek imkansız.

14 Haziran 2010 15:26

Ramazan Bey, birçok bakımlardan dediğiniz doğru ama örneğin domatesi şimdi soymadan yiyemeyiz çünkü tarım ilacı korkusu var. Meyvalar da aynı şekilde. Çaresiz bir durum maalesef.
Sevgiyle kalın...

14 Haziran 2010 15:31

Yediğimiz hiçbir şeyde eski tatları bulmak mümkün değil Asumancığım.Bunda yediklerimizin değil zamanın etkisi yadsınamaz.O zamana ait herşey şimdi efsunlanmış gibi geliyor bana.
Sevgilerle.

14 Haziran 2010 16:42

Tabii her fırsatta her küçük şeyle ruhumuza doluveren geçmişin tadı Zühre' cim. Bir tabak kılçıklı fasulye bana neleri hatırlattı, neler yazdırdı.
Sevgiler canım...

14 Haziran 2010 16:51

Analarımızın yaptığı için mi yoksa o zamanın bitkileri mi?
asla bir daha yakalayamadığımız tatlar.
unlu tüm yiycekler küllü su ile yoğrulur, içine konulan bir kaşık sirke. Of of yapsam bile yakalayamıyorum o tadı arkadaşım.
Domateslerin suyu dirseklerimden aşağıya akarak yiyemiyorum artık:(

15 Haziran 2010 01:21

Hepimizde aynı özlemler Nur' cum. Tamam çocuklukta herşey güzeldi ama, eski tatların kalmadığı da bir gerçek. Şimdi herşey çabucak hazırlanıp çabucak tüketiliyor. Ya da görsellik uğruna besin değerleri feda ediliyor.

15 Haziran 2010 02:39

Asumanim,
tüm yazini "ay evet" "ayy evet ya, aynen" diyerek okudum:)

Yemekleri pisirme tarzi bile ayniymis bizim büyüklerimizin.

16 Haziran 2010 01:16

Sünter' cim, eminim. Belli bir yaşın üzerindeki herkes aynı şeyi yaşamıştır ve çoğu aynı özlemler içindedir.

16 Haziran 2010 10:46

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin