Bir tuhaf romance  

Posted by Asuman Yelen in , ,

Nevin Rauf Konya' da yaşayan bir genç kızdır. Annesi babası bir kazada öldüğü için zengin yaşlı bir uzak akraba himayesinde liseyi bitirmiş sonra bu hanımefendi tarafından çok iyi bir şekilde yetiştirilmiş, dikiş, yemek, lisan öğretilmiş, türlü meziyetlerle donatılmıştır. Bir gün bir avukat gelir ve bir mirasa konduğunu ama bunun için İstanbul' daki kocasının evinde 1 yıl yaşaması gerektiğini söyler. Şaşkın bir vaziyette İstanbul' a gidip evli olmadığını anlatmaya çalışsa da yerine bir başkası geçirilerek o döneme uygun harem- selamlık usulü bir dini (o dönemde aynı zamanda resmi) nikahla evlendirildiği ortaya çıkar. Değer verdiği bir yaşlı akrabanın ricalarıyla kocası çapkınlığıyla ünlü Dr.Nevzat Ekrem Bey' in evine taşınır. Tahmin edildiği gibi nefret ve kavga ile başlayan ilişki aşkla sonlanır.

Bu özet ablamla benim ilk gençlik dönemimizde hemen tüm romanlarını bir çırpıda okuduğumuz Muazzez Tahsin Berkand' ın Sabah Yıldızı isimli romanına ait. Kezban, Bülbül Yuvası ve daha da fazlası Türk filmlerine de konu olan bu romanları rahmetli ablamla bol bol gırgır geçerek ama için için de kalbimiz çarparak yüksek sesle birbirimize okurduk. (Son zamanlarında tedavisi esnasında bulup çıkardığım bu kitapların hayli işimize yaradığını söyleyebilirim.) Kahramanları "cesim" bahçeli büyük konaklarda oturur kışın genellikle Nişantaşı' da yaşarken yazın uzun hazırlıklar yapıp adeta Bodrum' a gidermişcesine Yakacık' daki yazlık köşklerine göçü kaldırırlardı.Hepsi çok seviyeli çok kibar insanlardı. Lala elinde büyütülüp matmazellerle eğitilirler, uzun düzgün cümlelerle yumuşak bir sesle konuşurlardı. Ben 11-12 ablam da 13- 14 yaşlarındaydık o furyada.

Aslında, daha küçük yaşlardan itibaren bulduğu her şeyi okuyan okuduğundan zevk alan bir çocuktum. Annemin " hadi söndür artık şu ışığı" "gözlerine yazık" uyarıları bitmek bilmezdi. Tommiks- Teksas, resimli, resimsiz romanlar, Doğan Kardeş ve bir çok dergi sonrasında yavaş yavaş kitaplıktan alıp okuduklarım. Anlayabildiklerim, anladığımı sandıklarım, hiç anlamadıklarım.

İlk romantik roman maceram ağabeyimin odasından alıp okuduğum bir Kerime Nadir eseriyle ilgiliydi ve başladı ve bitti. Genç kız teğmen olan ağabeyinin yine teğmen bir arkadaşı ile nişanlanır, delikanlıyı çok sevmesine rağmen sürekli ağlamaktadır. Arkadaşının isteği üzerine ağabey kardeşini bir kenara çeker ve bu mutsuzluğun sebebini sorar. Kızkardeş önce anlatmak istemez sonunda baklayı ağzından çıkarır. Hıçkırıklar içinde sarsılarak "abicim ben evlenemem, ben kız değilim" der. Ağabey dehşet içinde kızkardeşine, Asuman da aptal aptal okuduklarına bakar kalır. Sonra da dosdoğru kendi abiciğine koşar ve okuduklarını anlattıktan sonra sorar. "Ben kız değilim ne demek? Yani şimdi o erkek miymiş? Abisi niye kızı tokatlamış???"
Hemen tüm Kerime Nadir romanları toparlandı, ulaşılamıyacak bir yere kaldırıldı. Pek umurumda da değildi. Saçmalıklarla işim yoktu.

Yirmili ve otuzlu yaşlarımda elim kesinlikle bir beyaz dizi eline değmedi. Klasikler, Puzo' lar Hailey' ler Simmell' ler Varlık' ların tümü Sartre, Simone de Beauvoir (lisedeyken kızlar toplanır birimiz yüksek sesle okurdu) Yaşar Kemal, Fakir Baykurt Tüm Bekir Yıldız' lar. Elden ele dolaşan pembe ve beyaz dizilere iğrenerek, okuyanlara da küçümseyerek attığım bakışlar 40 yaşında emekli olana kadar sürdü.

Emekliliğimin ilk haftasından itibaren bir sihirli değnek, dokunuşuyla; o tarihte televizyonda yayınlanan "Hayat Ağacı" ve daha bir sürü dizilerin, çok revaçta olan Hint Filmlerinin (HBB kanal) ve yoğun iş temposundan sonra kapıldığım rehavetin de yardımıyla beni 15 yaşımda yaşamadığım kadar romantik bir hale getirdi. İşte o yıllarda pembe ve beyaz diziler elimden su gibi akıp geçtiler. Bittikçe gidip yenilerini aldım. Sonunda bir beyaz dizi romanı yazacak kadar girdim içlerine. Sanırım bir yaş dönemiydi geldi ve geçti. (Gri omuzlu geniş gözlü)


Gelelim okuduğum romana... ( Yetmiş milyon okurumun esneyerek "NİHAYET :((( " dediğini işitir gibi oldum)

Daha çok küçükken muhtemelen Adana' da seyrettiğimiz bir Hollywood filminin üzerimde bıraktığı etkiyi hatırlayınca hala şaşırırım. İnanılır gibi değil ama ilk romantik etkilenmem ilkokul iki dönemine rastlar. Filmin adı "Demirhane Müdürü."
Servetlerini kaybeden zengin bir ailenin biricik kızının, kendisini çılgınlar gibi seven ve sevildiğini sanan zengin Derblay 'la parası için yaptığı zoraki evliliğin ve sonrasında gelişenlerin anlatıldığı filmde Claire' e çok kızmış, kocasına acımış sonunda da o kadar çok etkilenmiştim ki uzun süre aklımdan çıkmamıştı. Bilgisayar hayatımıza girince deliler gibi bu filmi arattırmış, aramış, ama o ve birkaç başka filmi bulup indirmek mümkün olmamıştı.

Geçenlerde hep yaptığım gibi Gitti Gidiyor dan eski bazı kitapları araştırırken tesadüfen gözüme ilişmişti "Demirhane Müdürü". Önce inanamamış, sonra açıklamalardan filmin senaryosunun kaynağı olduğunu anlamış ve hemen satın almıştım. Ve evet bu hafta onu yavaş yavaş sindire sindire okudum. Çok güzeldi. Çok hoşuma gitti.

Eserin orijinal adı Le Maitre de Forges. 1882 yılında Fransız yazar Georges Ohnet tarafından yazılmış. Hayat Mücadeleleri isimli uzun roman serisinin (ben on iki saydım) ikincisi ve en çok beğenileniymiş. Bütün dünya dillerine çevrilmiş. Bana göre de, okuduğum romantik romanların en naifi, en güzeli.

Umarım yine o kadar çılgın bir on sekiz yaş dönemine girmemişimdir.

Ayıp yahu. Tastamam kırk yıl sonra....



Hep sevgiyle kalalım...

This entry was posted on 8.06.2010 at Salı, Haziran 08, 2010 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

13 yorum

Gir gir, yakışır. Arada bir geri dönüş iyidir. "Demirhane Müdürü" adı hiç yabancı gelmiyor, bende mi izledim ki o filmi?

8 Haziran 2010 23:13

Kim bilir Leylak' cım. Ben Clark Cable' ın diye hatırlıyorum ama onun filmleri arasından çıkmadı. Biri i915 diğeri 1933 de çevrilmiş iki tane var. Oynayanlar tanıdık değil. Ama Türk versiyonları çevrildi.Filiz Akın vardı galiba.

8 Haziran 2010 23:27

Ben 1915 dekini seyretmişimdir muhtemelen, yaşım ona uygun:))
Galiba Filiz Akın'lı versiyondu benim gördüğüm, hatırlar gibiyim...

8 Haziran 2010 23:29

Nevzat ve Ekrem isimleri ne kadar popülerdi o dönem romanlarında. Şiştt çaktırmayın ama Çalıkuşu'nu kaç defa okuduğumu bilmem bile. Her okuduğumda da ( o yaşlarımda tabi ) deliler gibi ağlardım.
Gri omuzlu geniş gözlü ( ! ) tanımınız kadar benim aklımda da " yürek şekilli yüz" tanımlaması kalmış kadınlar için. Şu yaşıma kadar hala yürek şeklinde yüz göremedim gitti :)

8 Haziran 2010 23:40

Sevgili Sishyphos,
Çalıkuşu' ndaki salıncak sahnesi, Piknik filmindeki dans sahnesiyle eşdeğerdir benim için.
Ya sinirlenince çizgi olan dudaklar ya da eklem yerleri bembeyaz kesilen direksiyonu sıkan eller??
Utançtan saçlarının yöbüne kadar(ne demekse) kızaran masum(!) İngiliz yahut Avustralyalı tazeler:)))
Yoo... Hepsini kullanıp ölmeden bir beyaz dizi yazmak farz oldu.
"Gri omuzlu geniş gözlü" tanımı,
bir arkadaşımın "gri gözlü geniş omuzlu" standart delikanlı betimlemesini her defasında şaşırarak söylemesinden doğdu ve öylece kaldı aramızda.

9 Haziran 2010 00:09

Bıraktığım yerden sonra hepsini okudum ve tek yorum "özlemişim"

Birde biliyormusun? ben Kerime Nadir, M.Tahsin Berkant'ın tüm romanlarını okudum, 15 yaşımın kahramanıydı onlar.
Sevgiler...

9 Haziran 2010 00:15

Nur' cum, hoş geldin.
İnşallah güzel bir tatil geçirmişsindir. Özlem karşılıklı.
Bu yazarları okumuş olman hiç şaşırtmadı beni. Kerime Nadir sanıyorum birez daha o döneme göre müstehçen(!) sayılabilirdi. Ama Muazzez Tahsin yazarların hanımefendisi Türkiye' nin Barbra Cartland' ı gibiydi.
Sevgiyle öpüyorum seni....

9 Haziran 2010 00:37

Selaaaam ben geldim:)

Cok sacma bir giris oldu ama napayim nasil ses verecegimi bilemedim, bari sebeklik yapayim dedim.

Ben de Kerime Nadir´in Hickirik adli romanini 15 yaslarindayken almistim. Sonra bir sekilde kaybettim. Gecen sene bir kitapcida bulunca cocuklar gibi sevinip tekrar almistim. Calikusu´nu da öyle.
Zaten bu yüzden erkenden asik olup evlendim galiba:)Özendim mi nedir?:)

Simdi düsünüyorumda özellikle Kerime Nadirin romanlarinda hep teyze cocuklari birbirine asik oluyorlardi.Bunu da yillar sonra idrak ettim yalniz.

O zamanlar tuhafima gitmemis demekki.

Zaman zaman o yaslara geri dönmek güzel oluyor.

Hep birlikte 18 yas havalarina girdik bu gece.
Iyi geldi.

Ayrica seni özlemisim.

9 Haziran 2010 03:29

Sünter,canım, hoşgeldin.
Daha dün gece artık bloguna Sü
nteer neerrdeesiin diye bir not bırakmayı düşündüm emin ol. Çağırdım sanki.
Söyleyecek o kadar çok şey var ki. Önce tebrik ediyorum. Ayci' yi blogunda, resimlerini bir başka blogda izledim.Çok mutlu olurlar inşallah.
Artık uzun uzun görüşeceğiz umarım. ÇOk sevindim döndüğüne.
Kooocamaan öptüm....
Not:Ben de zamanında okumadığım için bu romantikleri evde kaldım herhalde :)))

9 Haziran 2010 10:09

Edebiyat hocamız bizlere Muazzez Tahsin Berkantı okumamızı yasaklamış ailelerimize de tembihlemişti.O yazardan mahrum kaldım ama eski kitapçılarda bulursam alacağım.Yasakları artık delmem konusunda engel koyacak bir öğretmenim kalmadı nasıl olsa.

Ancak yazı ve fotoğraflarınla taa o yıllara ben de gittim doğrusu."Kız değilim" itirafının ne olduğunu soruşun var ya! İşte orada koptum.Laf aramızda ortaokulda bir erkek beni öperse hamile kalırım sanıyordum.sevgilerimle.

9 Haziran 2010 15:41

Edebiyat hocan çok haklıymış Sufi. Bu yazarın romanları beyaz dizinin hiç ayağı yere basmayan gerçekle bağdaşmayan hele edebi değeri kesinlikle olmayan cinsindendi. (Bu hepsi için geçerli aslında ama o yaşlarda ihtiyaç duyuluyormuş böyle şeylere demek ki.) Kızları aylaklaştıracak türden. Biz o dönemlerde ablamla gırgır geçerdik emin ol.Rahmetlinin hastalığı esnasında da tekrar okuyup gülüp oyalanmıştık.
Ben ağabeyime o soruyu sorduğumda ilkokuldaydım. Rahmetli (o da ergendi zavallım) ne yapacağını ne söyleyeceğini şaşırmıştı:))
Hey gidi günler. İnsan gülüp geçiyor şimdi...

9 Haziran 2010 16:33

Asumancığım bana teyzemi hatırlattın. Çocukken teyzemin kitaplığındaki Barbara Cartland'lar dikkatimi çekerdi. Müthiş kapak resimleri vardı,birbirlerine aşk ve sevda dolu gözlerle bakan erkek ve kadın figürleri.Yıllar sonra teyzeme gittiğimde dedim ki ver bana bir tane okuyayım BArbara! Aldım ve okudum :)) Sonuç: Keyif verici.

9 Haziran 2010 16:51

Aynen öyle Zühre' cim. Ama hepsi o kadar. Okuyacaksın, biraz kalbin çarpacak. Gülümseyerek kapatacaksın kapağını ve unutacaksın. Gerçek hayat bambaşka çünkü.

9 Haziran 2010 17:10

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin