Birlikte ırmağı dinliyorlardı. Irmak değişik sesleriyle ığıl ığıl bir türkü tutturmuştu. Sidarta sulara baktı, akıp giden sularda babasını gördü, yalnızdı, oğluna üzülen bir hali vardı, kendini gördü, yalnızdı, o da uzaklardaki oğluna özlem bağlarıyla sımsıkı kenetlenmişti, oğlunu gördü, o da yalnızdı, gençlik arzularının o ateşli yollarında tutkuyla sarsılıyordu, gördüklerinin her biri kendi hedefine yönelmiş, kendi hedefine vurulmuştu, hepsi yaralanmıştı, acılıydı. Irmak bir ağıt tutturmuştu, özlemi türkülüyordu, hedefine doğru özlemle akıyordu, sesi yakınarak yankılanıyordu.
“ İşitiyor musun?” dedi Vasuveda, gözleriyle konuşuyordu. Sidarta başıyla doğruladı.
“ Kulağını iyi ver” diye fısıldadı Vasuveda.
Sidarta iyice kulağını verdi. Babasının, kendisinin, oğlunun görüntüleri, hepsi birbiri içine dağılıp kayboluyordu. Kamala ’nın görüntüsü de bir an belirdi ve kayboldu. Govinda ve başka bir sürü görüntüler birbiri içinde kaynaşarak akıyorlardı, hepsi ırmaklaşıyordu, hepsi ırmak olup hedefe doğru, özlemle, tutkuyla, edilgiyle, etkilenerek akıyordu. Irmağın sesinden özlem yankılanıyordu, ırmak ağıt yakıyordu, hedefine koşuyordu. Sidarta bu telaşı, kendisinden, başkalarından, bütün insanlardan oluşan ırmağın telaşını görüyordu, bütün dalgalar, bütün sular koşuyordu, etkilenerek, acılanarak hedefine yürüyordu, çağlayanlara, denize, girdaplara, göllere, bütün bu hedeflere durup dinlenmeden varılıyordu. Her hedeften bir başkası varoluyordu. Sulardan buhar çıkıyordu, buhar göklere çıkıyordu, yağmurlaşıyor, gökten yağıyordu, birikiyor, taşıyor, kaynak, dere, ırmak oluyordu. Yeniden yeni hedeflere özeniyor, yeni hedeflere doğru özlemle akıyordu. Ama özlemin çağrısı değişiyordu. Etkilenmek, edilgiyi yaşamak, acılanmak doluydu bu sesler, yine arayış ve çaba doluydu, ama başka çağrılar, sesle karışıyordu, sevincin ve acının, iyinin ve kötünün sesi, gülen ve ağlayan sesler, yüzlerce türkü, binlerce ağıt birbirine karışıyordu.
Sidarta dinledi. Dinleyişin içlerine, köklerine doğru derinleşti, içini döktükten, boşaldıktan sonraki boşalmışlığın içinde yakaladı sesleri, dinlemesini sonuna kadar öğrendi. Bu sesleri, ırmağın sesini sık sık dinlerdi, ama bugün bu ırmak bambaşka ses veriyordu. Artık seslerin pek çoğunu birbirinden ayırt edemiyordu, ağlama sesini neşeli seslerden, çocuk sesini , erkek sesinden ayırt edemiyordu. Hepsini, özlemin ağıtını gülenin kahkahasıyla birlikte duyuyordu. Öfkenin haykırışı, ölenin inleyişi, hepsi birdi, hepsi birbiri içinde örgülü, düğümlüydü, bin kez kenetlenmişti, ve tüm ortak sesler, ortak hedefler, bütün özlemler, acıların, hazların, iyi ve kötünün hepsi, hepsinin birbiri için bir arada, birlikte oluşuydu dünya.
Hepsininin birlikte oluşundan olgunların ırmağı oluyordu, yaşamın müziği oluşuyordu, ve Sidarta bu ırmağa dikkatle kulak verdi, kulağını verdikçe, dinledikçe bu binbir sesli türküyü, yalnız acıyı değil, kahkahayı da işittikçe, ruhunu yalnız bir tek sese bağlamayıp ve ruhuna kendi Ben’i ile tek başına sokulmaya kalkmayıp ortak sesleri, seslerin tümünü, o bütünü, Birliği içine duyurdukça, bir tek sesten bin sesli bir yüce türkü yükseliyordu, bin sözlü bir tek ses: Ortak yetkinlik, bir tek bütünde, bir birlik’te içerilen mükemmellik, kendine yeten bir bütünlük yükseliyordu.
Bu parça, Alman yazar Herman Hesse’nin “Sidarta” isimli romanından alınmıştır.
Hintli bir Brahman’ın (din adamı) oğlu olan Sidarta, çocukluğundan itibaren kendisini, dünyevi zevklerden uzak tutarak, kutsal ve günahsız bir yaşam sürerek, mükemmeli aramaya adamıştır. Evinden ayrılarak “Samana” denilen keşişlere katılır. Yıllarca onlarla aç susuz sert bir yaşam sürer. Daha sonra Govinda (Buda) ile karşılaşır, ona katılır, ondan da çok değerli şeyler öğrenir. Bu arada genç bir adam olmuştur, sürekli arayışları devam etmektedir ve çok önemli bir şey keşfeder:” Hiç kimse kendi gerçeğini , başkalarını dinleyerek bulamaz. Hayat başkalarından (ki bu başkası Nirvana’ya ulaşmış Buda olsa bile) öğrenilemez.”
Hayatını yaşayarak öğrenmeye karar veren Sidarta, böylece dünyevi bir yaşam sürmeye başlar. Bu bölümde hayatına kadın , içki, para, kumar girer. Tüm bunları yaşarken de sürekli düşünen ve kendiyle hesaplaşan kahramanımız, bu arada tüm varını yoğunu da kaybedince, şehirden kaçar ve yeniden korulara sığınır. Kendinden iğrenmektedir ve intihar etmek üzere ırmağa yönelir. Bu arada hayatına giren yaşlı bilge bir sandalcı , onun en son ve en bilge hocasıdır. Sidarta onun kulübesinde yalın bir hayat sürmeye başlar. Bu arada bir oğlu olduğunu öğrenir, onu yanına alır fakat çok asi olan bu çocuk onu çok üzer ve kaçar gider. Çok çaresiz ve yorgundur. Bilge sandalcı ona bir gün ırmağı dinlemesini önerir. Tüm gerçek, tüm anlam oradadır.
Bu eserden bir bölüm mutlaka yazmalıydım. İşin zor olan kısmı, hangi bölüm olacağına karar vermekti. Her satırı, her paragrafı birbirinden önemli, birbirinden değerliydi. Bana göre düşünen, yaşamı, varoluşu sorgulayan, doğruyu güzeli arayan herkes bu eseri mutlaka okumalı.
Hepimizin kendi yaşam yolculuklarımızda huzuru ve ışığı yakalamamız umuduyla, yeniden görüşmek üzere…