DİNLENME
Günün birinde, dünyanın en iyi eşi olan karım “Bu yıl tatilimizi nerede geçireceğiz” diye sordu. “-“Dinlenmek zorundasın,” dedi kesinlikle. “ Mutlaka dinlenmelisin.”
Tartışmaya yol açmayan kesinlikle şu yanıtı verdim:
-“Yazı masamın üzeri yarım kalmış işlerle tepeleme dolu. Ben bunları yüzüstü bırakıp dinlenmeye filan gidemem. Ayrıca da kendimi sağlıklı, güçlü ve de genç hissetmekteyim. Uzun lafın kısası, benim dinlenmeye minlenmeye ihtiyacım yok. Kapat bu konuyu ve de unut! Anlaşıldı mı?”
Ondan sonraki iki gün telefon başına geçtim ve hangi tatil köyünde yer bulabiliriz diye araştırmaya koyuldum. Sonunda Galile’nin uzak bir köşesinde, değil benim, kimsenin duymadığı ineği bol bir köyde yer bulabildim. Ben öyle yerli ineklerimizi yakından görmeye meraklı değilimdir, orada yer ayırtmamın nedeni, iki gün boyunca telefonu durmadan kullanmaktan, sağ elimin sağ işaret parmağı uyuştuğundan, daha fazla araştıramayacağımdandı.
Ondan sonra yapılacak şey bana yeni bir mayo almaktı. Bundan önceki mayomu fazla giymemiştim ama evde gümüş parlatmada kullanmış olduğumdan pek işe yarar bir hali kalmamıştı. Derken yeni aldığım da evdeki dişi sakinler tarafından beğenilmediğinden, iki numara daha küçüğünü almam gerekti. İkinci aldığım eflatun rengindeydi, ama hiç olmazsa üzerime oturuyordu.
Sonra geçen yılki güneş gözlüğü güneşte solduğundan, yeni bir güneş gözlüğü, evimizin kapısına sağlam bir kilit, güve ilacı, bir de dayanıklı seyahat yazı makinesi aldım.
Gideceğimiz otelde küçük düşmemek için yeni bir bavul, su altında bile ışık veren bir el lambası, bir de böcek ilacı aldım.
Birkaç kutu uyku ilacı, koskocaman bir çalar saati de bavula attık.
. Çalar saat ne için diye soracak olursanız, yanıtı: Güneşin doğuşunu kaçırmamak içindi.
Bunların dışında elbette aile boyu güneş yağı, spor haberlerini kaçırmamak için radyo, oltalar, yem için kurt, saç fırçası, yeni bir pijama, şampuan, Göbbels’in anı kitabı, bir cibinlik, bir de yeni araba.
Evden ayrılmadan önce de şunlar ayarlandı:
Güncel gazetenin tatil adresimize gönderilmesi.
Komşumuz Feliz Seelig’in her gün uğrayıp mektup kutusunu boşaltması.
Taahhütlü bir mektup gelecek olursa Seelig’lere vermesini postacıdan rica.
Diğer bir komşumuzun hergün eve girip çiçekleri sulaması.
Köpek, kedi, çocuklar ve de akvaryumdaki balık, anneanne ile büyükbabaya teslim edildi.
Bayan Geiger’de evimizin yedek anahtarı bulunduğundan, zaman zaman eve uğrayıp sulara göz atmasını, bazı akşamlar oturma odasındaki ışığı yakmasını, hırsızları ürkütmek için de
arada evde gürültü yapmasını istedik.
Felix Seelig’den de, Bayan Geiger eve girince, ona gözkulak olmasını rica ettik.
Bütün bunlardan sonra evin içine iki haftalık böcek ilacı sıktım. Havagazını, ana su musluğunu ve cereyanı kapattım. Buzdolabının içinde unutulmuş olan margarin, tereyağ, yemek artıkları ne varsa çöpe attım
Bütün bunlardan sonra dinlenmeye ihtiyacım olduğunu ben de anladım. Dünyanın en iyi eşi olan karım gene haklıydı.
KUYRUK-BİLİM
Herhangi bir yere birikmiş olan kuyruğun en sonuna dikileceğine, kalabalığa çaktırmadan önlere doğru gidebilmek ayrı bir bilimdir.
Ama bürokrasi mabedlerine erişmek için insanların sabırla kuyrukta beklemelerine razı olmayıp öne geçebilmek için orijinal buluş sahibi olmak gerekmektedir.
Yani böyle bir problemin üstesinden gelmek herkesin harcı değildir. Ben bu işlerin ustası olarak bir tek kişi tanımaktayım, o da arkadaşım Jossele.
-“Aslında hiç de zor değil, son derece basit,” diye Jossele bana anlatmak istedi.”Ayrıc a da benim buluşum da değil, en azından İncil kadar eski. Zaten benim de aklıma İncil’deki bir hikayeden geldi. Orada da çevredekileri aldatmak için bir başkasının kılığına girildiği yazılı değil midir? İşte ben de bundan esinlendim. Şimdi anladın mı?”
-“Anlamadım.”
-“Ziyanı yok. Diyelim ki ben bir devlet dairesine gitmeliyim, kapının önündeki kuyruk sokaklara kadar uzanmış. Ne yapabilirim? Ceketimi çıkartırım, otomobilimin içinde bırakırım, gömleğimin kollarını sıvarım ve kalabalığın üzerine doğru yürürüm. Zamanında Kızıl Deniz nasıl ikiye ayrılmışsa, kalabalık da beni devlet daire sinde bir memur sandığından, işte öyle ayrılır ve içeriye girmeme engel olmaz. Tüm kuşkuları ortadan kaldırmak için, bazen elime bir fincan çay, ya da koltuğumun altına bir dosya alırım ve çok bilmişin biri yolumu kesmeye kalkışacak olursa, ‘izin verin de odama gireyim…’ derim ve bugüne dek bir aksilikle de karşılaşmadım.
Geçenlerde Jossele’yi gördüm.
Ayağı alçıdaydı, başı da sargı bezleri ile sarılmıştı.
-“Bana kazık attı kalleşler,” diye söylenmeye başladı. “Devlet dairesinde gene bir işim çıkmıştı. Ceketimi çıkarıp koltuğumun altına sıkıştırdım ve kuyrukta duranları küçümseyerek:
-“İzninizle, izninizle, rica ederim, izin verin de odama gideyim…” demeye kalmadan, iriyarı herifin biri avazı çıktığı kadar:
-“ Demek odanda olmadığından biz burada saatlerdir bekliyoruz. Biz bu memlekette vergi ödüyoruz, vergi, anlaşıldı mı?”
-“İzninizle…”
-“Bak hala konuşuyor, şimdi ben sana..”
Ve ondan sonra gözlerimi ilkyardımda açtım.
EPHRAIM KISHON
Neşeyle kalın.