Gazanfer Baba’nın ölümünün ardından, daha üzerimdeki hüzün dağılmadan geliveren uçak kazası derken, hafta; hem kader, yaşam, ölüm üzerine, satırlarca, sayfalarla yazma , böylece, paylaşarak rahatlama isteği ile, diğer taraftan, yetmiş milyon okurumu (!) sıkarım, bıktırırım korkusu ile geçti gitti.
Okan Bayülgen’in Disko Kralı’nı izliyorum. Programın başından itibaren –ki bu gecenin ana teması bu imiş- çeşitli yaş gurubundan, ve cinsiyetten bir takım insanların, hep aynı türkü eşliğinde ( benim çocukluğumdan beri severek söylediğim, izlediğim, “yaylanın çimenine” türküsünün) ileri-geri , sağa-sola çılgınca zıplayışlarını hoplayışlarını izliyorum.
Daha önceleri hiç duymadığım (benim cehaletimden olsa gerek) son zamanlarda ise neredeyse her gün bir şekilde karşıma çıkan , bu garip, düzensiz hareketler manzumesinin adı KOLBASTI.
Önceleri, üzerinde çok da fazla düşünmeden, arkası arkasına seyrettim. Karadeniz bölgesinin bağrından çıktığı ve folklorumuzun bir parçası olduğunu varsaydığım için dikkatle izledim. Fakat her izlediğim , diğerinden o kadar farklıydı ki, doğru parçanın hangisi olduğunu bir türlü anlayamadım. Israrla, dikkatle tekrar tekrar izledim. Her çıkan grup, ayrı figürlerle, farklı senaryolarla zıplıyor. Düzen yok, matematik yok, estetik deseniz o hiç yok.
Arada bir, bembeyaz gömlekleri ile çakı gibi, o bildik, tek vücut ,yekdüzen figürleri ile horon ekibi salındı ortalıkta.” İŞTE BUDUR” dercesine. Ben de zaten “İŞTE BUDUR” dedim izlerken. Matematikse matematik, estetikse estetik, anlamsa diz boyu. Peki bu ve benzeri bir çok ürünleri varken, Karadenizli kardeşlerimiz niçin birdenbire zıplamaya, hoplamaya, kendilerini oradan oraya atmaya başladılar, ve tüm Karadeniz şehirleri bu oluşumu sahiplenmeye uğraşıyorlar!
Bir yandan bu ve benzeri şeyleri düşünür ve bir yandan da programı izlemeye devam ederken, birdenbire yedi –sekiz kişilik işadamı grubu atladı er meydanına. Öncesinde Okan Bayülgen’le yaptıkları kısa söyleşiden anlaşıldığı kadarıyla, çoğu sanayici, çeşitli meslek erbabı, akıllı başlı bu adamlar, kolbastıya merak salmışlar, bir de dersler almışlar. Başladılar zıplamaya. Her biri bir yana savruluyor. Ritim, düzen hak getire.
Öylesine, gülerek, eğlenerek seyrederken, “iyi de neler oluyor böyle bize” diye düşündüm birdenbire. Niçin bu koca koca insanlar zıplayıp duruyor böyle. Dahası ekranlarda niçin bu insanlar sunuluyor ısrarla sen de , sen de, hadi sen de katıl dercesine.
Sonra aklıma bir şey geldi. Ben ilkokuldaydım sanıyorum. Kitaplığımızda bir kitap vardı. Adı “Hoptirinam”. Yazarı Aziz Nesin. İnce bir şeydi. İsmi çok komik gelmişti, rahmetli babama sorduğumda, anlattığından hatırladığım kadarıyla, o ülkeyi yönetenler, fakirlikten açlıktan acı içinde kıvranan halkın, hoptrinam-namhoptri-trinamhop diyerek sokaklara dökülüp oynamalarını sağlamışlar. Halk zıplayıp hoplarken onlar da gülüp eğlenerek seyretmişler.
Şimdi, satırlarımı bitirip, google’dan araştıracağım, hatta hemen kitabı satın alıp, okuyacağım. Bu kitabın birdenbire taa altmışlı yıllardan çıkıp da aklıma takılıvermesi bence hiç de hayra alamet değil. Ben yengeç burcundanım. Umarım aklıma geliveren başımıza gelmez.
Yetmiş milyonun uykusunu kaçırdığım için çok üzgünüm.
Güzel günlere...