Seni, bir yılbaşı gecesi, minik bir berenin içinde getirdiler. Elime tutuşturuverdiklerinde hissettiğim; tedirginlik, çekingenlik ve şaşkınlıktı. Belki biraz da pişmanlık. Öyle ya, seni ve kardeşlerini görüp, kardeşlerinden birini alan arkadaşım, bir gün önce , sizleri öylesine ballandırarak anlatmıştı ve çaresizliğinizi, kimsesizliğinizi dile getirirken öyle duygusaldı ki , hiç duraksamadan, hemen yarın getir, demiştim.
Ama o gün, sanırım ikimiz de şaşkındık. İkimiz de diğerimiz hakkında hiçbir şey bilmiyorduk ve ikimiz de korkuyorduk.
İlk üç ay, sen, her şeyden habersiz yatıp uyurken ya da etrafına bakınırken, ben çok çaresiz ve umutsuzdum. Sana ne yedirip ne içireceğimi bilmiyordum. Seninle nasıl diyalog kuracağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Bu süreçte çok perişan hissettim kendimi. Beceriksiz ve asabiydim. Sen ise, benim tüm bu hissiyatımdan habersiz, masum ve şirin dolaşıp duruyordun ortalıkta. Zaman zaman öyle şaklabanlıklar yapıyordun ki kahkahadan kırılıyordum. Tuhaf bir süreçti.
Sonra büyümeye başladın. Sesin de büyüyordu. Dostlar uzaklaşmaya, komşular daha az gelmeye başladılar. Her gelene havlıyordun çünkü. Seviniyordun ama ifade biçimin ürkütücüydü.
Altıncı ayda kırılma noktasına ulaştım. Gelen gidenim neredeyse bitmişti, temizlik sorununu halledememiş, patron olmayı becerememiştim. Uzun uzun düşünüp çok ince araştırmalardan sonra seni, çok sevdiği köpeğini kaybeden sevgi dolu bir hanımefendiye, gönlüm rahat olarak teslim etmeğe karar verdim. En iyisi buydu. Altı ay, iki tarafı birbiri için vazgeçilmez kılmaya yetecek bir süre değildi. Vicdanım çok rahattı. Doğru kararı vermiştim.
Sonrasında , telefonda salya-sümük müstakbel sahibenden özür dilemeye, hıçkırıklar arasında bunu asla yapamayacağımı anlatmaya çalışırken buldum kendimi. Berbat durumdaydım.
Bugün, o günü sadece düşününce, yapmaya kalkıştığım şeyi tasavvur edince bile, kendimden utanıyorum. Ya verseydim, diyorum. Ben Paçoz' um olmadan ne yapardım, diyorum. Sen benim yavrumsun. İnsan evladını verir mi?
Seni çok şımarttığımı biliyorum. Seni ellerimle besliyorum. Seni dolaştırıyorum. Seninle oynuyorum. Senin de beni sevdiğini biliyorum. Ben sevinince seviniyor, üzülünce sessizliğe bürünüyorsun. İkimiz de mutluyuz. Halimizden memnunuz.
Seni hep mutlu ve neşeli görmek istiyorum. Oysa sen, bazen camın önüne oturuyorsun. Parkta koşuşturan (sıska, yaralı ama özgür ve mutlu) arkadaşlarını izliyorsun imrenerek. Bazen, daha da uzaklara dalıyor gözlerin. İskoç ormanlarında özgürce koşuşturan büyükannelerini düşünüyorsun belki de. Böyle zamanlarda senin için çok üzülüyorum.
Zaman zaman çok soğuk, karlı ya da sağanak yağmurlu günlerde, sokaklarda; araba altlarında yol kenarlarda titreşen o çaresiz köpekleri görüyorum. O zaman da sıcacık bir koltuk ya da kanepede sereserpe uzanmış yatan seni düşünüp rahatlıyorum.
İyiki yanımdasın Paçoz’um. İyi ki burada benimlesin.
Seni çok seviyorum sevgili tutsağım benim.