“Gülşah sofraya dizdiği yemeklere son bir göz daha gezdirdi. Bamya, salata, iri iri turplar, maydanoz, ekmek, su, haşlanmış yumurtalar, bumbar, tamamdı her şey. Ziynet’ le ikisi oturmadılar sofraya. Ziynet’ in mangalda pişirdiği köfteleri erkeklerin önüne doldurdu.
Hasan’ a da ayırdı köfte. Kendisiyle Ziynet’ e ayırmadı. Hele bir erkekler yesin. Yemeği iştahla çiğneyen erkek avurtlarını seyretmek, görevini yapmışlık duygusu verir Gülşah’ a. İşte tam bu seyre hazır olduğunda açılıverdi kapı. Şaşırdı Gülşah. Sanki köfteler iyi pişmemiş, sanki sofrayı erkeklerin önüne zamanında sürmemiş, sanki eline bakan mideleri aç komuşcasına suçlu suçlu bakakaldı kapıya.”
Siyasi suçtan ötürü, Ankara’da bir yıl hapis yatan Oya, siyasi sürgün olarak iki buçuk aylığına Adana’ ya gönderilir. Orada bir otel odasında kalmakta ve her gün bulunduğu bölgenin karakoluna imza vermektedir. Oralarda tanıdığı Maraş' lı bir arkadaşı onu evlerine yemeğe davet eder. 12 Mart döneminin en karışık günleridir. Gecenin orta yerinde polisler evi basar.
“ Divanın ucuna ilişmiş oturan Oya, ev içi düzeninin bozuluvermesinden neredeyse memnun. Kapı açılana dek öylesine rahatsız, öylesine uyumsuzdu ki, ansızın açılan kapı rahatlık getirici bir yenilik gibi göründü ona. Sofranın tek kadını olması, Gülşah’ la Ziynet’ in sofraya oturmayıp hizmet etmeleri sıkıyor, böylece somutlaşan ayrıcalıktan utanıyordu. Hele Ziynet’ le Gülşah’ ın bunu doğal karşılamaları! Başka, kendilerine benzemeyen bir şey Oya. Hoş karşılıyorlar, bunun üstünde bile durmuyorlar.”
Okuduğunuz bu parçalar, Sevgi Soysal’ın “Şafak” isimli romanından alınmıştır. Aynı dönemde bir yıllık mahkumiyetten sonra Adana ’da sürgün yaşayan yazar, bu eserinde, o gece baskınıyla başlayan süreci anlatırken, tüm eserlerinde olduğu gibi, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla karşılaştığı, önemsediği herkesi sade bir dille, yargılamadan, tüm gerçekliliğiyle betimliyor. Anlamağa çalışıyor.
Gülşah ve Ziynet’ ler, güzel Anadolu’nun , anaç, sevecen kadınları. Oya’ lar, Sevgi Soysal’ lar ,yurdumun, aydın, savaşçı kadınları. Tarlada, bankada çalışanlar. Yazan, çizen kadınlar.
Sevgi Soysal. Bana göre Türkiye’ de gelmiş -geçmiş, kadın yazarların en iyisi. Ölümünün üzerinden çok zaman geçtiği halde, dipdiri karşımızda duruyor ve göz kırpıyor. “ O günlerden bu günlere ne değişti ” dercesine.
Sonra … Bir diğer kadın
Masmavi gözleri, içten gülümseyişi, duru güzelliği ile Su Yücel. Heyecanla resimlerini gösteriyor, projelerini anlatıyor. Ekrandan yansıyan enerjisi ile adeta “siz oturun öylece” diyor. Bir bakıyorsunuz Buca’ da, bir evin bahçesine dizmiş rengarenk tuvalleri. Sonra, bir bakıyorsunuz, Diyarbakır’ da. Yüz kadının eline tutuşturmuş, yüz fırçayı.” Çizin ne isterseniz “ demiş. Birinden diğerine koşuşturuyor. İşin en güzel yanı da seyrederken onu, diğerlerinden ayırt edilemeyecek kadar onlardan oluşu. Giyimiyle -kuşamıyla, tavrıyla. Babası gibi, babası kadar insan, Londra’da doğmuş, Strasbourg’ da okumuş olan Su Yücel. Hasan Ali Yücel ’in torunu, Can Yücel’in biricik kızı, Su Yücel.
Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi adeta bir suyun
Ayakucunda sen oturuyorsun.
Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum.
Can Yücel
Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun.