Pembe Kadın. Annemle seyredebildiğimiz tek tiyatro oyunuydu. Uzun zaman tesirinden
kurtulamamış anlata anlata bitirememişti. Sahne performansı olarak birlikte izleyebildiğimiz
bir de Winsdor' un Şen Kadınları opereti vardı ki onu da ayakta alkışlamıştı.
Hafta sonlarında tiyatroya gittiğimiz gençlik dönemlerimizi düşünüyorum. Kot pantalonların
yaşamımıza girmediği dönemleri. Söz konusu tiyatro ise daha bir özenle giyinirdik. Hele
hele Kenter Tiyatrosu' na gidilecekse , telaş iki katına çıkardı sanki. O kadar önemliydiler
ki bizim için. O kadar özeldi ki kişilikleri ve oyunculukları. Biraz sersemnlemiş, ama son
derece tatmin olmuş bir şekilde yürürdük çıkış kapısına sessiz kalabalığın arasında.
Salıncakta İki Kişi, İçerdekiler, Buzlar Çözülmeden,Vanya Dayı, Harold ve Maude,
Seneye bu gün, Babalar ve Oğulları, Arzu Tranvayı, Yarın Cumartesi, Nalınlar...
"Sanatçılar" ölmez, eserleriyle sonsuza dek yaşarlar denir. Öyledir de. Tabii elimizi
her sallayışta birine dokunduğumuz, kendilerinden "biz sanatçılar" diye söz eden tek
şarkıyla, tek filmle, meşhur olmuş takımdan, "benim neyim eksik, sahne tozu yutmak
istiyorum, bana ne bana ne " diyen seksi mankenlerden söz etmiyoruz.
Evet sanatçılar ölmez ama, ben ayrıca Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşlerin gerçekten,
fiziki anlamda da asla ölmeyeceklerine inanırdım sanki. O kadar pozitif, o kadar
üretken ve verimli ve o kadar capcanlı ve devasa idiler ki.
Olympos tanrıları gibi...
1980 lerin başlarında, çok sevdiğim bir arkadaşımın bana hediye ettiği şiir kasetini,
her bir araya gelişimizde teybe koyar, cin- tonik eşliğinde keyifle dinlerdik.
Şimdilerde ne zaman elime bir kadeh cin tonik alsam, o özel karışımın kokusu derhal
şu dizeleri çağrıştırır, beni o günlere götürür.
"Kim söylemiş beni Süheyla' ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş ama kim, Eleni' yi öptüğümü..."
Bu güzel sesi bir daha sahnelerde duyamayacak olmak, ne hazin!
Nurlar içinde yat Müşfik Kenter....