TANRININ RAHATSIZLIĞI
18.Yüz yılın ortalarında ... (1788 - 1860)
*Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu.
Çünkü dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.
Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattıği şeyi göstererek ona şöyle bağırmak
hakkımızdır: " Bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna,
hiçliğin, sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın? "*
Arthur Schopenhauer
19. Yüz yılın ortalarında... (1861- 1941)
*Uzaktan ölümün şamatasını duyuyor musun?
Ateş selleri ve zehirli bulutların arasından gelen bağırmayı, gemiyi
adlandırılmamış bir sahile çevirmesi için kaptanın dümenciye seslenişini
duyuyor musun?
Zira vakit gelmiştir.
.............................
Dünyadaki bütün kara fenalıklar onların sıralarından taşarak aştı.
Yine de, ruhlarınızda kederin takdisi ile yerlerinize geçiniz.
Kimi kabahatli bulabilirsiniz ki, kardeşler?... Başlarınızı aşağıya eğiniz.
Günah sizin ve bizimdir.
Asırlardan beridir, Tanrı' nın kalbinde çoğalan hararet; zayıfın kahpeliği,
kuvvetlinin küstahlığı, şişman refahın oburluğu, gadre uğramışın adaveti,
( düşmanlığı,) ırkın gururu ve insana hakaret; bora şeklinde gazaplanıp Tanrı' nın
huzurunu parçaladı.
Böbürlenmek ve zemmetmek ( kınamak) şamatasını kesiniz.*
.....................................
Rabindranath Tagore
SEN VE DİĞER İNSANLAR
SCHOPENHAUER' DEN "KABUK" ÖNERİLERİ
*Kalbin gerçek, derin barışı ve tüm ruhun huzuru sadece yalnızlıkta bulunur.
*Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir
eğlenceye sahiptir.
*İnsanları tanıdığımdan beri hayvanları severim.
*Önemsememek önemsenmeyi getirir.
*Gençliğin en başta gelen öğrenimlerinden biri yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalı;
yalnızlık mutluluğun, ruh dinginliğinin kaynaklarından biridir çünkü.
*Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin.
Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü, bırakın insanları, köpekler bile
büyük dostluklara katlanamazlar.
TAGORE ' UN "KABUK " ÖNERİSİ
*Düsünüyorum da,
sanirim en büyük korkumuz oldugumuz gibi görünmek.
yumusacik kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin kesfedilmesi,
cesaretsizligimizin anlasilmasi,
korkularimizin paylasilmasi
sanki zarar görecegimizin en büyük isareti.
kabuklarimizin altinda
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayiz.
ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarimizin ardinda.
hissedilmeden, el degmeden, sevgimizi göstermeden.
istiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
kirpiler ve kaplumbagalar gibi.
sahi koruyor mu bizi bu çatlamamis sert kabuk?
kimse incitemiyor mu duygularimizi, inançlarimizi, benligimizi?
yoksa zarar mi veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
hissettiklerimizi gölgeliyor, yansitmiyor mu gerçek kimligimizi?
duygularimizi bastiriyor, el ele tutusmamizi engelliyor mu?
eger bir yildiz gibi isil isilsam ve bir yildiz kadar parlak.
ne çikar atesböcegi sansalar beni.?
.................................................
oysa bir görebilsek bunu.
kalmadi böyle insanlar demesek.
güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
kirilmaktan korkmasak.
incinsek, yaralansak.
ne olur bir darbe daha alsak.
yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabugu.
denesek.
risk alsak.
yanilsak.
fark etmez.
tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
ve kucaklassak yeniden.