Tecavüzcülerin, katillerin, fetöcülerin ilk duruşmadan sonra salınıverilip, bazılarının hiç
sorgulanmadığı, hepsinin ellerini kollarını sallaya sallaya dolaştığı bir zamanda
birileri, çok iyi niyetlerle, koruma amacıyla (!) beni ve yaşıtlarımı evlerimize
kapatıverdi. En unutmaya çalıştığımız zamanda, başımıza vura vura yaşlarımız
hatırlatıldı. Gençler işlerinde güçlerinde yorgun argın çalışırken biz düzenli yürüyüşlere
çıkıyor, sabah kahvaltılarımızı keyifle, genellikle dışarıda yapıyor, öğlenleri şık
şıkırdım giyinip bakımlı ve keyifli bir şekilde sahillerde balıklarımızı yiyorduk.
Çocukları evlendirmiş, kocaları başka dünyalara uğurlamış ya da bir köşeye
sindirip oturtmuşken, tam özgürlüğümüzü tamamen ele geçirmişken ve kıymetini
anlamışken, otoritenin iyi niyetli eli uzandı, bizleri pamuklara sardı ve en yumuşak
sesiyle şöyle dedi:
" Dedelerimiz...Ninelerimiz... Sizler yaşlı ve korunmaya muhtaç kişilersiniz. Zaten
çoğunuz hastasınız. Corona sizi hammm eder. Artık sizler evinizin en mutena
köşesinde oturacaksınız. Bizler sizlerin eli-ayağı, gözü-kulağı, ağzı-burnu ve daha
birçok uzvu olacağız. Sizi çok seviyoruz. Ama asla ve asla bir adım bile dışarı
çıkmanıza izin vermiyoruz. Sevgimiz saygımız sonsuz olsa da, şakamız yok
cezalarımız da amansız. Sakın ha çıkayım demeyin zamansız...! "
Böylelikle, değerli ve keyifli ikinci, hayır üçüncü, yoksa dördüncü mü ( her neyse
bahar bahardır kaçıncı olduğu kimseyi ilgilendirmez ) baharımız ansızın kışa
dönüşüverdi.
Genel durum böyle...
Bana gelince bu, bana hiç yabancı olmayan bir yaşam tarzı aslında. Evimi severim.
yalnızlığı severim. Ama gelgelelim, hastalığı hele de yalnızken hiç sevmem.( Hayret! )
Hele de pandemi boyutunda, şakası olmayan, nereden geleceği bilinmeyen, tedavisi
belirsiz bir illet ise...
Bir sürü ölüm, bir sürü ihtilal, üçü büyük bir sürü deprem, kıbrıs çıkartması,
çatışmalar, tartışmalar, kalkışmalar derken, "bu da mı gelecekti başımıza" dedim ve
kaderime boyun eğip oturdum.
Zaman geçince, başlardaki korkumu yenerek, her zamanki gibi yalnız yaşamıma
devam etmeğe kendime farklı meşgaleler aramağa başladım.
Tabii bir alışverişe bile çıkamamak, rutin dost toplantılarını yapamamak, standart
bakımları yaptıramamak gibi can sıkıcı durumları da eklemek gerekir.
Biraz okudum. Televizyon izledim. " Survivor" u her zamanki gibi takip ettim.
Yayınlandığı zaman hiç ilgilenmediğim yerli romantik komedilerinin tekrarının
( Yerlisini, yabancısını hiç sevmem ) üçünü birden eş zamanlı olarak izledim.
Bu, çok eğlenceliydi. Baş rollerde şortlu uzun beyaz bacaklı üç güzel kız,
o kızların biri genellikle topluca üç beyaz uzun bacaklı, şortlu ( üçü de yaz dizisiydi
zannımca ) kankası, ( çoğu zaman bu hangi dizideydi diye düşündüğüm, ) üçü de mavi
gözlü, yapılı ve havalı üç delikanlı, onların da daha az yapılı orta boylu arkadaşları,
oğullarının ve kızlarının yanında kızkardeşleriymiş gibi duran botokslu anneleri, ve
olmazsa olmaz hatta ( biri iki dizide de aynı anda oynayan ) akıllara seza nev-i
şahsına münhasır bir şaklaban erkek tipi. Varlığıyla fena halde sinir bozucu,
yokluğuyla hiç bir şeyin değişmeyeceği garip tipleme. Konu (ları) şöyle, adeta
bir beyaz kâğıda tek bir senaryo yazılmış, iki fotokopi kâğıdıyla iki beyaz kâğıtla
üçleşmiş, yürek hoplatan bir romantizmle bezenmiş üç dizi. Kalbim çarparak izledim.
Bu eski yaz dizileri, emeği olan herkese minnetarım, tam amansız yaşımın moduna
otorite eliyle sokulmaya çalışılırken, beni aldılar, taaa 17 yaşıma yeniden getirdiler.
( Götürdüler demiyorum dikkatinizi çekerim. Zaten oradaydım çünkü...)
Sevgiyle ve keyifle kalın..
This entry was posted
on 4.08.2020
at Salı, Ağustos 04, 2020
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.