1980 Eylül başları. Ağabeyimden sonra 1978 yılında ablam da evlenince,
Rayuş' la ikili yaşantımız başlamış, o tarihlerde kiracı da çıktığından, yeni
kiracı aramak yerine iki kız kardeş, biraz tadilat yapıp yeniden Fatih' e geçmişiz.
Gündüz vakti evde olduğumuza göre, bir tatil günü. Cumartesi ya da Pazar.
Ben arkadaşım Nilgün' le camdayız. Ya birileriyle konuşuyor, ya da ilgimizi
çeken birşeye bakıyoruz. Ev biraz yüksek zemin katı bu arada. Rayuş da
kendine pedikür yapmakla meşgul.
Camda işimiz bitince sık yaptığımız gibi, tavla oynamak üzere içeri geçiyoruz.
Sehpayı ortamıza alarak pulları dizmeye başlıyoruz ki birden sokakta önce bir
patırtı, koşmaca- kovalamaca, arkasından silah sesleri. Çatışma bizim evin
önünde yoğunlaşıyor. Şaşkın kalakalmışken bir kurşun bizim camın pervazına
çarpıp sekiyor. Kendimizi yere atıp sürünerek yatak odalarına kaçıyoruz. Nilgün
bağırıyor. "Rayuş... vurulmuş....".Rayuş'un sürünerek gittiği beyaz taşlarda iki yol
kırmızı izi gösteriyor. Hemen sağını solunu yokluyoruz. O ise korkudan sararmış
yüzüyle gülmeye çalışıyor. "Kan değil oje" diyor titrek sesiyle. Ojesi kurumadan
kendini yere atıp sürüklenince...
Biz kendimize gelemeden. apartman boşluğunda bir ses. "Yaralıyım..lütfen..
yardım edin..".İlk anda kapıya koşmak istiyoruz. Sonra korkuya kapılıyor
vazgeçiyoruz. Belki başımıza gelebileceklerden, biraz da yapabilecek birşey
olmadığından. Bir köşeye siniyor birilerinin gelip yardım etmesini bekliyoruz.
Yaralı bir saat kadar inliyor, sonra polisler geliyor alıp götürüyor. O gece evde
kalamıyor, karşı apartmana Nil' lere geçiyoruz. Rayuş bütün gece kusuyor.
Kulaklarda hep o inleyen ses...
O günlerde sokaklar böyle. Yan komşumuzun oğlunun ölüm haberini
alıyoruz. İstanbul' a ilk geldiğimizde (1964) sokaklarda oynayan kıvırcık saçlı küçük
oğlan. Bir kahvehane taranması esnasında onlarca kişiyle birlikte vurulmuş.
Bir komşu, kızını uzunca bir süre sakladıktan sonra binbir zorlukla İsviçre' ye
yolluyor. Bir süre sonra yanına gidip, cenazesiyle dönüyor. Bazı arkadaşlar
hapiste. Orada evlenenler, oraya girdiği için terkedilenler...Her gün fakültelerdeki
çatışma haberlerini okuyoruz. Kanlı-ölümlü...
11 Eylül 1980 Cuma gecesi bankadan çıkıp ablamlara gidiyoruz. Cumartesi günü
oradayız. Hazırlık yapılacak. Pazar 13 Eylül doğum günü için toplanılacak. Sabah
erken birşeyler almak üzere çıkan enişte eli boş dönüyor. Darbe ...diyor şaşkın...
Camlara koşuyoruz. Ablamın 12. kattaki tüm İstanbul' a hakim büyük balkonuna çıkıyoruz.
Oto yollar, ana yollar, yan yollar , köprüler, geçitler, caddeler, sokaklar bomboş.
Çift camın ardından duymaya alıştığımız vasıtaların yoğun uğultusunun yerini tuhaf bir
sessizlik almış.
Önce derin bir ohhh çekiyoruz . Bitti artık. Artık kan dökülmeyecek.
Aman gençlerin kanı durdu ya. Biz ötesine razıyız diyoruz.
Ama sonra görüyoruz ki biten hiç bir şey yok.
Tüm, o vatan için canlarını ortaya koyan, farklı ideolojılerle ama iyi niyetlerle
ülkeleri için kendilerini feda eden gençleri, kendi çıkarları için çatıştıran sinsi güçler,
kirli kocaman ellerini hiç üzerimizden çekmiyorlar.
Ne işkenceler bitiyor, ne suikastler. Hep parçalıyorlar, hep ayrıştırıyorlar bizi.
Din istismar ediliyor. Atatürk kullanılıyor.
Masum gençler yine sokaklarda. Daha güvenli, daha bilinçli ve daha farkındalar bu kez.
Kendileri için, ülkeleri için, kendi özgürlükleri ve ülkelerinin özgürlüğü için.
Dayanabildikleri kadar seslerini duyurmaya devam ediyorlar. Edecekler.
Etmeliler. Çocukları için.
Onların özgür bir ülkede yetişeceğinden emin olana kadar.