Raskolnikov ve Hünkâr Beğendi  

Posted by Asuman Yelen in ,


"Raskolnikov, yeni giysilerini giydikten sonra masadaki paralara baktı............"


Devamını hatırlayamadım ama böyle başlıyor tanıtım filmi. Görme engelliler için hazırlanan

bir sesli çalışma ile ilgili. Reklam amaçlı da olsa, engelliye bedava ulaşan bir hizmet.

Abartılı, coşkulu,ağlamaklı seslerle iç burkan yapay sevgi şarkılarından farklı olarak

somut bir şeyler sunuyor.

Aslında üzerinde daha çok konuşmaya değer güzellikte ama, benim bugün aklıma üşüşenler

bambaşka. Parça parça, bölük-pörçük, sıraya koyamayacağım kadar karmaşık anılar,

duygular, düşünceler.

Tanıtımdaki parçayı ilk duyduğumda ve sonra hemen her izlediğimde tuhaf bir biçimde

yetmişli yılların ortalarında Ataköy' deki salonu sütunlu duvarları çift renk boyalı

evimizde, iş dönüşü siyah- beyaz televizyonumuzu izlediğimiz gecelerde buluyorum

kendimi. Yaşıtlarım o günlerin televizyon programlarımı muhtemelen benim gibi yana

yakıla ve özlemle hatırlıyorlar eminim. Dramatize eğitici köy programları, çocuklar

için eğitici-eğlendirici "Oyun Treni" (Levent Kırca-Köksal Engür) akşam klâsik TSM.

O kısacık dönemde (74-75) geceleri yanlış hatırlamıyorsam Sunullah Arısoy' un

(yanlışsa ve doğrusunu bilen varsa söylesin) tok sesiyle sunumunu yaptığı klasik

eserleri nasıl da keyifle izliyoruz. Ayrıca bir sürü Türk klasik eserinden uyarlanan

çoğu bu gün izlediklerimizden çok daha kaliteli, oyunculuk ve gerçeğe uygunluk

açısından çok daha mükemmel diziler var o günlerde. Bir kez daha Nurlar içinde yatsın

İsmail Cem diyorum.


Birkaç yıl daha geriye gidelim. 1970 ya da 71. Lise bitememiş, işe de henüz girmemişim.

Ağabeyim, ablam bankada, Rayuş lisede, hatırladığımda burnuma kitap kokuları gelecek

kadar çok okuduğum ve huzur duyduğum bir dönem. Bu dönemde bir yerlerde

babaannemle (bir babaanne bu kadar sevilir) l0- 15 günlük birlikteliğimiz var. Sabah

kahvelerimiz, bu esnada kimbilir kaçıncı kez aynı zevkle izlediğim sıradışı anıları var.

Bir de koltuklarımıza çekilip keyifle okuduğumuz kitaplar. Babaannemi kitap okurken

çaktırmadan izlemenin bana verdiği müthiş zevk var.

Aslen Yemen' li olan bu dünya tatlısı insan 70 lerinden sonra torunlarından yeni türkçeyi

öğrenmiş ve okuduğu ilk kitap 80 Günde Devrialem. Resmen gülerek ve kendi duyabileceği

kadar kısık bir sesle okuyor. Dudaklar kıpır kıpır.

O günlerde ben bir yandan yeni basılan her kitabı alıyor ve okuyorum, bir yandan da

orta okula giderken haftalıklarımla alıp okuduğum klasikleri bu kez hakkını vererek

okumaya çalışıyorum.


Şimdi işi biraz daha karıştırıp çabucak bu günlere dönelim. Geçtiğimiz günlerden birinde,

Kadıköy' deyiz. İstanbul' da edindiğim ilk arkadaşım ortaokuldan Sema (1964 yılından)

ve bizden 4-5 yaş küçük kızkardeşiyle birlikte, bir yandan yemek yiyor bir yandan da

eski günleri konuşuyoruz. Kâh gidenleri anarak hüzünleniyor, kâh zıpırlıklarımızı

hatırlayıp güülüyoruz. İlerleyen senelerde Serpil' in kocasıyla tanıştığı günler, onların

dillere destan fırtınalı ilişkileri, bana tanıştırmak üzere getirmesi filan biz bunları

konuşurken eşi de işini bitirip bulunduğumuz mekana geliyor ve bize katılıyor.

Çok uzun bir aradan sonra ilk karşılaşmamız. Benden 1-2 yaş küçük sanırım. Yıllar

ona da yapacağı kadarını yapmış. Bel hafif bükülmüş, saçlar ağarmış. Ama ilk

tanıdığım günlerdeki gibi zarif, kibar, saygılı. Elindeki kocaman poşeti boş sandalyeye

bırakıyor. İçi tıklım tıklım kitap dolu. Benim de içinde kitaplar olan bir poşetim var.

Blogger dostların okuyup önerdiği kitaplar. Bir umut alıyor da alıyorum. Mucize olur

da bir gün aşarım sorunumu umuduyla. Gösteriyorum. Nazlı Eray-Tozlu Altın Kafes,

Barış Bıçakçı-Sinek Isırıklarının Müellifi, İnci Aral- Yazma Büyüsü. Diğerlerinden

bahsediyorum. Yenilerden. "Çoğunu okudum" diyor. Okumayı çok sevdiğini biliyorum.

Tüm emekli öğretmenler gibi. "Bir çırpıda ve severek. Ama benim aklım gönlüm hâlâ

klasiklerde." Poşetine göz atıyorum. Suç ve Ceza dikkatimi çekiyor. Sahaflardan

toplamış. Knut Hamsun, Dresier, Turgenyev ve daha bir çok yazardan eserler.

"Her okuyuşumda bir ayrıntı, bir güzellik daha yakalıyorum, bir satırın daha altını

çiziyorum" diyor. "Her bitirişte de kendimi daha iyi hissediyorum."

Raskolnikov'un, suçluluk duygusu, vicdan muhasebesi, iyi ve kötü

kavramları, insan ruhunun karmaşası, gel-gitleri, Harp ve Sulh' un balık etli güzel

Nataşa' sının (Audrey Hepburn' u hiç yakıştıramamıştım o role) uçarı bir kızdan

olgun bir kadına dönüşmesi sürecini anımsıyorum. Kardeşi Petya öldüğünde ağladığımı.

Ergenlikte okurken savaştan bahseden sayfaları atladığımdan söz ederken aniden

"Kutuzov" ismi geliyor aklıma. Rus komutanı. Bilmecelerde resmini görmüşken

Türkan Şoray' ın ismini hatırlayamayan ben niçin bu ismi unutmadıysam. Sonraki

okuyuşlarımda bu komutanın askerleri için nasıl üzüldüğünü, kişiliğinin ne kadar

güçlü ve önemli olduğunu hatırlıyorum. Diğer çoğu karakterler gibi. Ve bu savaş

bölümlerinde Napolyon' un Moskova' yı işgalindeki başarısızlığının tüm arka planının

bulunduğunu anlıyorum. Benzer saptamalar birbirini kovalıyor. Hugo' nun Jean

Valjean' ından Turgenyev' in nihilist Bazarov' una geçiyoruz. Verther için döktüğüm

gözyaşlarımdan bahsediyorum. O da Steinbeck' in Lennie' sini nasıl içi burkularak

okuduğunu anlatıyor. Tüm bunları konuşurken, ergen yaşlardan beri kafama takılan

hep aynı soru yine çıkıyor karşıma.

Bunca betimlemeye, analize, geniş zamanlara, eskide kalmışlığa, modası geçmişliğe karşın,

sayfalarca yazılardan oluşan kalın ciltleri bu denli vaz geçilmez kılan ne ki dönüp dönüp

bir daha okuyoruz. Zevk almanın biraz da bilgilenmenin dışında bize kattığı ne?


Konu, günlük hayata, çoluğa çocuğa emekliliğe ve yaşam telaşlarına geliyor. Biraz

Fenerbahçe, şike durumları, biraz kadına şiddet, biraz politika derken yeniden geçmişte

buluyoruz kendimizi.

"Size geldiğimiz günü hatırlıyorum" diyor arkadaşım. Serpil sizden çok bahsetmişti.

Çok heyecanlanmıştım." Gerçekten eli ayağı titriyordu ilk geldiğinde. Hafta sonuydu ve

ben yalnızdım. Rayuş ya ağabeyimlerde ya da ablamlardaydı sanırım. Sonradan o heyacanı

Sema nın da yardımıyla şaka- şamata yatıştırmıştık. Yine uzun uzun kitaplardan,

konuşmuştuk.

"Hiç unutmuyorum, beğendili kebap yapmıştınız."

Şaşkınlıktan gözlerim yuvalarından fırlıyor. En az 30 yıl öncesi. Sofraya dair hiç bir şey

hatırlamıyorum. Şaşkınlığımı görünce gülüyor.

"Hiç unutmuyorum çünkü koyun eti kullanmıştınız . O güne kadar koyun etini kokusu

yüzünden hiç ağzıma sürmemiştim. O günden sonra da hiç yiyemedim."

O gün nezaketinden, beni kırmamak için sonuna kadar yemiş bitirmiş tabağındaki kebabı.

Şaşırmıyorum. Ben de olsam aynısını yapardım. Çok da yaptım zaten.

Sonra ufak bir şimşek çakıyor beynimde.

Bu mudur diyorum. Bu incelikte bu özende o poşetteki kitapların satırlarında dolaşan

Raskolnikovların, Jean Valjean ların, Buzukov ların, Bazarov ların, Nataşa ların, Sonya' ların,

yazarlarının yıllarca uğraşarak ruhlarını, vicdanlarını, tüm duygu ve düşüncelerini dantel gibi

şekillendirdikleri, tüm bu "insan" ların katkısı yok mudur.

Tüm o eserlerdeki mekanları, insanları, olayları ve duyguları en ince ayrıntılarıyla anlamaya,

benimsemeye, içselleştirmeye çalışırken sarfettiğimiz dikkat ve özeni, tüm o yaşanmışlıkların

ışığında kendi yaşamımımıza, ilişkilerimize farkında bile olmadan taşımamız normal değil midir.

Tüm o sevdiğimiz benimsediğimiz "mükemmel" "kusurlu" kahramanlar, önyargılarımızı ve

kibirlerimizi sorgulamamız için birer neden değil midir, ya da "iyi" ve "kötü" kavramlarını

tekrar tekrar gözden geçirmemiz için.

Neden olmasın?

This entry was posted on 11.12.2011 at Pazar, Aralık 11, 2011 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

12 yorum

Yazınızı okuyunca anladım ki artık zamanda yolculuk mümkün. Beni aldınız ve seneler öncesine götürdünüz ve sonra bugünlere geri getirdiniz. Sanki kendi arkadaşlarımla buluşmuş bir kahve eşliğinde sohbet ediyormuşum g,bi hissettim. Çok teşekkürler.

11 Aralık 2011 10:24

Çok mutlu etti beni bu yorumunuz Vladimir. Bunu başaraabilmiş olmak çok hoş.Aynı zamanda istediğimiz şey.
Bunun için esas ben teşekkür ederim size.

11 Aralık 2011 12:42

Seninle geçmişe yolculuk beni çok mutlu ediyor. Hep kesiştiğimiz köşebaşlarında buluyorum kendimi.
O kadar güzel anlatmışsın ki arkadaşım sohbetin içinde dalıverdim hemen. Ahh kitaplar ve ille de klasikler, benim de vazgeçemediğim tutkudur bir "Meyhane" bir "Suç ve ceza"bir "Ana" tutkumdur eski, tutkumdur anılar.
İyi pazarlar canım

11 Aralık 2011 12:49

Bu buluşmalar gerçekten çok güzel Nur' cum. Birbirimizi daha yakın tanıma daha iyi anlama olanağını sağlıyor. İhtiyacımız olan da bu değil mi.Sağol güzel yorumun için.
Sevgiler arkadaşım.

11 Aralık 2011 14:13

Vazgeçilmez klasiklerle geçmişe güzel bir yolculuk yaptırdınız. Bunun
için zatalinize teşekkür ederim.

Dostlukla...

13 Aralık 2011 16:58

Mehmet Bey, uğrayıp bu yolculuğu paylaştığınız için asıl ben teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın...

13 Aralık 2011 17:06

Geçmiş zaman yolculuklarınızı, vefalı dostlarla birlikte yine yeniden yad etmeniz çok güzel..keyif alarak o geçmiş zamanın içine daldım bir anda bende!..sevimli babaanneniz geldi gözümün önüne..sonra küçüminnacık bir ayrıntı, Yemenli köklerinizin Soyisminiz!!Yelen'e olan bir bağlantısı var mı? acaba dedim:)

kitaplar ne çok şeyler katıyor yaşamlarımıza..masallarla çocukluk hayallerimiz renkleniyor, sonra gençlikte bambaşka bilinmeyen ve merak uyandıran heyecanların ışığında okuduğumuz romanları, klasikleri ve o kahramanlarla içselleştirdiğimiz, örnek aldığımız karakterleri...ve sorgulama dönemlerimizde, yaşadığımız hayatla, geçmişi ve bambaşka hayatların gözü ile karşılaştırma yaptığımızda, hem hayatı hem de insanları bize öğreten, bizi bize anlatan ve kendimizi keşfetmemizi sağlayan birer hazine gibiler!...

bu yüzdendir (daha önce okuduğumuz klasikleri vb..)tekrar tekrar okumalarımız, çünkü dünkü 'ben'in göremediğini bugünkü ben çok daha başka açılardan görebilmeyizdir artık...

sevgilerimle...

15 Aralık 2011 00:11

Sevgili Esmir,
Bu yazıyı bir tanıtım reklamından esinlenerek geceyarısından çok sonra, daha çok duyguyla, çok şey anlatmak isteyip bir türlü toparlayamadığımın da bilinciyle yazdım. Bitirdiğimde gün ağarmıştı.
Duygu fazla olunca yazılarım benim biraz dağınık kalıyor.
Bu anlamda yorumunuz ilaç gibi yetişti. Bunun için içtenlikle teşekkür ediyorum.
Soyadı kanunu çıktığı zaman, eşini babam üç yaşındayken kaybeden babaannem,oğulları içinde üniversite okumakta olan tek oğluna babama bir soyadı seçmesini söylemiş. Tahmininizin aksine babam bir öztürkçe lugat (onun ağzından)açmış ve uzun arayışlardan sonra "Yelen" soyadını
beğenmiş. Rüzgar, fırtına, kasırga aynu zamanda çöl,ova anlamına geliyor.Hangi anlamı için seçtiği konusunda benim de bilgim ve çok erken kaybettiğim için sorma fırsatım da olmadı.

Sevgiyle kalın...

15 Aralık 2011 01:22

bu reklam fılmını sırtım donukken dınledım , dedım ne oluyor cok hos bır reklam fılmı ve aynı kafamda tasarladıgım gıbı herseyı yapmıslar ...

15 Aralık 2011 12:05

Gerçekten çok hoş bir girişim.
Ücretsiz ulaşması da ayrı güzellik. Umarım geçici bir şey seğildir.
Teşekkürler Serhat Bey.

15 Aralık 2011 12:11

Sevgili Asuman
yazını nasıl büyük bir zevkle okudum anlatamam...O Babaanneye hayran kaldım.
Arkadaşının eşinin nezaketine...Kitap dostlklarına...Artık okuduğum kitapları çok az hatırlayabiliyorum biliyormusun. Sanırım, belleğin kendi kendini koruma yöntemi.

sinek ısırklarının müellifini çok beğenmiştim ben.
Klasik okumanın keyfi babmbaşka, Jane Austen romanlarının tadı damağımdan hiç gitmez mesela... Babam da döner döner İlahi Komedya'yı okur. Her seferinde başka tat alaıyormuş.

Sevgimle

16 Aralık 2011 09:01

Lale' cim, sen Dante' den bahsedince, ergenlikte Şekspir' inkiler, Yunan Klasikleri sıkıcı ders konuları ve özellikle kuru kafa esprisiyle Türk filmlerinin alay konusu olarak izlediğimiz metinlerdi.
İleri yaşlarda gördük ki kahramanların ağzından çıkan her cümle yaşama dair değerli ipuçları ve felsefeler içeriyor.
İnsan yaşadıkça ve hayatı öğrendikçe, o gün abartılı ve biraz komik biraz da klişe gelen her şey anlamını buluyor ve yazarla her seferinde yeni bir
ortaklık sağlanıyor. Babanın kasdettiği de bu olsa gerek.
Okudukça biraz daha derinleşiyor, derinleştikçe daha incelikli, daha özenli ve kırılgan oluyor insan.
Arkadaşımın örneği ile anlatmaya çalıştığım şey de buydu aslında.
Hoş yorumun için çok teşekkür ederim.
Sevgiler...

16 Aralık 2011 13:01

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin