Artık saymıyorum. Çok ama çok sene geçti aradan. Zaman nedir ki? Kaç yıl gerekir, hala burnumda tüten kokunu, kulağımdan gitmeyen sesini, elimi sımsıkı kavrayan avucunun sıcaklığını unutabilmem için? Geçen yıllar, bunu başaramadı. Başaramazlar da, ama sayıları arttıkça beni sana yaklaştırıyorlar. Bu yüzden, yıllarla uğraşmaktan vazgeçtim artık. Onları seviyorum.
Seni anlatmak. Bulabildiğim bütün güzel sıfatları adının başına eklesem, yine bir şeyler eksik kalacak. Bu yazıyı okuyanlar (ben de olsam aynı şeyi düşünürdüm) her evlat babasını sever, her kız evlat için babası mükemmeldir diye okuyup geçecekler. Seni tanıma şansına sahip olanlar ise seni gülümseyerek anımsayacaklar, “tanıdığımız en mükemmel insandı” diyecekler.
Baba sözcüğünü tanımlamak için, seni sayfalarca yazmak isterim. Birlikte yaptığımız, paylaştığımız tüm güzel şeyleri, şiirleri, şarkıları, bana yaşattığın o harikulade o muhteşem çocukluğu, oynadığımız oyunları, akşam gezintilerimizi, sofralarımızı, sohbetlerimizi anlatmak isterim. Paylaştığımız her şeyin varlığından sonra, yokluğunda da beni nasıl sıcak tuttuğunu, bana neler kattığını bütün babaların öğrenmesini isterim. Sendeki tevazuya uygun sadeliği yakalamak şartıyla tabii.
Nezaketi ve centilmenliği üzerinde nasıl güzel taşıdığını, anlattığın her şeyin etrafındakiler tarafından nasıl keyif ve saygıyla dinlendiğini hala zevkle hatırlarım.
İçinde yaşadığı çağın tüm olaylarını takip eden, sürekli okuyan, yorumlayan üç lisanı çok iyi bilen entelletüel kişiliğini, sanatın adeta tüm dallarında bize eserler bırakan sanatçı yanını nasıl unutabilirim?
Dürüst insanı seninle tanımlayabilirim. Kayırılmadan, kayırmadan, hiç haksızlık etmeden, hediye kabul etmeden, kaytarmadan, kaytarana izin vermeden, prensiplerinden ödün vermeden, kimseye yalakalık etmeden, namusunla, alın terinle nasıl çalıştığını gururla ve onurla anlatmak isterim.
Birlikte olabildiğimiz o kısacık süreçte, senin o kadar değişik hallerini hatırlıyorum ki..Cümbüş çalarken, hawaian- gitar çalarken, yağlıboya resim yaparken ve hatta halı dokurken. TRT de radyo skecinin birinci olduğunu, Emile Zola’nın Nana’sını, Fransizca’ dan Türkçe ye nasıl tercüme ettiğini anneciğim, birlikte sabahlara kadar müsveddelerle, daktilolarla nasıl uğraştığınızı hüzünle anlatırdı. Selahattin Pınarı, Sadettin Kaynağı, Neveser Kökteşi hep senden dinledik, senden öğrendik. Bhrams’ın Ninnisi’ni, Schuman’ın Rüyası’nı, Lizst’in Macar rapsodisini, ve daha bir sürü şeyi biz, küçücükken öğrendik. Kardeşler birbirimizi sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, sorumluluk duymayı senden öğrendik. Senin ağzından hiç kimse “eşşek kafalı” dan daha kötü bir söz duymadı.
Bir bayram ertesi, bizi ansızın bırakıverdiğin zaman, yaşadığım acıyı hiç unutmadım ama bugün tuhaf, buruk bir sevinçle, iyi ki yoksun diyorum babacığım. İyi ki gittin. Senden sonra içinde yaşayageldiğimiz, bu dünyada ve kendi ülkemizde, hatta uzak, yakın çevremizde bizim gördüklerimizi görseydin, yaşadıklarımızı yaşasaydın, eminim çok ıstırap çekerdin. Bu dünya, dürüst, namuslu, centilmen insanların yaşadığı bir yer olmaktan çıktı çoktan. Burada sevgiye yer yok.
Bana gelince, Gökhan Kırdar’ın çok sevdiğim parçasında dediği gibi:
Yerine sevemem.
Nurlar içinde yat babacığım.
This entry was posted
on 28.04.2009
at Salı, Nisan 28, 2009
and is filed under
baba,
ölüm,
özlem,
sevgi
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.