Büyük Usta, önündeki devâsâ tuale son rötuşlarını yapıyor...
Önündeki dev palete göz atıyorum. Hemen hemen boşalmış gibi. Yeşili çoktan sıyrılıp bitmiş
kalıntıları belli belirsiz, kurumuş, maviler canlılıklarını kaybetmiş, griye dönüşmüş, sarılar,
morlar, turuncular, birbirine karışmış, azalmışlar ama öyle bir kaynaşmışlar ki tuvaldeki dev
manzarayla yarışıyorlar adeta.
Büyük Usta samur fırçasını magenta kırmızısına daldırıyor ve sonbaharın en sadık, en kalıcı,
en bilge ve en zarif dokunuşlarına başlıyor. "İşte en sevdiğim fasıl" diyorum yüksek
sesle " ve bakmaya doyamadığım renkler..." Ustam da gülüyor. Küçük, sihirli fırça
darbelerini hayranlıkla izliyorum. Renklerin arasına dalıp yok oluyorum bir süre.
Kendime geldiğimde, ustanın başka bir dev paletin içinde titanik beyazını dev spatulasıyla
karıştırmaya başladığını görüyorum. Sonra üzerine bol beyazlı yeni büyük resim yapılmak
üzere bir kenarda bekleyen boş dev tual ilişiyor gözüme.
Keyfim kaçıyor. "Bunun için erken değil mi" diyorum en sitemkârane ses tonumla.
Önce ciddi bir biçimde işine devam ediyor. Can sıkıntısıyla tam ayrılıp yürümeye
koyulacakken muzip bir tavırla ufak bir fırçayı beyaz boyaya batırdığı gibi
saçlarıma sürüveriyor. Birlikte gülüyoruz. Şakacıktan yakınıyorum her sene biraz daha
bol beyaz kullanıyor diye. Göz kırpıyor. Bu kez daha küçük bir fırçayı koyu renk bir
karışıma daldırıp gözlerimin etrafına minik çizgiler çiziyor, yanaklarıma gölgeler yapıyor.
Ben çığlıklar, kahkahalar atarak kaçarken o büyük samur fırçasını magenta kırmızısına
batırıp tualdeki son ışıltılı süslemelerine devam ediyor....
Esen soğuk rüzgâr beni bir-kaç dakika ile sonsuzluk arası bir zaman diliminde
içinde kaybolup gittiğim bu gönüllü sanrıdan çekip alıyor. Buz kesmiş ellerimle
telaşla camı kapamaya çalışırken merakla parka bir göz atmaktan da kendimi
alamıyorum.
Yer yer gözüme çarpan kırmızılıklar ışıltılarıyla adeta göz kırpıyorlar.
Huzur, kaşmir- ipek karışımı bir şal gibi yumuşacık, sıcacık tüm vücudumu sarıyor...
Nural Hanım
Doğum günümdü. Alt komşum telefonda 73 üncü yaşımı kutladıktan
sonra kötü haberi verdi. Çok üzgündü. İnanamadım. Nasıl olur..?
Kapı karşı komşum Sevgili Nural Hanım vefat etmiş..
10 yıldır yazlık eve her gelişimde önce hoşgeldine gelir, sonra makul
aralıklarla, bir saat öncesinden haber vererek, kendisine özen göstererek, takıları ve
misafirlik terlikleri ile kapıyı çalar nazikçe süzülürdü içeri. Benden biraz büyüktü
ama vücudu benden daha dinç ve fit, hafızası, bilinci, benden çok daha iyiydi.
Hayata pozitif bakar, hep anlayışla yaklaşırdı olaylara. Albay eşi, doktor kızı ve
damadından, geçmişten, torunlarından bahseder, biraz gündelik, siyasi olaylardan
konuşurdu. Kahve içer, dondurma yer, vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık.
Keşke düşüp kemiğini kırmasa, o uğursuz ameliyata girmek zorunda
kalmasaydı.
Bu son günlerde, kapımı her açışımda, sahipsiz kalan bir çift kırmızı terliği
ve hep kapalı duran kapıyı gördükçe keyfim (varsa) kaçıyor, kendimi süratle
merdivenlere atıyorum.
Kaybettiğim ilk kapı karşı komşumsunuz Nural Hanım.. Sizi özleyeceğim..
Adınız gibi nurlar içinde yatın.
Ve Diğerleri
Kapı karşı komşuları çok özeldirler. Hep gözümüzün önündedirler.
İstanbul' un muhtelif semtlerinde oturduk. Fatih' te Nedimaanım teyzenin
böreklerini unutamam. Dört kardeş taşındığımız Ataköy' de Meral ablamız bize
birçok konuda yardımcı olurdu. Hiç unutmuyor hep minnetle hatırlıyorum, yazın
seyahate çıkarken onlarda keyifle izlediğimizi farkettiği için sırf 1970 Münih
Olimpiyatlarını seyredelim diye (o zaman bizim televizyonumuz yoktu) evin
anahtarını bize bırakmıştı. Yine Ataköy de bir başka blokta Diyarbakırlı Hacer
Ablamız çiy köftenin acısını sevdirmiş, Kazasker'de Karadenizli komşumuz
her fırsatta ilginç Karadeniz yemekleri tattırmıştı. Kuyubaşı' ndaki kapı karşı
komşum, ben yalnız yaşıyordum, kahvaltıya çağırır çöpçatanlık yapmaya çalı-
şırdı.
Tüm kapı karşı komşularıma selam olsun.. Ölenlere rahmet, yaşayanlara
selamet diliyorum.
Hep sevgiyle kalalım..
Medyada bir kaç kez yaşamını kaybettiği haberleri çıkınca ve çok ciddi hasta olduğunu
bildiğimden araştırma gereğini duymamışım. Buna üzüldüm, hala hayatta olduğuna ise çok sevindim. Bu yazıyı 2009 yılında yayınlamıştım. Umarım kendisini yeniden meclis kürsülerinde görürüz diyerek, dostlarımı yanılttığım için özürlerimi bildiririm. Dezenformasyonun hem kurbanı hem de bir parçası olduğum için çok kızgınım. |
Orijinal adı "Mr. Smith Goes to Washington."
1939 da Yönetmenliğini İtalyan asıllı Amerikalı yönetmen Frank Capra' nın yaptığı, kendisine "en iyi yönetmen" Oscar adaylığı getiren film. Baş rollerinde James Stewart, Jean Arthur var.
Ben ilk defa TRT' nin ilk zamanlarında onunla birlikte şimdi arşivimde de bulunan İt Happened One Night, İt's a Wonderful Life ve şimdi hatırlayamadığım başka filmlerini izlemiştim.
Frank Capra, o tarihlerde bizim son derece sıra dışı bulduğumuz bir yönetmendi. Şimdilerde tekrar izleyince beni hiç de heyecanlandırmasalar da (diğer Amerikan Rüyası tarzı filmlerin sadece akıllıca versiyonları) Wonderful Life' de yine gözyaşı döküp, Mr.Smith 'i eğlenerek izleyebiliyorum.
Gelelim Mr. Smith'e...Konu şöyle: Jefferson Smith küçük bir kasabada oymak başı idealist bir gençtir. O kasabadan senatoya yükselen, Jefferson'un kendisi gibi idealist gazeteci babasının arkadaşı bir senatör tarafından Washington' a götürülür. Amaç, çoğunluk diğer üyeler gibi sermayeye hizmet eden, bir sürü yolsuzluğa bulaşmış, ölen bir senatörün yerine bu genci getirip ona her istediklerini yaptırmaktır. Ama olaylar farklı gelişir, saf Mr.Smith, kurtlar sofrasında şiyasetçilere karşı dürüstlük savaşı verir ve tabii kazanır. Sinema ile ilgilenenler bu filmi ve diğer Capra filmlerini mutlaka biliyorlardır.
Bu filmin bu günlerde ve zaman zaman aklıma gelmesinin sebebini anlatabilmem için onun çarpıcı final sahnesinden bahsetmem gerekiyor.
Yerine geçtiği senatörün çevirdiği dolapları farkeden Smith bunu senatoda söz alıp anlatmaya her kalkışında bir şekilde sözü kesiliyor, çeşitli manevralarla susturuluyor, konuşması engelleniyor. Araştırmaları sonucu, diğer üyelere sözü kaptırmamak için hiç kimseye söz vermeden ve yerine oturmadan konuşması gerektiğini öğreniyor ve o da onu yapıyor. Sabaha kadar, sesi kısılana dek konuşuyor konuşuyor. Bu arada beklediği haber geliyor ve yolsuzluk ortaya çıkıyor.
Bu günlerde Mr.Smith'i sık sık düşünmeme neden olan biri var. Bağımsız Tunceli Milletvekili Kamer Genç. Üslubuna ve tarzına çok kızsam da artık böyle şeyleri aramanın da bir lüks olduğunun bilincinde, inadına, mücadeleci ruhuna, açıksözlülüğüne de hayran olduğumu belirtmeden geçemiyeceğim.
Bir kere temsil ettiği yöreye hizmet götürmesini biliyor.
Duyduğum kadarıyla Milletvekili maaşını (bir kısmını) muntazaman öğrenci okutmak için harcıyor.
Mecliste, bir "Don Quijote" cesaretiyle tek başına muhalefet yapıyor.
Zaman zaman TBMM'ni karıştırsa da, atasözlerini bir türlü toparlayamayıp tamamlayamasa da, üslup konusunda çoğu zaman
kantarın topuzunu kaçırsa da yüzümüzü güldürüyor.
Hem de her bakımdan...
Sevgiyle kalın...
Geçenlerde kızkardeşlerin en tatlısı elinde devasa bir poşetle kapımdan içeri girdi.
Yüzündeki maskenin sıkıntısı, çok seyrek sokağa çıkmanın şaşkınlığı, ilâveten ağır
yükünün sebep olduğu yorgunluğun ıstırabı ile kendisini koltuğa bırakıverdi.
Tüm bu olumsuzlukların arasında ben, her zamanki gibı nefes nefese 5 dakika ve üzeri
bir zaman homurdanmasını izlemeye hazırlanmışken yüzündeki muzip, sevimli ve sabırsız
ifadeyi görünce şaşakaldım..
Sık nefeslerin arasında başıyla poşeti işaret ederek " bak bakalım " dedi. Poşetin içine bir göz
atayım dedim. Önce ne olduğunu anlayamadım. Dikkatle beni bekliyordu. Sevineceğımden
emin bir ifadeyle gelecek ânın keyfini çıkarmak üzere sabırsızlıkla bekliyordu.
Dikkatli bakınca birbirine yapışarak kalıp gibi duran şeylerin ne olduğunu anladım ve... gözlerime
inanamadım. Plâklarımız...45 likler..long playler..kaybettiğimizi sandığımız, çok
arayıp hiçbirimizin bulamadığı plâklarımız.. Ağabeyimin vefatından sonra bir şekilde
Rayuş' a ulaşmış, o üzüntü ve telaşın arasında bir yerlere derinlere kaldırılmış ve
unutulmuşlar. Sevinç çığlıklarıyla benim kitaplıklardan birinin üzerine dikkatlice
yerleştirdik. Ne var bunda sevinecek, youtube da arayıp da bulamadığınız müzik
mi var denebilir. Ama öyle değil işte. 65 lerden itibaren çoğu da 65-75 yılları arasında
aramıza katılan bu sararmış nesnelere şöyle bir bakmakla veya parmak ucuyla
dokunmakla birlikte gözümüzün önüne üşüşüveren, yüreğimizi titreten anıları
yok saymak olur mu.
Birkaç gün önce, sipariş ettiğim retro pikap elime ulaştı. Hemen bizimkine haberi
muştuladım. Dün heyecanlı bir şekilde girdi kapıdan içeri. Kendi kendime söz
verdiğim gibi kargo paketini birlikte açtık. Ayarlar yapıldı. Mantovanni' yi
bir güzel sildik temizledik. Umutsuzca ve dikkatlice iğneyi plâğa dokundurduk.
Korktuk çünkü çoğu yarım asırdan fazla bir zaman önce alınmıştı ve hemen her
gün akşamları iş dönüşü, tatil günlerinde dostlarla birlikte olmak üzere
fazla fazla dinlemiştik.
Derken odaya o şahhaaane kemanların önce hafiften başlayan yumuşacık sesleri
doluverdi . Pırıl pırıl tertemiz..Her notasını her kıvrımını, her ritmini bildiğimiz
melodilere coşkuyla, büyük mutlulukla eşlik ettik. Benim 18 onun 13 yaşındaki
Ataköy günlerimize gittik. Keyifli nağmelerde o günlerde yaptığımız gibi kalkıp
zıpladık hopladık. Tango yaptık. Birbirimizi ittik kaktık evirdik çevirdik.
Sonra nefes nefese kalıp oturduk. Canımla birlikte, yanımızda hissettiğimiz diğer
canımızı andık uzun uzun. Hep birlikte müzik dinledik, sohbet ettik. Yeşil çımlere
bakan balkonumuzda, onun özenle hazırladığı yemekleri yedik müzik eşliğinde.
Yanyana çiçekli örtülü, kenarı fırfırlı silindir yastıklı 3 somyada uzanıp birbirimize
kitaplar okuduk yüksek sesle.
Çok ama çok mutlu bir gündü. Asla programlanmadı planlanmadı ama denk
geliverdi işte. Hiç şaşırmadım. Niyeyse..
Fiziki yokluğunun 20 senesi bitmiş dün. Ama hep yanımızdaydın ve hep yanımızda
olacaksın canım ablam.
Hemen her gün de rüyalarımdasın tüm hoşluğunla...
TANRININ RAHATSIZLIĞI
18.Yüz yılın ortalarında ... (1788 - 1860)
*Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu.
Çünkü dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.
Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattıği şeyi göstererek ona şöyle bağırmak
hakkımızdır: " Bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna,
hiçliğin, sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın? "*
Arthur Schopenhauer
19. Yüz yılın ortalarında... (1861- 1941)
*Uzaktan ölümün şamatasını duyuyor musun?
Ateş selleri ve zehirli bulutların arasından gelen bağırmayı, gemiyi
adlandırılmamış bir sahile çevirmesi için kaptanın dümenciye seslenişini
duyuyor musun?
Zira vakit gelmiştir.
.............................
Dünyadaki bütün kara fenalıklar onların sıralarından taşarak aştı.
Yine de, ruhlarınızda kederin takdisi ile yerlerinize geçiniz.
Kimi kabahatli bulabilirsiniz ki, kardeşler?... Başlarınızı aşağıya eğiniz.
Günah sizin ve bizimdir.
Asırlardan beridir, Tanrı' nın kalbinde çoğalan hararet; zayıfın kahpeliği,
kuvvetlinin küstahlığı, şişman refahın oburluğu, gadre uğramışın adaveti,
( düşmanlığı,) ırkın gururu ve insana hakaret; bora şeklinde gazaplanıp Tanrı' nın
huzurunu parçaladı.
Böbürlenmek ve zemmetmek ( kınamak) şamatasını kesiniz.*
.....................................
Rabindranath Tagore
SEN VE DİĞER İNSANLAR
SCHOPENHAUER' DEN "KABUK" ÖNERİLERİ
*Kalbin gerçek, derin barışı ve tüm ruhun huzuru sadece yalnızlıkta bulunur.
*Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir
eğlenceye sahiptir.
*İnsanları tanıdığımdan beri hayvanları severim.
*Önemsememek önemsenmeyi getirir.
*Gençliğin en başta gelen öğrenimlerinden biri yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalı;
yalnızlık mutluluğun, ruh dinginliğinin kaynaklarından biridir çünkü.
*Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin.
Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü, bırakın insanları, köpekler bile
büyük dostluklara katlanamazlar.
TAGORE ' UN "KABUK " ÖNERİSİ
*Düsünüyorum da,
sanirim en büyük korkumuz oldugumuz gibi görünmek.
yumusacik kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin kesfedilmesi,
cesaretsizligimizin anlasilmasi,
korkularimizin paylasilmasi
sanki zarar görecegimizin en büyük isareti.
kabuklarimizin altinda
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayiz.
ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarimizin ardinda.
hissedilmeden, el degmeden, sevgimizi göstermeden.
istiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
kirpiler ve kaplumbagalar gibi.
sahi koruyor mu bizi bu çatlamamis sert kabuk?
kimse incitemiyor mu duygularimizi, inançlarimizi, benligimizi?
yoksa zarar mi veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
hissettiklerimizi gölgeliyor, yansitmiyor mu gerçek kimligimizi?
duygularimizi bastiriyor, el ele tutusmamizi engelliyor mu?
eger bir yildiz gibi isil isilsam ve bir yildiz kadar parlak.
ne çikar atesböcegi sansalar beni.?
.................................................
oysa bir görebilsek bunu.
kalmadi böyle insanlar demesek.
güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
kirilmaktan korkmasak.
incinsek, yaralansak.
ne olur bir darbe daha alsak.
yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabugu.
denesek.
risk alsak.
yanilsak.
fark etmez.
tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
ve kucaklassak yeniden.
Uzun uzun yürüdükten sonra yorgun argın evime ulaştım. Ayakkabılarımı antredeki
dolaba bırakıp hemen banyoya geçtim, uzun uzun ellerimi sabunladım ve kirlenen
havluyu kirli sepetine bıraktım. Salona geçip televizyonu açtım. Gazeteci siyasetçı
karması, bize akrabalarımızdan da yakın bir grup, yine aynı sözcüklerle aynı konuları
tartışmaktaydı. Amarika PKK ile ticari anlaşma yapmış. İstanbul Sözleşmesi aile kavramını
yıpratmış. "Ben istihbaratçıyım ama türkçeyi de çok güzel konuşurum" diyen bir zat
"konunun koncuktürel olarak ele alınması gerekli" şeklinde bir saptamada
bulundu. Biraz dinlendikten ve mutfağa geçip aldıklarımı ilgili yerlere bıraktıktan
sonra kendime yemek hazırlamaya koyuldum. Tencereyi ocağa bıraktım. İçine
bıraktığım yağ ısınınca önce soğanları sonra sırasıyla diğer malzemeleri bıraktım.
Sonra yemeği pişmeye bırakıp balkona geçtim. Niyetim birşeyler yazmaktı. Hevesle
bilgisayarın başına geçtim. Hevesle diyorum çünkü konsantrem yerindeydi.
Tam yazmaya başlayacakken zil çaldı. Arkadaşımın kızı. Annesi çok sevdiğimi
bildiği bir yemeği kızıyla yollamış. Kabı mutfak fayansının üzerine bırakıp kızı
balkona aldım. "Nasılsın Yıldız' cım ?" "İyii??" "Evdekiler nasıllar? " " İyii??"
" Allah iyilik versin. " Dolaptan dondurma kutusunu çıkardım. Ben kâselere dondurma
bırakırken o da Pupa' yla oynuyordu. "İyi korkmuyorsun Pupa biraz asabi
bir kedi. Annen çekinir bu yüzden" " Ben kedileri severim kii. " " Ne güzel ..."
Ben boşalan kâseleri mutfağa götürürken telefonu çaldı. " Hayır evde değilim. Üst
katımızdaki Asuman Teyzede toplantıdayım. " Birazdan eve geçcem. Ben sinemaya
geçelim diyorum ama istemezsen bizim mekâna geçeriz." Yüzü biraz pembeleşmişti.
" Yeni erkek arkadaşın galiba. " Evet çok tatlı biri. Bir aydır çıkıyoruz. Hem çok
yakışıklı hem çok komik. Aynı zamanda benim her konuda destekçim " O çok
rahat anlatınca ben de çekinmeden sordum. "Seviyor musun onu? " Yok Asuman
Teyze benimkisi sadece hoşlantı." "En çok nesinden hoşlanıyorsun ?" "Hiç yalan
söylemiyor. Nişanlımdan çok yalan söylediği için ayrılmıştım biliyorsun " " Ya evet,
annen olanlardan bahsetmişti. " Artık erkek arkadaşlarımda aradığım en önemli
şey doğruluk.. Doğruluk en büyük erdemliktir. "
O gittikten sonra ilgi isteyen Pupamla salonda bir küçük toplantı yaptık. Daha sonra
ben yeniden yazmak üzere balkona geçip, PC. min başına oturdum.
Heyhaaat...!!! Ne hevesim ne konsantrem ne de motivem kalmıştı.
Bilgisayarı kapatıp kitabımı okumaya başladım. Akşam yaklaşınca hava serinlemişti.
Yatak odasına geçip gardolaptan kendime bir şal aldım.
Okuduğum kitap felsefik bir eserdi. Son zamanlarda ilgi alanım felsefe. Biraz okudum.
Esnemeye başlayınca onu da bırakıp uyumaya karar verdim. Telefonumu şarza takıp
yatak odasına geçtim. Komidinin çekmecesinden geceliğimi alıp giydim. Lavobaya
geçip dişlerimi fırçaladım. Islanan fayansı kopardığım selpakla kuruladım.
Uyumak üzere yatak odasına geçtim.
İyi uykular Türkiyem...!!!
Tecavüzcülerin, katillerin, fetöcülerin ilk duruşmadan sonra salınıverilip, bazılarının hiç
sorgulanmadığı, hepsinin ellerini kollarını sallaya sallaya dolaştığı bir zamanda
birileri, çok iyi niyetlerle, koruma amacıyla (!) beni ve yaşıtlarımı evlerimize
kapatıverdi. En unutmaya çalıştığımız zamanda, başımıza vura vura yaşlarımız
hatırlatıldı. Gençler işlerinde güçlerinde yorgun argın çalışırken biz düzenli yürüyüşlere
çıkıyor, sabah kahvaltılarımızı keyifle, genellikle dışarıda yapıyor, öğlenleri şık
şıkırdım giyinip bakımlı ve keyifli bir şekilde sahillerde balıklarımızı yiyorduk.
Çocukları evlendirmiş, kocaları başka dünyalara uğurlamış ya da bir köşeye
sindirip oturtmuşken, tam özgürlüğümüzü tamamen ele geçirmişken ve kıymetini
anlamışken, otoritenin iyi niyetli eli uzandı, bizleri pamuklara sardı ve en yumuşak
sesiyle şöyle dedi:
" Dedelerimiz...Ninelerimiz... Sizler yaşlı ve korunmaya muhtaç kişilersiniz. Zaten
çoğunuz hastasınız. Corona sizi hammm eder. Artık sizler evinizin en mutena
köşesinde oturacaksınız. Bizler sizlerin eli-ayağı, gözü-kulağı, ağzı-burnu ve daha
birçok uzvu olacağız. Sizi çok seviyoruz. Ama asla ve asla bir adım bile dışarı
çıkmanıza izin vermiyoruz. Sevgimiz saygımız sonsuz olsa da, şakamız yok
cezalarımız da amansız. Sakın ha çıkayım demeyin zamansız...! "
Böylelikle, değerli ve keyifli ikinci, hayır üçüncü, yoksa dördüncü mü ( her neyse
bahar bahardır kaçıncı olduğu kimseyi ilgilendirmez ) baharımız ansızın kışa
dönüşüverdi.
Genel durum böyle...
Bana gelince bu, bana hiç yabancı olmayan bir yaşam tarzı aslında. Evimi severim.
yalnızlığı severim. Ama gelgelelim, hastalığı hele de yalnızken hiç sevmem.( Hayret! )
Hele de pandemi boyutunda, şakası olmayan, nereden geleceği bilinmeyen, tedavisi
belirsiz bir illet ise...
Bir sürü ölüm, bir sürü ihtilal, üçü büyük bir sürü deprem, kıbrıs çıkartması,
çatışmalar, tartışmalar, kalkışmalar derken, "bu da mı gelecekti başımıza" dedim ve
kaderime boyun eğip oturdum.
Zaman geçince, başlardaki korkumu yenerek, her zamanki gibi yalnız yaşamıma
devam etmeğe kendime farklı meşgaleler aramağa başladım.
Tabii bir alışverişe bile çıkamamak, rutin dost toplantılarını yapamamak, standart
bakımları yaptıramamak gibi can sıkıcı durumları da eklemek gerekir.
Biraz okudum. Televizyon izledim. " Survivor" u her zamanki gibi takip ettim.
Yayınlandığı zaman hiç ilgilenmediğim yerli romantik komedilerinin tekrarının
( Yerlisini, yabancısını hiç sevmem ) üçünü birden eş zamanlı olarak izledim.
Bu, çok eğlenceliydi. Baş rollerde şortlu uzun beyaz bacaklı üç güzel kız,
o kızların biri genellikle topluca üç beyaz uzun bacaklı, şortlu ( üçü de yaz dizisiydi
zannımca ) kankası, ( çoğu zaman bu hangi dizideydi diye düşündüğüm, ) üçü de mavi
gözlü, yapılı ve havalı üç delikanlı, onların da daha az yapılı orta boylu arkadaşları,
oğullarının ve kızlarının yanında kızkardeşleriymiş gibi duran botokslu anneleri, ve
olmazsa olmaz hatta ( biri iki dizide de aynı anda oynayan ) akıllara seza nev-i
şahsına münhasır bir şaklaban erkek tipi. Varlığıyla fena halde sinir bozucu,
yokluğuyla hiç bir şeyin değişmeyeceği garip tipleme. Konu (ları) şöyle, adeta
bir beyaz kâğıda tek bir senaryo yazılmış, iki fotokopi kâğıdıyla iki beyaz kâğıtla
üçleşmiş, yürek hoplatan bir romantizmle bezenmiş üç dizi. Kalbim çarparak izledim.
Bu eski yaz dizileri, emeği olan herkese minnetarım, tam amansız yaşımın moduna
otorite eliyle sokulmaya çalışılırken, beni aldılar, taaa 17 yaşıma yeniden getirdiler.
( Götürdüler demiyorum dikkatinizi çekerim. Zaten oradaydım çünkü...)
Sevgiyle ve keyifle kalın..
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
Yeniden3 ay önce
-
BİR DİZİ YAZISI: DEDEKTİF BOSCH1 yıl önce
-
-
-
Merhaba3 yıl önce
-
-
-
-
Koşan Hayat5 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
ÜÇÜ BİR ARADA !7 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum8 yıl önce
-
-
bize ne oldu...9 yıl önce
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(46)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (2)
- ► Haziran 2013 (2)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
►
12
(96)
- ► Aralık 2012 (2)
- ► Kasım 2012 (4)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
►
11
(179)
- ► Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
- ► Ağustos 2011 (17)
- ► Temmuz 2011 (8)
- ► Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
►
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
- ► Ağustos 2009 (24)
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
bilmem hatırlar mısın bir liseli kız vardı bir liseli esmer kız gözleri yıldız yıldız saçları gece gibi simsiyah dökül...
-
Büyük Usta, önündeki devâsâ tuale son rötuşlarını yapıyor... Önündeki dev palete göz atıyorum. Hemen hemen boşalmış gibi. Yeşili çoktan sıyr...
-
Çok içime battı gidişi. Cenazelerde kaskatı kesilirdim oysa. Yüreğim katılaşır, algılarımı kapatıverirdim olan bitene. Kendi isteğimle...
-
Çok keyifliydim aslında. Blogum şenlenmiş, evim temizlenmİş, çok uzun zamandır görmediğim, çook eski, tüm doğum günlerimi(zi) çoğu yaz tatil...
-
Dizilerden birinde Tülin Oral' ı yine ve doğal olarak büyükanne rolünde görünce Yaygara 7o Müzikali aklıma geldi. Ağabeyim götürmüştü. ...
-
Buluşma yerime giden yola tek başıma çıktım. Fakat bu sessiz karanlıkta beni izleyen kimdir? Onun varlığından kurtulmak için kenara çekilir,...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren