Bir Mayıs sabahı...
Anadolu kasabalarından birindeyiz.
Küçük bir kız çocuğu, sessiz, güvenli sokakta sakin, keyifli yürüyor. O saatte herkes işinde okulunda
olduğundan ortalık hayli tenha. Geleni geçeni, olanı biteni incelemek hoşuna gidiyor.
Şişman sütçü teyze, arkasında süt güğümlerini koyduğu arabayı çeken bisikletini
yayaş yavaş sürerken gür sesiyle "süüüütçüüüü" diye bağırıyor.
Bir köpek miskin miskin oturuyor. Gidip başını okşamak istiyor ama rahatsız etmekten çekiniyor.
Biraz da korkuyor.
Bir delikanlı bisikletiyle yanından hızla geçip gidiyor . Kapı önlerindeki bisikletleri inceliyor biraz.
Çok istiyor bisiklet kullanmayı ama sadece 6,5 yaşında. Sihirli yedi yaşı bir gelse hem bisikleti
olacak, hem de ablası gibi o da okula gidebilecek.
Doğum gününü kutladıktan hemen sonra soranlara 6,5 diyor yaşını, sanki öyle derse yedi ve
beraberinde bisiklet ve okul daha çabuk geliverecekmiş gibi...
Ortalıkta yoğun bir çiçek kokusu var ve her evin bahçesinde türlü çiçekler. Çok ama çok seviyor
çiçekleri. Rengârenk görüntülerini, evlerinin içine kadar yayılan hoş kokularını.
Beyazlar, pembeler, morlar, .kırmızılar, sarılar... Bahçelerde, kapılarda, parmaklık aralarında,
saksıların içinde cam önlerinde..
Boş bir arsanın önünden geçerken otların arasında hafif esintiyle nazlı nazlı sallanan gelincikleri
görünce bir müddet duruyor. Biraz da yorgun mu ne. Yoksa kırmızı çiçeklerin o naif ve
savunmasız, oralarda buralarda, her an yıkılıverip dağılıverecekmiş gibi hallerinden mi
endişeli. Her ikisi de galiba.Tekrar yürümeye başlıyor. Adımları biraz daha ağır şimdi.
Yürümeye devam ediyor.
Çok seviyor yürümeyi. Gördüğü her şeyi, karşılaştığı her insanı, sesleri, kokuları...
Çok seviyor yürümeyi...
Bir başka şaşırtıcı güzellik. Belediye işçilerinin süpürüp bir ağacın altına yığdığı
renk cümbüşü. Yapraklar, dökülen çiçekler. Bir yığın da samanla birlikte. Biraz yükselen
sabah güneşinin üzerlerinde yansımasıyla pırıl pırıl parlıyor.
Ve işte nihayet onlar... Hanımeli çiçekleri...En sevdikleri...Onu en mutlu edenler..
Her zamanki gibi çiçeklerden sadece birini usulca alıyor burnuna götürüyor, derin derin
içine çekiyor. Mutluluk...Huzur...Hüzün... "Ama niye hüzün" diye geçiriyor aklından.
"Ben 6,5 yaşında bir çocuğum. Niye hüzün...Ve şu diğer şaşırtıcı tuhaf duygular "
Aklı biraz karışmış halde dalgın dalgın yoluna devam ediyor. Çiçeği sürekli
koklayarak, kendisine olanı biteni kavramaya çalışarak biraz da sarsak bir şekilde yürürken
arkasında hafif bir korna sesiyle irkiliyor. Hemen kenara çekiliyor ama araba
hızını iyice yavaşlatıyor, ön camdan kır saçlı kırk yaşlarında kibar görünüşlü bir adam
başını çıkarıp sesleniyor. "Affedersiniz teyzeciğim. Bir adres soracaktım..."
Çocuk önce arkasına, sonra dönüp etrafına bakıyor. Hiç kimse yok. Tüm keyfi kaçıyor.
Bir korku kaplıyor içini. "Kötü biri bu adam" diyor. "Kaçmalıyım ondan. Annem
yabancılarla görüşmemi istemez."
Gücünün yetebildiği kadar hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken sıkılı yumruğunu
açıyor. Çiçek yere düşüyor. Buruşmuş yaprakları arasından bir virgül fırlıyor, muzip
bir tavırla çocuğa bir göz atıp gökyüzüne uzaklaşıyor.
6 ile 5 usulca birbirlerine sokuluyorlar yeniden.