Perdeleri açınca içeri dolan güneşle, camından süzülen yağmur damlalarıyla, en çok da,
gece boyunca sessizce konuşlanıp sabah karşılaşınca şaşırdığımız, belki sevindiğimiz
yukarıdaki beyazlıkla 20 yıla yakın bir zamandır aynı pencereden girdi yeni yıl evime.
Çok kalabalık, bir kaç kişi, yalnız, eğlenerek, hüzünlenerek, keyifle, acıyla, kanıksayarak,
umutla, umutsuzlukla karşıladık bu rutin çaresiz misafiri. Sessizce uğurladık sonra.
Ben kendi adıma, bu son 1-2 gün içinde kendimle ilgilenmeyi alışkanlık haline getirdim.
Öyle bildik bir "iç hesaplaşma", "muhasebe yapma" hele hele "yaşadıklarımdan ders çıkarma"
gibi telaşlardan (hepsini çaresizce deneyip bir işe yaramadığını da gördükten sonra) çok
farklı, bir içe dönme, duyguları gözden geçirme, yumuşacık bir kendini yoklama hali,
sadeleşme, bedenle ruhu ipin ucu kaçmadan barıştırma, ruhu olgunluğa ulaştırma, bedene
de yıllardır gösterdiğim ihmalin telafisi konusunda kendimi sorgulama durumu. Bu çok önemli.
Bedeli fena ödeniyor çünkü.
Arkamdaki televizyonda, yürek titreten, aile, sevgi, saygı, birlik- beraberlik çağrıştıran
sloganlarla ürünler pazarlanıyor. Yılbaşı için bangır bangır eğlenceli seçenekler sunuluyor.
Burçlar...Falllar...Astrologlar...
Birdenbire soğuyan havanın ve sevdiklerimin yüreğimde bıraktığı sevmediğim izlerin
(bir elektrikli süpürge reklamından mülhem) etkisiyle iliklerime kadar üşüyorum.
Sonra çok değil iki gün önce sıcacık güneşin altında gülümseyerek uyuklayan, keyifle
kuyruklarını sallayarak oynaşan dostlar geliyor aklıma.
Buz kesiliyorum.
Ne giden yıl umurumda, ne de gelecek olan.