Kandilimi kutlamaya gelmiş.
Bir de Pupa' yı görmeğe...
Karşı apartmanda oturuyor. Mahallenin melek- çocuklarından biri.
Kelimenin her iki anlamıyla melek-çocuk.
Biraz zor konuşuyor. Biraz da geç algılıyor. Ama biraz.
Tanıdığımda yeni yürüyordu. Şimdi yedinci sınıftaymış.
Yaşıtlarına göre biraz ufak yapıda.Zekada zorlanıyor.
Ama duyguları yerli yerinde ve mangal gibi bir yüreği var.
Koşup poşetlerimi elimden alıp taşır, annesi markete gönderdiyse
bana da bir şey lazım mı diye sorar.
Paçoz' umla birlikte büyüdüler.Yolumuzu gözler, görür görmez
yanımıza koşar, sürekli hafif ıslak ağzıyla Paçoz' un başını
ensesini öperdi.
Paçoz gittikten sonra, tek başına ve takım elbisesiyle gelip
baş sağlığı diledi. Her bayram uğradı.
Bu gün de kandil ziyareti için geldi.
Biraz sohbet ettik. Dersleri yine kötüymüş. Hiç şaşırmadım.
Sonra buna can attığını anladığım için Paçoz konusunu açtım.
Gözleri parladı. Özlemiş çok. "Ben de özlüyorum" dedim. Kapıyı
çaldığında, bayram kitabını almaya geldiğinde olduğu gibi
Paçoz' un yaygara koparmasını istemiş. Beklemiş.
Hiç beklemediğim bir anda ve tavırla " ölüm hep var" dedi.
" Bu yıl dedem öldü benim de. Çok komik bir adamdı. Bizi hep
güldürürdü." Bir komik anısını anlattı.
O konuşurken uzaktan onu izleyen Pupa yavaş yavaş yaklaşmış
ayaklarını koklamaya başlamıştı. Sonra birden kucağına atladı.
Onların keyifle oynayışlarını izlerken Hüdai' nin Paçoz' la çimenlerin
üzerinde alt alta üst üste oynayışlarını hatırladım.
Ben bu çocuğu hayatımın kapattığım bir defterinde hapsetmişken,
o güleç yüzüyle açtığım yeni deftere hoplayıvermişti :)
Ne de iyi etmişti ...