1962 yılııydı. Adıyaman' dan Mersine ikinci tayin nedeniyle gelmiş, evimize
henüz yerleşmiştik. 1956 yılında ilk kez 1 yıl kaldığımız bu şehirde çok
sevdiğin bir askerlik arkadaşınla yeniden bir araya gelmiştin ve o yıl eşler
ve çocuklar da kaynaşmış, çok keyifli zamanlar geçirmiştik. Onlar Mersin' liydi
ve hep orada yaşamışlardı. Sonra araya başka şehirler girdi. O şehirlerden birinde
sen arkadaşını kaybettiğini öğrendin ve çok üzüldün.
O gün ilk defa onlara gidecektik. Bahçesinde oynadığımız, gülüp eğlendiğimiz eve.
Sen çocuklarını yanına topladın ve "bu akşam İnci-Minelere gideceğiz, aman yavrum
dikkatli olalım, benimle biraz mesafeli olun, onlar babalarını kaybettiler biraz özen
gösterelim, kırılıp incinmesinler" dedin.
O gece orada, o evin salonunda, bir tanesi de bizim aile albümümüzde olan, büyütülüp,
çerçeveletilip duvara asılmış fotoğraftaki güleç yüzlü adamla göz göze gelmekten
korkarak, bir babayı kaybetmenin, nasıl inanılmaz, nasıl korkunç bir şey olduğunu
düşündüm. Düşündüm ki bu benim başıma asla gelmez. Böyle şey olmaz.
Babamın elinin sıcaklığını elimde hissetmeden, onun tatlı sesini duymadan, alnının
kokusunu burnumda hissetmeden asla yaşayamam. Duvardaki fotoğrafı babamın
yerini tutar mı...Ben o resme bakabilir miyim.
Üzerinden iki yıl geçmeden seni kaybettik.
Tam 50 yıldır, ne elinin sıcaklığını, ne tatlı sesini, ne de kokunu unuttum.
Hala yaşıyorum. Sensiz yaşadığım yılların sayısı, senin bu dünyada yaşadığın yıl sayısını
solladı geçti. Evet ve ben yaşamaya devam ediyoruım.
Tam yarım asırdır albümden alınıp büyütülüp, çerçeveletilmiş resmin duvarda.
Ve ben ona bakabiliyorum.
Nurlar içinde yat babacığım...