Yine gözler tavana dikili gün ışıyana kadar öylece yatıp yorgunluktan bitap düşerek
daldığım bol kabuslu bir uykunun sabahında çayımı içerek kendime gelmeye çalışırken
telefonum çaldı. Kardeşlerin en dikkatlisi, en şefkatlisi ve en iş bitiricisi, en otoriter
sesiyle talimatlar sıralıyordu.
"Ninom, şimdi derhal bu numaraya telefon açıyorsun. İnternetten araştırdım. Bize de
yakın. Şöyle adam gibi bir muayene etsin Paçoz' u. Orhan Bey' i de unut gitsin.
"Ne telefonu...O da kim....Orhan Bey' i niye unutuyorum...Ne diyorsun...Dur bi
kendime geliym."
Benden hayır gelmeyeceğini anlayınca duraladı. "Neyse, sen bi çayını iç kendine gel,
kahvede enine boyuna konuşuruz."
Son zamanlarda, burada da bahsettiğim gibi Paçoz birden fazlaca inlemelere başlamış,
sabah ve akşam yürüyüşlerimiz onun sürekli kendisini çimenlere hatta yolun ortasına
atıvermesi yüzünden keyif olmaktan çıkmış başta beni, sonrasında da çocukları, komşuları
görenleri, korkutur, endişelendirir bir duruma dönüşmüştü. Artık har akşam çaresizce
Rayuş' a telefon açıp parka çağırıyor, onu uzaktan görür görmez Paçoz' un bir gayretle
kalkmasını (hep öyle yapardı eskiden çünkü) sağlıyorduk. Sonunda hepimiz için işkenceye
dönüşen yürüyüşlerimizden vazgeçtik. Bu günlerde neler çektiğimi bir ben biliyorum.
Tabii bu arada ben Veteriner Orhan Bey' i arayıp durumu anlatıyorum, o, her seferinde "normal
süreç, herşeye hazırlıklı olun, bunları bekliyorduk" şeklinde kısa cevaplarla konuşmayı
sonlandırıyordu.
Cuma akşamı artık evin içinde de sürekli yatan hatta yemeyen içmeyen Paçoz' u görmek
için uğradığında, yavrum Rayuş' a inleyerek sol patisini uzattı. O da oyun gibi algılayıp
hafifçe tutunca çok farklı bir çığlıkla ortalığı inletti. Sol patisinin altında şişlikler, sertlikler
oluşmuş el elletmiyor. Sevdiği kemikle kandırarak biraz yürümesini sağladık. Hep o ayağının
üzerine düşüp kalıyor. Koray ben ve Rayuş aynı şeyi tekrarladık bütün gece. "Biz nasıl
anlamadık bunu" diye hayıflandık durduk. Biraz da umutlandık doğrusu.
Pazar günü Orhan Bey' i aradım. Durumu anlattım. "Hmmm. Olabilir. Bir ara uğrarım.. Bi
randevularıma bakiim..." "Hemen gelseniz?" "İmkansız. Ben geleceğim zaman ararım."
Orhan Bey, başından beri Paçoz' un veterineri. Köpek bakımı konusunda bilgisiz ve
çok da telâşlı biri olduğumdan onun soğuk, sakin tavrı bana çok yatıştırıcı gelmişti
başlarda. Aslında tek yaptığı zamanında (ki kayıt tutmaz, ben takip ederdim ) gelip aşılarını
yapmak, bittiği zaman mamasını getirmek.Sokak kapısından bir adım içeri girer, Paçoz' u
tutmamı ister, iğnelerini yapar ve gider. Her gelişinde tırnak makasını getirmeyi unuttuğu
ve bu işi yapmakta geciktiği için kılcal damarlar uca kadar gelmiş. Sol pati de bu
yüzden zarar görmüş. (Bunu da bugün öğrendim)
Memesindeki şişliği görür görmez koyduğu teşhisi söyleyiş biçimi yüzünden, üzüntüden
gözleri dolan Can (küçük yeğenim o sıra bendeydi) arkasından, "ben böyle sevgisiz,
duyarsız adam görmedim" diye öfkeyle söylenmişti. Ben işittiklerimin sarsıntısıyla, nasıl
söylediğinin farkında bile değildim o anlarda.
Neyse uzatmayalım.
Kahve içerken tüm bunları konuştuk. Yeni veterineri aradım. Durumu anlatıp yardım
istedim. Akşam geldi. Genç bir adam. Ayakkabısını çıkardı terlik istedi. ( Orhan Bey
Paçoz' u ayağına isterdi ) Paçoz' u kanepeye yatırdı. Kendi tuttu. Önce memesini uzun
uzun inceledi. Teşhis aynı tabii. Yaşanabilecek süreci anlattı. Şimdilik herşey yolundaymış.
"Çok iyi bakılmış. Çok da sevgi görmüş " dedi. Ayağı için bir iğne yaptı. İlaçlar önerdi.
"Gerekirse ufak bir müdahale yapılabilir ama sanmıyorum. En kısa zamanda yine
yürüyüşlere başlayabilirsiniz" dediğinde dünyalar benim oldu. Gerçekten:)
Bu kez de bu sevincimi paylaşmak istedim.
Bu gece rahat, temiz bir uyku beni bekliyor sanırım.
Herkese güzel uykular, tatlı rüyalar...