Bayılıyorum arada sırada onları okumaya...
Sağ üst köşedeki tarih, o tarihte hangi şehirde, hangi evde oturduğumuz, hangi okulda
okuduğumuz, kimlerle arkadaşlık ettiğimiz, kimlerle komşuluk yaptığımız hatta hangi
hayvanları beslediğimiz ve daha bir çok şey hakkında yığınla ayrıntıyı önce biraz
flu başlayıp sonra tavaş yavaş netleşen ve parlaklık kazanan görüntüler halinde
zihnimde canlandırııyor. O günlere götürüyor.
Babamın yetiştiği dönemde, ona gelen dost akraba mektuplarından ve etraftan anladığım
kadarıyla, kalemlerin ve kâğıtların dikkatle kullanıldığı, duygu ve olayların özenle
ifade edildiği, konuşma dilinden farklı ama asla samimiyetten uzak olmayan bir
iletişim aracıymış mektup. Çok da kullanılmış ve işe de yaramış doğal olarak.
Özele girmeden bir kaç örnek...
Bir yere tayinimiz çıkmış. Babam önceden gidip bir ön inceleme yapıyor. Evler,
kiralar, sebze ve et fiyatları, iklimi,yeni iş arkadaşları hakkında bilgiler veriyor.
Yeni şubede işe başlamış, eski şubedeki samimi bir arkadaşına yeni müdüründen,
arkadaşlarından iş düzeninden bahsediyor. Saygılı, esprili cümleler. Sonunda
eşlere saygılar yollanıyor.
Muhasebeci iken, ikinci askerliğe çağrıldığı dönemde, şubedeki yardımcısına
adım adım anlatarak yıl sonu bilançosunu çıkarttırdığı bir kaç mektubu
okurken duyduğum şaşkınlığı ve keyfi anlatamam.
Babacığım, bizden uzakta iken, bulduğu her fırsatta, eline geçirdiği her kâğıda
özlemini, sevgisini dile getiren bir şeyler karalamış. Hiçbir noktalama işaretini
atlamadan, hiç bir dil bilgisi kuralını ihmal etmeden ama içtenlikten asla
uzaklaşmadan hep yazmış. Onu yansıtan mizah anlayışını da açıkça gözler önüne
seren ifadeler de kullanmış bu arada.
Bir girişle örneklemek isterim. Bir başlık,
"Sevgili ve bir tanecik (kanun fazlasına müsaade etmiyor) hanımcığım,"
Bir de bitiş,
"Büyük kızımın, küçük kızımın, kocaman oğlumun, ınga bebeğin (Rayuş) ve
en kocaman kızımın (annemi kastediyor) gözlerinden öperim."
Kardeşlerin en tatlısıyla öğlen kahvemizi içerken ve keyifle, sırasız, düzensiz,
küçük argolarla, "hadi bea" lerle "aatıyoosuun" larla jargonumuzun uyduruk
sözcükleriyle bezeli günlük sıradan muhabbetimizi yaparken bunu konuştuk
bu gün. Konuşurken alabildiğine rahat, özgür ve özensiz olan bizler, niçin
elimize kalem-kâğıt aldığımızda, ya da pc lerimizin başına oturunca, masanın
üzerinde bir torba dolusu noklalama işaretinin kullanılmak üzere bizi beklediğini
ve o masanın başına geçtiğimizde yazacağımız şey ne tarz olursa olsun başlamadan
önce sırtıımızı dikleştirip bir derin nefes aldığımızı sorguladık.
Ya da cep telefonlarımızda neden deliler gibi
ü ve
ğ ve nokta aradığımızı.
Sonra aklımıza babamın mektupları ve tüm yazdıkları geldi.
Onun aldığı dil eğitimi (yabancı dil, yüksek) ve bizlerin dönemimizdeki
sıkı disiplinli edebiyat öğretmenleri bizi tüm o kargacık burgacık işaretlerin
ve bir takım kuralların sadık köleleri yapmıştı. Kaçınmak mümkün değildi.
Etrafımızdaki özgür konuşan, özgür yazan ve parmakları cep telefonları
ve pc.lerinin tuşlarında adeta uçuşan üç entelektüel mutlu genci düşündük.
Söyledikleri de yazdıkları da güzeldi. Biz beğeniyorduk.
Biraz kıskandık, biraz burulduk. Sonra yine diktik burunları havaya.
Biz halimizdem memnunduk.
Ne diyelim sağlık olsun, Allah başka keder vermesin :))
Köleliğimiz de bununla kalsın.
Gelişine bir Babalar Günü yazısı oldu bu. Başı başka, sonu başka.
Ne diyorduk,
"kuralların canı cehenneme :D "
Tüm babaların ve evlatların Babalar Günü kutlu olsun.
Hep sevgiyle kalalım...