Artık fahri anneanneyim.
45 yıllık çok özel arkadaşım can dostum Semuş' um anneanne oldu. Tabii ben de. Yoksa kıskançlıktan çatlardım. Şaka bir yana dostlarımın içinde torun sahibi olan yoktu şimdiye kadar.
Bana ilk torunumu en eski dostum verdi. Bu çok hoş bir rastlantı.
Semuş' umu çok özel kılan, 1964 Eylül' ünde bahtsız, yalnız, acılı, öfkeli ve şaşkın taşralı bir genç kıza uzattığı ve sonrasında hiç geri çekmediği eli ve sunduğu içten dostluğu olmuştur diyebilirim içtenlikle ve tereddütsüz olarak.
Fatih Kız Lisesine ilk başladığım günlerde yanıma gelip bana sıkıntılarımı, üzüntülerimi yavaş yavaş unutturan son derece sevecen, yardımsever, güvenilir, naif, alçak gönüllü, güzel yüzlü, güzel yürekli, kısacası, mükemmel bir arkadaş örneği desem emin olun hiç abartmış olmam.
O kadar çok şey paylaştık ki onunla...
Her gün Çarşamba yokuşunu kolkola birlikte tırmandık. (Güzel havalarda)
Koro kıyafetlerimizle.
Birlikte ders çalıştık. Okul korosunda yanyanaydık. Aynı sırayı paylaştık. Birbirimize kopya verdik. Ben ona Matematik ve İngilizce yazılılarında, o, Tarih ve Coğrafya yazılılarında. Kiminde yakalandık. Okul koridorlarında hocalara yalvardık.
İlk sigara deneyimimizi birlikte yaşadık.
Hafta sonları Renk sinemasında Elvis, Cliff filmlerini birlikte seyrettik.
Pikaba koyduğumuz plaklardan Tom Jones, Engelbert Humperdinck şarkılarını bağırta bağırta birlikte dinledik. Bir de Cem Karaca' nın "Bir gün belki hayattan..." diye başlayan şarkısını ve daha bir sürü şarkıyı. Onun evinde birlikte oturduğu halasının, benim evimde annemin başını şişirdik.
Platonik aşklarımızı birbirimize anlattık.
Sartre ve Simone de Beauoir' yı, varoluşçuluğu ve feminizm kavramını ve daha bir çok şeyi birlikte öğrendik.
Lise ikide o edebiyat ben fen bölümüne geçtik.
Okul bitince her birimiz kendi iş hayatımıza atıldık. Ben Bankaya girdim. O bir fasıl Almanya' ya gitti. Uzun uzun mektuplar yazdı bana gurbet ellerinden.
Sonra kendisi kadar mükemmel yürekli eşiyle tanıştı. Çok güzel bir gelindi. Bildiğim gördüğüm en sağlam en mutlu yuvayı bu güne taşıdılar. Bir kızları oldu.
Her ikimiz de hep İstanbul' daydık ve zaman zaman arası uzasa da hiç kopmadan görüştük. Hep kaldığımız yerden aynı muhabbetle devam ettik tam 45 yıl.
Zaman nasıl da geçivermiş, sevgili yavrum İlknur' un doğumuna daha dün gitmemiş miydim? Hangi ara büyüdü, ne zaman okulunu bitirdi ve ne çabuk anne oluverdi.
Ve dün, o şahhhhane minik yaratığı gördüm. Yüreğimden vuruldum. Ne güzeldi. Masum, melekler gibi. Ara ara nazlı nazlı yaygara koparmadan ağladı. Genellikle tatlı tatlı güldü.
Ya o balkonda asılı duran minik çamaşırlar, miniminnacık çoraplar.
Son zamanlarda baş dönmelerinden, yükselen şekerinden, ağrılarından sızılarından sıkça söz eden arkadaşım, dün gülücükler yağdırarak evin içinde keklik gibi sekiyordu.
Ne ağrı kalmıştı, ne baş dönmesi. En az on yaş da gençti son gördüğüm Semuş' tan.
Bu benim hep tanık olduğum ve beni artık hiç şaşırtmayan mucize, dostum için de bir kez daha gerçekleşmişti.
Allah mutluluklarını daim etsin ve nazarlardan saklasın diyorum.
Sevgiyle kalın...