Çok şey öğretti bu son on beş gün bana.
Gündelik yaşamın, sıradan işlerin, anlamsız konuşmaların, sebepli sebepsiz
gülüşlerin, rutin alışverişlerin, mevsimsel, kanıksanmış sağlık sorunlarının...
Nefesi tam olarak alabilmenin....
Lokmaları canın yanmadan, boğazında büyümeden yutabilmenin...
Geceleri bir kaç kez kan ter içinde fırlamadan uyuyabilmenin....
Sabah uyanınca yaşamak için bir nedenin olmadığını düşünmeden yataktan
kalkabilmenin...
Sokağa korkmadan çıkabilmenin....
Çocukların gözlerine için acımadan bakabilmenin...
Ne kadar önemli olduğunu....
Saçma alınganlıklar, yersiz duygusallıklar, mızmızlıklarla kendi hayatımızı
ne kadar gereksiz bir şekilde zora koştuğumuzu...
Hepsini, hepsini yeniden hatırladım.
Biliyorum.
Bir sabah odama dolan güneş ışığıyla (onu farkederek) uyanacak, kekikli
tostumu boğazım acımadan yiyecek ve nefesim sıkışmadan, suçluluk
duymadan yaşamın içine dalıvereceğim.
Öğlen kapısını çaldığımda Rayuş gözlerimin içine bakacak ve rahat bir
nefes alacak. İçinden "çok şükür, bitti" diyerek huzurla kahve kavanozuna
uzanacak.
Biliyorum. Bu olacak...