Sabah kahvelerimizi yudumlarken, kardeşlerin en dikkatlisi ve endişelisi beni keskin
kartal bakışlarıyla uzun uzun süzdükten sonra "keyfin yerine gelmiş neyse " dedi ve
başını fincanına eğdi. "Keyfim niçin kaçmış olsun ki? " "Akşam bloguna baktım.
Hüzünlü Tagore' lardan birini gördüm yine." Şaşkın şaşkın, "ne alaka, her zamanki
Tagore. Yani parçayı yazan o hüzünlü kişi... Ben sadece sevdim ve bloguma yazdım.
O kadar." Kardeşlerin en şirini ters çevirdiği fincanı ve tabağını baş parmağı ve orta
parmağı arasında sımsıkı tutup çevirdi. "Tamam canım, tıtizlenecek bir şey yok.
Yanılmışım." Tatlı tatlı gülümsedi.
Cuma günü dizinden ameliyat olan bir arkadaşını ziyarete gittiği için görüşmemiştik.
Öncesinde de kızlar, konser, toplantı, keyfim son derece yerindeydi. Yazıyı görünce
hüznü bana maletmiş...
Akşam sondan geriye blogumdaki yazılara şöyle bir göz gezdirdim....
Hüzünlü bir Tagore...
Huzurlu bir konser paylaşımı.
Çocuksu bir keyifle geçen bir haftalık pijama partisinin çocuksu ve keyifli cümlelerle
bir ilkokul kompozisyonu kıvamında kısaca anlatımı. "Arkadaşlarım bendeydi çok
mutlu günler geçirdik, köpeğim de çok mutluydu..."
( Mutluluk insanı sadeleştiriyor:)))
Öncesi, bir küçük hayal kırıklığının yüreğime dokunduğu yerde, tıpkı küçük bir
çakıl taşının suya düştüğü anda oluşturduğu dalgalar gibi artan kelebek etkisini
anlatmaya çalıştığım sitem dolu bir yazı.
Bir önceki ise kendimle gırgır geçen mizahi üsluplu bir paylaşım.
Tuhaf bir sıralama... Depresif bir dönem ürünleri gibiydiler ilk bakışta.
Biraz canım sıkıldı. Yaşlandıkça dengeler giderek bozuluyor anlaşılan diye içimden
geçirdim. Biraz otokontrole ihtiyacım vardı. Yoksa yardım mı almalıydım. Belki de
iş işten geçmişti. Omuzlarımdan vücuduma bir ürperti yayıldı...
Bu duygular içindeyken arkadaşım Nural aradı. Yazımı okumuş. Resimlerini görüp
şaşırmış. O da çok memnun kalmıştı bu haftadan, eski günleri bunca yıl sonra yeniden
yaşamaktan. Bir saate yakın konuştuk. Bol bol güldük.
Mutfağı toparladıktan sonra yine oturdum pc.min başına. Yeni yazılara baktım.
Sevgili Melange' ın " uzun, ince patikasında " yürürken sıcacık gözyaşları döktüm.
Sonra Esmir' in kara treninde buldum kendimi. Babamın dizinde uyudum, annemin
poğaçasını yedim. Haydarpaşa' sız başlangıçları düşündüm. İçim sızladı....
Neden sonra yıkadığım yüzümü havluyla kurularken aynada şişmiş gözlerimin
taa içine dikkatle baktım. Bu gözlerde biraz hüzünlü olmakla birlikte huzurlu bir
ifade vardı. Hem de alabildiğine huzurlu...
Ne bir kararsızlık, ne bir belirsizlik, ne de bir karamsarlık.
Sonra bir kez daha düşündüm. Tüm yaşamımı çabucak gözden geçirdim.
Bu günümü düşündüm sonra.
Korkulacak bir şey yok dedim kendi kendime.
Yaşadığım, yaptığım, yazdığım her şey insancaydı. İnsana özgü, bana özgüydü.
Sevinç de keder de, kahkaha da gözyaşı da benimdi. İnsancaydı.
Neyi hangi sıra ile, ne aralıkta, ne sıklıkta ve nasıl yaşadığım da kimseyi ilgilendirmezdi.
Başkalarınınki de beni...
Sevdiklerimin sevinciyle sevinmek, elemlerine üzülmek dışında...