Sabah sekizde Paçoz' la kapıdan çıktığımızda bomboş ve tatil dolayısıyla bol arabalı park yerinde
bir arabaya yaslanmış biraz çocuksu, biraz keyifli, biraz da şaşkın gözlerle bize bakan çok yaşlı
bir amca gözüme ilişti. Yüzü bembeyazdı. Dikkatli bakınca tanıdım. Bizim çapraz blokta
oturan ben yaşlardaki güler yüzlü hanımın babası. Tam da beklediğim gibi, biraz sonra apartman
kapısından komşum da çıktı dışarıya. Ben her zamanki gibi arabaya binip gideceklerini
zannederken komşumun sapsarı yüzü, özensiz giyimi ve ağlamaklı halini görünce durdum.
"Asuman hanım, babam yok babamı gördünüz mü" diyerek merdivenleri telaşla indi.
"Arabanın önünde, sizi bekliyor" diyerek otoların arasında zor görünen adamı işaret ettim.
Bir anda ağlamaya başlayarak koştu babasına sarıldı. Biz oradan yavaşça uzaklaşırken o hala
"baba niye haber vermeden çıktın, öldüm meraktan ya geç farketseydim, kaybolup gitseydin
ben nasıl bulurdum seni..." diye söyleniyordu korkuyla. Sırtım ürperdi. Alzheimer. Ne çok
arkadaşım var böyle annesine, babasına, kayınvalidesine bakan. Bu blogda da anneanne
olduğunu muştuladığım bir ortaokul arkadaşım hem kayınvalidesine hem de torununa
bakıyor. Biriyle korkuyu, diğeriyle de umudu yaşıyarak, oradan oraya koşturup duruyor.
Paçozu eve bıraktıktan sonra yeniden başladığım sabah yürüyüşüm için tekrar çıktım.
Sitelerin etrafında genişçe bir ring yapıp tatil gazetelerimi de aldım dönüşte. Sonra çayımla
tostumla ayağımın dibinde Paçozla konuşlandım balkona.
Güneş yükselince içeri kaçtım. Gece salon masasında kenarlarına başladığım puzzle ımla
biraz vakit geçirdim.
Gazetelerim ve puzzle ım.
Öğlen mutfağa geçip yarın gelecek olan yeğenim için yemek hazırlamaya
giriştim. Sonra gözüm pari bacası şeklindeki kahve kavanozuna ilişti. Rayuş yoktu.
İçmemeyi düşünüyordum ama canım çok istedi. O ben olmayınca asla içmez. Tadını
alamıyormuş. Ama ben içtim. Hemde bir çay fincanı dolusu. Kötüyüm işte kötüyüm :))
Sonra bir de kendime fal bakayım dedim. Hadi size de göstereyim. (Bi falım eksik kalmıştı)
İlk gözüme ilişen sırt üstü düşmüş ayakları havaya dikili kocaman bir at. Eyvahh dedim
gitti muratlar. (Falda at murattır.) Sonra aklıma geldi. Falı kötüye yorma asla değildi
mutadımız. Öyleyse, sadece yan gelip keyifle yatıyordu atımız..:)) Zaten hemen biraz
ilerisinde karşıma bir yol çıktı. Hem de açıktı. Hemen ucunda da bekleyen bembeyaz bir yürek.
Her sıkıntılı zamanımda hiç beklemediğim anda beni arayıp derman olan dost yürek.
Demek bir yolculuk var. Şöyle Güre' ye kadar. Benim falım hep çıkar.
Yarın Can gelecek. Önce Başından sonuna kadar tüm yazdığım postları bir dosyada
toplayacak, sonra da bir CD ye yükleyecek. Sonra da blogumu iptal edecek.
Geldim gidiyorum şu teknik işlerden zerreyi miskat kadar bir şey öğrenemedim.
(Kulakların çınlasın Nihat Doğan) Aslan yeğenlerim benim. Biri açma ve düzenleme
işlemini yapmıştı, diğeri de lağvetme, toparlama ve saklama kısmını deruhte edecek.
Ayağımın rahatsızlığı nedeniyle eve bağlandığım 2009 yılında, beni diplerden çekip yaşama
değişik bir dünyadan bağlanmama yardım eden bu blogun yaşamıma kattığı çoğu güzel
bir yığın şey oldu. Tabii bir sürü de dost. Öyle ki telefonum susmak bilmiyor. Mailler
yağıyor. Sağlığımı merak edenler, sebebini anlamak isteyenler...Yoksa bir pinpon emekli
mi buldun diyenler;)))
Blogumu bırakmaya karar verme nedenim onun başında oturduğum sürece aldığım
amansız kilolar dostlarım. Obez olmaktan korktum. Sizi temin ederim şimdiden tam beş
kilo verdim bile. Neydi o öyle, yazdıkça şiştim. Okudukça şiştim. Zorum ne :)))
Ciddileşelim biraz...
Haberi olup yorumlar yazan, haberi henüz olmayan, beni sevdiğini söyleyen, yazılarımı
okumaktan keyif duyan, akranım ve de hatırnaz saygı dolu genç dostlarımı sevgiyle
öpüyor, herkese mutluluk diliyorum...
Sağlıcakla kalın...
Bu sondu gerçekten. Sadece biraz daha keyiflli olsun istedim...Can da gelişini bu güne
erteleyince ve başladığım resimle (Paçozun) bitireyim deyince...
Bir de müzik ilave edelim tam olsun...