Çok yılbaşı eskittim.
Çocuklukta, merak ve ümit, güne dairdi. Annemin pişireceği yemek, babamın getireceği bebek yahut kitap gibi. Bayramlar biraz daha farklı olurdu belki. Yeni alınacak elbise, ayakkabı, gidilecek gezilecek yerler ya da gelecek misafirler birkaç gün öncesinden merak edilir, çok olağanüstü bir durum yoksa keyifle beklenirdi.
Yeni yıl önemliydi. Ama sadece 31 Aralık gecesi. Eş dost ahbap toplanır, mutlaka tombala oynar, bol meyve, çerez, gazoz, limonata tüketir, çocuklar yorulana kadar oynardık.
“Geleceğe dair” merak duymak, ümit beslemek ergenlikle başladı ve gençliğimizi adım adım yaşarken, duygusal yaşamımızla, okulumuzla, giderek kariyerimizle ilgili olarak ivme kazandı, boyut değiştirdi.
Giden eski yıl ile yaklaşan yeni yıl arasındaki o sihirli birkaç gün merakın, ümidin, beklentilerin doruğa tırmandığı yüksek sesle dillendirildiği heyecanlı saatlerden sonra 31 Aralık gecesi tam on ikide, kadehlerimizi tokuşturduğumuz, ayaklara kalkıp çılgınca zıpladığımız, deliler gibi birbirimizi sarılıp öptüğümüz o coşkulu anlarda, ertesi gün çok mutlu, bambaşka bir güne kalkacağımızdan son derece emindik. O güvenle kutlamamıza sabahlara kadar devam eder, yorgun ama huzurlu uyur, ertesi gün baş ağrılarıyla bankalarımıza yıl sonu çalışmalarına dönerdik. Şu ayrıntıyı da ilave etmeliyim. Aslında tatil günü olduğu için, geç yakılan kalorifer nedeniyle bina soğuk, önceden camlar açılmadığı için de her zamankinden daha havasız olurdu. Ve masamızda bekleyen, yetişmesi gereken bir yığın iş. Tutması gereken hesaplar.
Yeni yılın ilk günü için tam bir fiyasko…
Zamanla yeni yıl kutlamaları benim için bir külfet haline geldi. İşten geç vakit çıkıldığı için yorgun argın gittiğim arkadaşlardan ya da kardeşlerden birinin evinde nezaket tebessümleri saçarak TV izlemek, eğleniyormuş gibi görünmek ya da gerçekten eğlenmekten ibaret bir ritüeldi sadece. Uzun seneler de öylece süregeldi.
Duygulara gelince, merak yerini kanıksamaya, umut yerini bezginliğe bırakmıştı. Yaş ilerledikçe kanıksamaktan öte karamsar olma hali ruhuma yerleşti. Gelecek yıldan korkar oldum. Korktukça başıma geldi, başıma geldikçe korktum. Artık ne giden yılı arıyor, ne de gelecek yılı bekliyordum. Herkesin anlamlar yüklediği, çılgınca beklediği pırıltılı milenyumu yüreğimde bir bıçakla geçirdikten sonra, umut kelimesini de sözlüğümden silip attım.
Son zamanlarda hissettiklerime gelince…
Sanırım ne zaman başladığını tam olarak bilemediğim yeni bir sürecin içinde bir oraya bir buraya savrulup durmaktayım.
Bedenim giderek artan bir ivmeyle canlılığını yitirirken yüreğim alabildiğine coşuyor. Vücudum yoksullaşırken ruhum zenginleşiyor. Çocuksu sevgilerle donanıyor, ümitle bana uzanan her ele sarılıyor, yakaladığım her dala sımsıkı tutunuyorum. Baktığım her şeyi görüyor, gördüğüm her şeyi seviyorum.
Tükenen vücudumu şahlanan ruhumla ayakta tutmaya çalışıyorum.
Bu yeni süreç beni korkutuyor.
Rehavete kapılmaktan korkuyorum.
Hayal kırıklığına uğramaktan, uğratmaktan korkuyorum.
Kabuklarımın kırılmasından, incinmekten korkuyorum.
Bedenimin ruhuma yetişememe tehlikesinden, ruhumun yıpranma ihtimalinden korkuyorum.
Yeniden : “yalan dünya her şey bomboş, hancı sarhoş, yolcu sarhoş” şarkısını söylemekten korkuyorum.
Ama yeni yıla girerken çok yeni çok farklı, çok çaresiz bir ümit yeşeriyor yüreğimde, dört elle sarılmak istediğim; ama nedense duygularımı tam olarak tarif edebilecek doğru sözcükleri bulup çıkaramıyorum bir türlü.
Tevfik Fikret bir kere daha imdadıma yetişip duygularıma birebir tercüman oluyor dizeleriyle.
……………………………....... şimdi,
Şu soğuk toprağın hayatı gibi
Solmayan bir hayata ihtiyacım var;
”Kötü ve aldatıcı, fakat hayat olsun!”
Diyorum; şimdi bütün gönlüm, fikrim
Hep şu musallat “ümit “ elinde bir oyuncak.
Yaşamak… Başka ihtiyacım yok;
Yaşamak, hem çocukça aldanarak,
Yıllarca öyle, biteviye, birçok,
Cılız, kötürüm ve ölümcül yaşamak…
Öykü Atolyesi için hazırlanmıştır.