Sabah saat onda çalıp ve ben
sokağımızdan okula giderken ,
her gün,
"bilezikler, billur halhallar"
diye bağıran işportacıya
rastlarım.
Onun acele edeceği hiç bir şeyi, gideceği hiç bir yeri ve eve dönmesi
gereken belli bir saati yoktur.
BEN, "BİLEZİKLER, BİLLUR HALHALLAR..."
DİYE BAĞIRARAK SOKAKTA
VAKTİNİ GEÇİREN BİR İŞPORTACI
OLMAK İSTERDİM.
Öğleden sonra saat dörtte okuldan
döndüğüm zaman şu evin kapısında,
yeri kazan bahçivanı görebilirim.
O elindeki bel ile istediğini yapar, elbiselerini toz-toprağa bular, güneşte
kavrulsa veya sırılsıklam olsa da kimse aldırmaz.
KİMSE BANA MANİ OLMADAN BAHÇEDE
HEP KAZAN BİR BAHÇİVAN OLMAK İSTERDİM...
Akşam hava tam kararıp da annem
beni yatağıma yolladığı zaman, açık
penceremden bekçinin bir aşağı-
bir yukarı dolaştığını görebilirim.
Sokak, karanlık ve ıssızdır ve sokak lambası tepesindeki tek kızıl gözü ile
bir dev gibi dikiliyor.
Bekçi fenerini sallar ve yanında gölgesi ile birlikte yürür ve ömründe
bir kerecik olsun asla yatmaya gitmez.
BEN, BÜTÜN GECE SOKAKLARDA
DOLAŞARAK VE FENERİMLE GÖLGELERİ
KOVALAYARAK BİR BEKÇİ OLMAYI
İSTERDİM.
R.TAGORE
Büyüyen Ay
Hemen hepimiz benzer hayalleri kurduk, her gördüğümüz mesleğin tam
bize göre olduğunu düşündük. Kimimiz sevdiğimiz işi yapmak şansına
sahip olurken, bazılarımız da (galiba çoğumuz) yaşamın bize dayattığı
kariyerleri asık suratlarla tamamladık.
Aramızdaki tek ortak yan..... Tabii istisnaları saymazsak.....
HEPİMİZ ÖĞRETMENLERİMİZİ SEVDİK.
Yaşamımdan bir sürü öğretmen geçti.
Ölenler nurlar içinde yatsınlar, yaşayanlara esenlikler diliyorum.
Bu arada tüm öğretmen blogger (tanıdığım, tanımadığım) dostlarımın
gününü kutluyor, sevgiler yolluyorum...