“Gel ey çaresiz ölümlü, gel, karanlık
Temiz yatağıdır güzel uykunun
Ve dindiği yerdir tüm acıların.”
O karanlık ki, beni gündüzlerin siyahından, gürültülerin içinden, bitmeyecek kavganın, riyanın, yalanın, düşmanlığın ortasından çeker- alır, sarıp-sarmalayıp süresiz nadasa yatırdığım kara gözlü mutlu çocuğun koynuna taşır. O bembeyaz yatağa…
O yatak benim kıymetli konuklarımı ağırladığım kabul yerimdir. Onlar, sancılı, mutsuz, kırgın yattığım gecelerde uğrarlar, saçımı okşayan sevgi dolu elleri, başımı koyduğum güvenli dizleri, güçlü omuzları vardır yaslanacağım. Sessiz, saygılı, derin bakışlı ve şefkat doludurlar.
O yatak beni bambaşka dünyalara, farklı alemlere götüren geminin iskelesi, otobüsün terminali, trenin istasyonudur. Tüm mutluluk turlarımın bilet gişesi. Beni masmavi gökyüzüne taşıyan güzel anka kuşunun kanadı. Gittiğim yerlerde, uçsuz bucaksız tertemiz denizler beni içlerine alır. Yemyeşil çimenlerin üzerinde, ağaçlar ve renkli çiçekler arasında, çocuklarla koşar, bembeyaz örtülü uçsuz bucaksız masaların etrafına tüm sevdiklerimle toplanır, kuş sütü içeriz.
Ve o ev… Hep aynı ev… Düzenli aralıklarla ziyaret ettiğim, tertemiz ahşap tabanı, birer basamakla çıktığım, kapıları olmayan, boydan boya sedirleri, bembeyaz örtüleri, kadife halıları, pırıl pırıl yatağıyla üç odası, tavanından sallanan tek ampulüyle, hep aynı yerde beni bekleyen, tek katlı, geniş pencereli aydınlık ev. Odalarını tek tek dolaştığım, içinde huzur bulduğum.
Gecenin aydınlığından günün karanlığına, çamurlu, dikenli yolları, defolu insanlarıyla beni bekleyen gürültülü aleme düştüğümde, eğer hala bakışlarımda muzip bir ışıltı, sesimde çocuksu bir tını, dudağımın kenarında sürekli bir tebessüm taşıyabiliyorsam, bunu, yüreğimde ve yatağımda sakladığım o masum çocuğa borçlu olduğumu biliyor, onu gözümden sakınıyorum.
Bu bir öykü atölyesi çalışmasıdır.