Yağmurun hatırlattıkları 4  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Nostaljik damlalar

Yağmuru seviyorum. Evet. Çocukluğumdan beri, erkenden ışıkları yaktıran loşluğunu, cama vuran, caddelerden akan suların tıpırtı ve şırıltısını, sobanın bu seslere karışan çıtırtısını, ben rehavetle uyuklarken içerden gelen ev halkının mırıltısını hep keyifle hatırlarım yağmur yağdığında, içim sıcaklıkla dolar. Bu gün de sadece bana verdiği bu mutluluk için bile olsa, sevmekten hiç vazgeçmedim. Ayrıca elime sıcak çayımı alıp karşımızdaki çeşit çeşit ağaçlarla dolu yemyeşil parkı, telaşla koşuşturan şemsiyeli insanları, camdan süzülen suları seyretmeyi hala seviyorum. Ama bu gün yaşadığım küçük bir olay bana madalyonun öbür yüzünü, keyfe keder, sıkı giyimli, isteğe göre şemsiyeli ya da şemsiyesiz, süresi bize bağlı, romantik veya sportif yürüyüş dışındaki, hazırlıksız tedbirsiz yakalanılmış, kaçışı, geri dönüşü olmayan zorunlu sokakta kalma hallerimi hatırlattı. Uzun zamandır unuttuğum, işe gidiş ve işten dönüş hallerimi.

Kazın ayağı

Bu gün öğlen vakitlerinde, satın aldığım bir elektrikli mutfak aletini değiştirmek için, satın aldığım alışveriş merkezine gitmek üzere yola çıktım. Daha durağa giderken yeterli kalınlıkta giyinmediğimi fark ettim ama servisle kapıya kadar gideceğimi, dönüşte de servisle döneceğimi düşünerek durağa gittim. Keşke dönüp tedbir alsaymışım. Uzun zamandır bu kadar üşümemiştim. Soğuk ayazda yağan yağmurda üşüyerek vasıta beklemenin nasıl felaket bir şey olduğunu hatırladım.

İşe ilk başladığımda, Ataköy’ de oturuyordum ve o dönem girdiğim bankanın Unkapanı Şubesi’ nde çalışıyordum. Sabah hava aydınlanmadan yola çıkar, önce Bakırköy tren istasyonuna kadar yürürdüm. Bu, Gençler Caddesi boyunca süren on dakikalık bir mesafe idi. Bu caddenin sol yanında iki katlı, tek katlı evler bulunurdu. Bazen sabahlıklı hanımlar, şık perdelerini çekip süslü sabahlıklarıyla ellerinde çay fincanı sigaralarını tüttürürlerdi. Henüz uykum bile tam açılmamış trene yetişmek için koşarken bu hanımlara çok bozulduğumu bu gün gibi hatırlıyorum. Bakırköy’ den Yenikapı’ ya genellikle ayakta bir felaket yolculuk, Yenikapı’ dan şayet binebilirsem Unkapanı’ na dolmuşla, eğer binemezsem yarım saatte koşar adım 5. bloktaki şubeye varırdım. Dönüşte, Sirkeci İstasyonuna kadar yürür, mutlaka oturmak şartıyla trene biner, Bakırköy’ den eve kadar yine yürürdüm. Tastamam iki sene böyle sürdü. Zor bir tablo gibi görünse de, bu benim iş yaşantımın belki de en mutlu iki senesiydi. Herkesin üniversite öğrencisi olduğu genç 5-6 kişilik çalışan grubu ve yine genç müdürümüzle, çok güzel anılar oluşturduk. Tabii yollar hariç. Böyle havalarda, o dönemin modası mini eteklerle, (o zamanlar pantolon yasaktı) garın soğuğunda rötarlı treni, Yenikapı’ da dolmuşu beklerken çektiklerim aklıma geldi bu gün durakta.

Biraz da gülelim


Öyle ya da böyle geçip giden yirmi yıldan sora hayli uzun bir süredir sabahlıklı hatunlar takımında oynamakta, her şey gibi yağmurun da tadını çıkarmaya çalışmaktayken, çalıştığım yıllara ait yine çok zor bir akşamın komik sonundan bahsederek yazımı bitirmek istiyorum.

Sekiz aylık hızlandırılmış sabah 8- akşam 6 İngilizce kursuna gittiğim günlerden birinin akşamında, Taksim’ de Bakırköy dolmuş kuyruğunun hayli arkalarındayım. Hava hem ayaz hem de sıkı bir yağmur yağıyor. Böyle havalarda hep olduğu gibi seyrek dolmuş gelmekte. Şiddetli rüzgar yüzünden rahat durmayan şemsiyeler birer birer kapatılıyor. Bu durumdakiler beni çok iyi anlayacaktır. O soğuktan kurtulup arabaya kendini atabilen “sıradaki 5 kişi” ye geride kalanlar hasetle kıskançlıkla bakarlar. O kadar üşürsünüz ki, başka bir istikamete bile gidiyor olsa, her hangi bir arabaya, otobüse atlayıp oradan kurtulmak istersiniz. Zaman geçmek bilmez. Eviniz hayalinizde cennetinizdir. Tam ümidinizi kestiğiniz sırada sanki arka arkaya birkaç araba birden gelir, ya da siz öne yaklaştıkça size öyle gelir, bir de bakarsınız ki “sıradaki 5 kişi” oluvermişsiniz. Artık çile bitmiştir.

Geridekilerle göz göze gelmemeğe çalışarak, zafer duygusuyla karışık bir gururla gelen arabaya kendimi attım. Kahya, zayıf olan iki kişiyi yani benimle (o tarihlerde 48 kilo) birlikte bir beyefendiyi öne yönlendirmişti. Cam kenarındaki yerime oturdum. Arabanın sıcaklığı bir anda başımı döndürmüştü. Birkaç derin nefes alıp kedi gibi gerindikten sonra, koltuğun yan tarafına kayan siyah çantamı, karanlıkta el yordamıyla bulup dizlerimin üstüne çekmek istedim. Ama sıkışmıştı. Oradan kurtarmak için iki elimle can havliyle asıldım. Yan tarafta hafif bir “ahh” sesi. Olanı fark ettiğimde, o an, orada olmak yerine Taksim ayazında kuyruğun en arkasında saatlerce beklemeyi bin defa tercih edebilecek kadar kötü hissediyordum kendimi. Çantam yere düşmüştü ve ben de o karanlıkta, çantam diye yanımdaki beyefendinin dizine asılıp duruyordum.

Herkese huzurlu ve neşeli günler dilerim…

This entry was posted on 31.10.2009 at Cumartesi, Ekim 31, 2009 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

16 yorum

Çok soğuktu bugün.Yağmurdan yolalr şemsiye mezarlığına dönüşmüştü.Benimkide sağolsun içbükey-dışbükey olma konusunda bayağı bir kararsız kaldı.

Yol maceranıza çok güldüm.O beyfendininde eminim anekdotlarına siz dahil olmuşsunuzdur :)))

Bugünkü yağmur gibi sevgiler :))

31 Ekim 2009 23:14

İzdüşümler,
Önce böyle günlerde siz ve tüm zorunlu olarak yollara dökülenler için Allah kolaylık versin.
O beyefendi eminim gülerek anlatıyordur. Bense gülünsün diye ama hala ürpererek anlatıyorum.

Öyle ıslanmaya can kurban... :)))

1 Kasım 2009 00:10

İstanbul'un gülünecek hallerinden
güzel bir anı:)

Unkapanı İMÇ,5.Blokta ; Ankara Ekspres Beynelmilel Nakliyat,Er-Şen
Uluslararası Taşımacılık Firma
sahiplerini tanırdım.Er-Şen daha
sonra Yeşilköy tarafına taşındı.
Muhtemelen sizin çalıştığınız banka
ile çalışmış olabilirler.
Dostlukla...

1 Kasım 2009 00:17

Aslan Bey,
Ben 1972 vel973 yıllarında İstanbul Bankası'n da çalıştım Unkapanı'nda. Birkaç yıl sonra da kapandı zaten. O tarihlerde, yanılmıyorsam bir de Garanti Bankası vardı. Ben de liseyi bitirip (Astronomiden bekledim iki sene)kendi bankama geçtim zaten.
Siz eminim çok daha sonraki dönemlerden bahsediyorsunuz.
İş hayatında bir sürü şey yaşanıyor gerçekten. Sonra hepsi birer anı oluyor. Tüm bu zorluklarına rağmen insan dönmek istiyor o günlere.
Sevgiyle kalın...

1 Kasım 2009 00:37

Asuman hanım,aynı yıllarda her iki
firma da Unkapanı'ndaydı.Er-Şen
Nakliyatın sahibi Erdoğan Şenay;
Ank.Ekspresin ki Kemal Kızılkaya idi.Erdoğan bey koyu Fenerbahçeli olup,fahri olarak Milliyet Spor
Sayfasında yazarlık yaptı.Bir ara,
Milli Takımlar Menejerliğinide yaptı.İsmet Kasapoğlu,Erdoğan beyin
ortağıydı,daha sonra ayrıldılar.
Her ikisi de ağabeyim sayılır.
Görseniz belki tanıyabilirsiniz.
O yılları ben de arıyorum.
Sevgi ve dostlukla kalın.

1 Kasım 2009 00:57

Aslan Bey,
Emin olun, o tarihlerde aklı bir karış havada bir lise talebesiydim.İşe girdiğim gün senet ve çeki ayırt edemiyordum bile. Hatta, hepsini masamda bırakıp yemeğe çıkmışım.Arkamdan toplamışlardı. Araya çok sene, bir başka banka, İki de büyük şube girince müşteriler birbirine karıştı.Dediğiniz gibi belki görsem, kim bilir..
Tekrar iyi geceler...

1 Kasım 2009 01:10

Beğenerek okudum, çok hoştu. Ben de bir yıldır eli fincanlı hanımların arasına katıldım.Koşurmak da koşturacak durumda olmak da güzel...

1 Kasım 2009 09:37

Aysema, hoşgeldiniz.
Yaşamınızdaki yeni dönem hayırlı olsun. Sağlıkla geçsin.
Gerçekten insan koşuşturduğu günleri arıyor ya da atıl durmayı kabullenemiyor,ama araştırılırsa uğraş çok.
Umarım her şey dilediğiniz gibi olur.
Sevgiler...

1 Kasım 2009 12:50

Eli fincanlı hanım olmak çok güzelmiş. Keşke zamanında Monaco prensinin teklifini kabul edip sarayda eli fincanlı hanım olsaymışım ama gençlik işte burun kıvırmıştım, Monaco çok küçük, İngiltere isterim ben diye:)))
Yağmuru hiç sevmem, sevmedim, sevmeyeceğim. Hep söylerim kocam küresel ısınmayı benden bilir. Asucum ayrı düştüğümüz bir nokta çıktı, neyse nazar değmez. Dün Manavgata gitmiştik bir arkadaşın yazlığına, Yağmur yüzünden burnumuzu çıkaramadık kapıdan dışarı. Oh, geldik az evvel günlük güneşlik. Çanta anekdotu çok komikti, ne hale geldiğini tahmin edebiliyorum:)
Sevgiler...

1 Kasım 2009 13:18

Leylakçım, ses verdiğine sevindim. Merak etmeye başlamıştım.
Yağmuru fincanın elinde camdan seyretmeyi de mi sevmezsin. Geride hafif bir müzik.
Şu an sıcağı için Antalya' da olmak isterdim doğrusu. Kemiklerimin içi üşümekte. Burası normalden fazla soğuk. Henüz hiç bir hareket yok ısıtma konusunda.
Kendine çok iyi bak. Sevgiler canım...

1 Kasım 2009 13:37

Eli fincanlı hanım olmak benimde çok hoşuma gitti canım.
Yazının tüm detaylrında geçmişi buldum ve çojk duygulandım. Sanırım o günleri yaşamakla bu günkü eli fincanlı hanım olmanın tadı daha başka. Oysa zamanında aynı bugünü yaşasaydık bu tadı alamazdık.
Bende yağmurun sana verdiği tüm güzellikleri çok severim. Bu yağmur İstanbulda yoktum, bulunduğum yerde Yeşi bursa'nın şirin ilçesi İznik!de yağmur çok daha güzeldi.
Sevgiyle kal canım...

1 Kasım 2009 15:22

Çok haklısın Nur' cum.
O günlerin sıkıntısı bu günlerin değerini arttırdı. Yaşam da böyle bir şey zaten. Tam bir mutluluk yok. Her şey gibi iş yaşamı da, emeklilik de kendi içinde kendi güzelliklerini ve kendi sıkıntılarını barındırıyor.
Küçük gezinden memnun dönmene çok sevindim.
Sevgiler arkadaşım...

1 Kasım 2009 16:11

merhaba,
aşağıdaki linkte kaybolan oğluşumla ilgili yazım var.

http://mvbln.blogspot.com/2009/07/don-lucky-nerdesin.html

1 Kasım 2009 22:44

Merhaba Asucuğum;
Senin bu nostaljik İstanbul anılarına bayılıyorum..Ve her biri zihnimin bir köşesine film kareleri olarak kendiliğinden kopyalanıyor.
Yağmura ben de bayılırım. Akşam üzeri erkenden oluşturduğu o loşluk ve insanların koşuşturmasını seyretmek hoştur. Özellikle hafta sonu ise elinde kahve fincanın ve arkanda hafif hafif çalan bir klasik müzik eşliğinde..Şiir yazılası bir ortamdır, harikadır..
Son kısımda anlattığın anı çok güldürdü beni :))
Teşekkür ve sevgilerimle canım..

1 Kasım 2009 23:16

Şeniz, hoş geldiniz
Yazınızı okudum.
Bu vesile ile blogunuzu görmüş oldum. Hayvanlarla ağırlıklı olarak köpeklerle ve tabii daha bir sürü güzel konularla ilgili blogunuz dikkatimi çekti. İzninizle izlemeye aldım.
Köpeğiniz umarım hayatta ve iyi ellerdedir.Tabii keşke yanınızda olabilseydi.Aynı durumda ben ne yapardım bilmem.Sizin başardığınızı yapabilir, başka köpeklerle ilgilenebilir miydim.Sanki yapamaz, eve kapanırdım gibi.Tabii hata olurdu.
Size sabırlar ve güzel günler diliyorum...

1 Kasım 2009 23:28

Zeugma' cığım...
Anılarımı yazmak benim de çok hoşuma gidiyor. Hem duygulanıyor hem de eğleniyorum. Beğenilince de çok mutlu oluyorum.
Umarım sen de ilerde, mutlu sabahlıklılar takımında fincanın elinde, camın önünde yerini alırsın.

Sevgiler hayatım...

1 Kasım 2009 23:40

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin