ELVİS Mİ- CLİFF Mİ
Altmış dört Eylülünde ailem büyük bir hüsranla İstanbul’ a kesin dönüşünü yapıyor. Annemin “merkezi bir yer olsun, vasıtası bol olsun, okullara yakın olsun” şeklindeki talepleri, Fatih’ de karşılığını buluyor. Güzel komşuları, laz bakkalı, önündeki akasya ağacı ve sokağında oynayan çocukları ile evimiz, taşındığımız günden itibaren bize huzur veriyor. Vatan Caddesi’ ne yakın. Paralelinde Halıcılar Caddesi var. O caddenin en tepesinde de meşhur Renk Sineması. İlk önceleri, yaslı ve acılı annem, sinemanın lafını bile etmiyor. Ablamla ben, yavaş yavaş arkadaşlar edinmeye, çevreyi tanımaya başlıyoruz. O dönem gençlerinin tek gözde eğlencesi sinema.
Bir hastanede ameliyat hemşiresi olan küçük teyzem, anneannem yanımızda kaldığı için hafta sonu tatillerini bizde geçirmekte. Bu da biz kızlar için her Cumartesi Renk sineması demek. Sabah erkenden, en çok da ben olmak
üzere, birimiz bilet kuyruğuna giriyoruz. Caddenin taa aşağılarına kadar inen bu kuyrukta çoğu zaman yağmur altında

saatlerce bekleniyor. Hemen hemen filmin başlama saatine yakın biletler alınmış olup, diğerlerinin de katılımıyla sinemaya giriliyor. Öğlen matinesi daha çok gençlerle (Fatih kız lisesi, Darüşşafaka erkek lisesi) dolup taşıyor.
Filmlerden en çok aklımda kalanlar, tabii önce Elvis-Cliff filmleri. Kızlar bir türlü kesin karar veremiyoruz bu iki yakışıklı arasında.Hangisi daha karizmatik. Kimin filmi izlendiyse o favori. Ama o günlerde Cliff Richard biraz daha ağır basıyor. The Shadows’ un eşliğinde çevirdiği romantik filmler, dillere pelesenk olan şarkılar. Hemen Aklıma geliveren bir tanesi “Summer Holiday.” Konusu hiç iz bırakmasa da müziği hala aklımda. Bir de haftalarca gösterimde kalıp teyzemin bize Beyoğlu’nda (Muhtemelen Emek Sineması) izlettirdiği, o, salya sümük ağlarken benim çok sıkıldığım çok meşhur Siyah Orfe filmi var. Teyzemin tekrar tekrar gidip izlediği. Tabii bir başka gösterim rekoru sahibi, muhteşem müzik ve dansları, dramatik Finali ile güzelim Natalie Wood' un oynadığı "West Side Story' i de unutmamak gerek.
Dr.JİVAGO , VİZON MANTO VE COCA -COLA
O döneml

erde, bizi derinden etkileyen filmlerden biri bir Boris Pasternak romanı uyarlaması, 1965 yapımı “Dr.Jivago . Bu filmden aklımda kalanlar, sürenin uzunluğu, Omar Sharif’ ın yakışıklılığı, Julie Christie’ nin güzelliği. O filmle ilgili bir de komik anım var. Birlikte gittiğimiz arkadaşımın halasının Cola’ yı pipetle içtiğini unutup başına dikmesi ve büyük bardaktaki tüm içkinin yüzüne, gözüne ve üzerindeki Vizon mantosuna olduğu gibi dökülmesi. Aynı tarihlerde yine biz öğrencilerin çok severek izlediği, sonunda göz yaşlarına boğulduğumuz 1967 yapımı ünlü Sidney Poitier filmi, “To Sır with Love", Lulu’ nun da aynı isimli şarkısı ile gönüllerde taht kuruyor. Yine ünlü final şarkısı ve sahnesiyle beni göz yaşlarına boğan 1968 yapımı Funny Girl (Omar Sharif-Barbra Streisand) var. O filmle hayran olduğum Barbra' nın ondan sonra çok sıkı bir hayranı olduğumu söyleyebilirim.
ANNEMİN TÜRKAN ŞORAY HAYRANLIĞI
Bir gün annemin hayatını değiştirecek kadar önemli bir şey oluyor. Renk sinemasının yanında bir de Zevk sinemas

ı açılıyor.Daha doğrusu önce tiyatro salonu olarak (Gülriz Sururi-Engin Cezzar) kullanılan salon, yeterli seyirci bulamadığı için sinemaya çevriliyor. Sadece Türk Filmleri gösterilmek üzere. (Sanırım rekabet olmasın diye) . Bir süreden sonra teyzemin ve komşuların ısrarıyla artık bize katılmaya başlayan annem, Türkan Şoray’ ın buğulu gözlerine vuruluyor. Böylece, matinelerin gürültüsünden başı ağrıdığı ve çok eskiden beri sinemaya akşam gitmeye alışkın oduğu için, her film değiştiğinde kızlarını toparlıyor ve rutin suare faslımız başlıyor. O yıllarda Fatih semtinde bu, yadırganmayacak kadar doğal bir şey. Annem, bir alışkanlığımızı daha yeniden devreye sokuyor. 4 no.lu loca. Böylece yavaş yavaş büyümeye serpilmeye başlayan kızlarını da korumaya alırken, geçmişi de tekrarlamış oluyor.(4 numarayı seçmesi de muhtemelen o yüzden ) Şu an tekrar tekrar seyredilen tüm Türkan Şoray filmleri ve gösterime giren Türk filmleri, mutlaka seyrediliyor 4 numaralı locada 65-69 yılları arasındaki yaşantımızın çoğu kış gecelerinde. Artık annem maaş günü bütçe yaparken, bir kalem daha ilave ediyor gider hanesine. Aylık sinema parası.
İSTANBUL’ DA YAZLIK SİNEMA FASLI
Fatih’ de o dönemde oturduğumuz 5 katlı apartmanda mükemmel komşuluk ilişkileri sürdürülmekt

e. Eşi babamla aynı bankada iken vefat etmiş olan Rüveydanım teyze annemle mükemmel bir ikili. İki bizden biraz büyük, iki de Rayegan’ la yaşıt ikiz dört kızları var. Akşamları bir araya geliyoruz. Kızlar balkonda kaçamak sigara tüttürüyoruz. O günlerde hatırladığım yakınlarımızda iki yazlık sinema var. Bir tanesi Fındıkzade’ de Akasya Sineması. Diğeri Aksaray’da Vatan Caddesinde.
Akasya sinemasında bol bol yabancı filmler izliyoruz. Tabii Rayegan ve ikizlerden biri (ve hep aynı zavallı) öğlen güneşinde gidip kuyruğa giriyorlar. Akşam yemekten sonra minderler kolumuzun altında geze geze, güle oyna

ya sinemaya gidiyoruz. İki bazen üç kadın ve yedi sekiz genç kız. Yollar Fatih’te Vatan Caddesinde yaz akşamları sinemaya giden, yürüyüş yapan insanlarla dolup taşmakta. O dönemden aklımda kalan çok güldüğümüz Luis de Funes’in bizi kahkahadan kırıp geçirdiği Fantoma’ lar, Doris Day-Rock Hudson serisi, bazı Amerikan kovboy filmleri. İsmini hatırlamadığım diğer sinemada ise bol bol türk filmi izliyoruz. Öztürk Serengil’ li Vahi Öz’lü, Fatma Girik’li ; yazın neşesine uysun diye belki, hepsi de bol neşeli , kahkahalı yerli yapımlar.
Hey gidi Fatih sinemaları. Hey gidi gençlik.
Bir sıra dolusu genç kız. Çekirdekler, elden ele dolaşan tek bir sigara, fısıldaşmalar, kıkırdaşmalar. Ergenliğin tüm halleri.
Bir daha yerine gelmeyecekmiş gibi görünen o özgür ortamlar. Ve o hafif ti-ye alarak seyrettiğimiz güzelim Türk Filmleri.
Onlar ve onlarla birlikte elimizden kayıp giden tüm güzellikler.
Yerlerine yenilerini koyamadığımız.
Güzel günlere....