Benim sinemalarım 2  

Posted by Asuman Yelen in , ,

SİNEMADA HAREM-SELAMLIK VE KUNTİZ BEYLER

Adıyaman’ daki ilk sinema deneyimimizi düşününce hatırladığım, korku filmi tadında bir gece. Hiç abartmıyorum. Oraya ait her şeyi hatırlarken, hele de o geceyi, unutmam hiç mümkün değil. Toprak, gübre, saman kokulu, karanlık, ahır- bahçe karışımı bir yerde şaşkın şaşkın birbirimizi kaybetmemeye çalışırken gözüme çarpan ilk şey, yan yana, art arda dizilmiş siyah çarşaflı hayalet siluetleri. (Şu an düşününce buna yıldızsız bir gecede peribacaları görüntüsü de diyebiliriz) Etrafa hakim garip bir sessizlik, sadece ara ara mırıltılar, fısıltılar. Yanlış anlaşılmasın. Daha film başlamış değil. Tam bu ürpertiler içindeyken bir çocuk koşarak geliyor ve babamı elinden tutup götürüyor. Bu arada film başlıyor, birileri apar topar annemle bizleri tahta sandalyelere oturtuyor. Hatırladığım sadece silahlı, hapishaneli, siyah-beyaz bir Ayhan ışık filminin oynadığı, ve babama ne yaptıklarını merak etmekten filmi seyredemediğim. Zaten bu durumdan hoşlanmayan babam birkaç kişiden kadınlarla oturabilmek için çarşaf giyen erkek hikayelerini de duyunca çok sevdiğimiz yazlık sinemalara veda ettik. Zaten kış da gelmişti. Sonra durum orada da değişti ve bir daha o şartlarda film seyretmedik.

Adıyaman sinemasından hatırladığım, dehşetle izlediğim, King-Kong, (ilk versiyonu) birkaç Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Leyla Sayar, Sadri Alışık filmi. Bol ağıtlı, mezarlı, yanık türkülü, Nuri Sesigüzel, Adnan Şenses, Ahmet Sezgin filmlerini de bunlara ilave edelim. Tabi bir de gazoz satıcısının “süyyok gazzüz içeyyn” çığlıklarını.

GÖKSEL-BELGİN; ORHAN-FATMA SAVAŞI

Mersin. Altmışlı yılların sinema severler cenneti. Yeşilçam’ da çevrilen Türk filmlerinin İstanbul ile birlikte gösterime girdiği ve bir çok önemli yabancı filmin İstanbul’ dan önce gösterildiği birkaç şehirden biri. Neredeyse her mahallede bir (veya birkaç) yazlık sinemada haftada bir değişen yerli, yabancı filmleri seyretmek için gündüzden kuyruklar oluşturuluyor, biletler alınıyor.

Mersin’ de oturduğumuz ilk evin önünde Kervan Sinemasında, sürekli Türk filmleri gösteriliyor. Her başlayan film oynatıldığı ilk gün sinemada seyredildiği gibi, sonraki günler ablamla, arkası bize dönük sinema perdesine bakan balkonda oturup, Göksel -Belgin repliklerini dinliyor hatta birlikte söylüyoruz. “Mutlu musun sevgilim?” “ Çok mutluyum Ekrem, ama çok korkuyorum. Bu aşk beni korkutuyor.” Bir sonraki evimizde üst katımızda bizimle yaşıt çocukları olan ve bebeklikten tanıştığımız, dul bir hanım oturuyor. Babamın askerlik arkadaşının eşi. O evin hemen yakınında da Uğur Sineması var ve yabancı filmler oynatıyor. Sıcak yaz günlerinde, altı çocuğun gürültüsünden bıkan anneler, “akşam sinema” vaadiyle bizi işkence öğlen uykularına mecbur ediyorlar. Akşam üzeri, birimiz gidip bilet alıyor. Akşama minderler ellerde, hep birlikte doluşuyoruz sandalyelere. Çekirdekler, gazozlar.

O tarihlerde yeni yeni büyümekte olan bizlerin hararetli bir tartışması var. Ablam ve Mine, Göksel-Belgin çiftini seviyor. Ben ve İnci, Orhan Günşiray’ ı Göksel’ den daha yakışıklı, Fatma Girik' i Belgin’ den daha güzel buluyoruz. Tüm bol Gladyatörlü eski Roma filmlerini, kovboy filmlerini, Ben-Hur, Kuwai Köprüsü, Kleopatra gibi büyük prodüksiyonları ve nice Hollywood filmini Uğur Sinemasında izliyoruz. Kuwai Köprüsünü izlerken hiç bir şey anlamadığımı ve ölesiye sıkıldığımı çok iyi hatırlıyorum.

Mersin' de bir de güzel adet var. Öğrencilerin seyredebileceği filmler okullara bildiriliyor. Öğrenciler gruplar halinde öğretmenleri nezaretinde sinemaya götürülüyor. Neşeli günler filminin ilk versiyonunda, Von Trap ailesinin heyecanlı ve romantik serüvenini gürültülü şamatalı bir kalabalık içinde seyrederken nasıl eğlendiğimi hiç unutmam.

Ve yarın artık İstanbul' dayız.

Görüşmek üzere....

This entry was posted on 11.10.2009 at Pazar, Ekim 11, 2009 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

4 yorum

Asumancım, tahmin ettiğin gibi ilk yorumun gelmedi. Acile gittiğim güne göre daha iyiyim, düğünde de göbek attım biliyorsun:) Ama hala bronşitim geçmedi (röntgende bronşit olduğunu göre göre ilaç bile yazmadılar) o nedenle ara ara nefes nefese kalıyorum. Doktor tiroid sorunum olabileceğini söyledi, gidince kontrol ettirip bir de kardiyolojiye uğrayacağım. (Doktora gitmekten hep kaçarım) Hatta panik ataktan da bahsetti ama ona pek ihtimal vermiyorum. Aslında beni burası sıktı evime gidince sinirlerim biraz yatışır sanırım, kısmetse yarın çıkacağız ama o kadar iş var ki bir türlü gözüm yemiyor. Halbuki senin o güzel sinema yazılarından imrenip kendi sinema maceralarımı yazasım var (bir nevi sana yorum gibi), sünnette çekilmiş birsürü fotoyu sahipleri bekliyor yollamak lazım fakat vakit yok. Artık Antalya'da inşallah. "Buğday Tanesi" blogunu izliyor muydun, çok genç bir kız. Annesi ölmüş (yıllardır diyalizdeydi ve nakil böbrek vücuda uyum yapmamış) Kadıncağız biz yaşlarda ancak olsa gerek, kızcağız perişan dün ona da çok üzüldüm, atlayıp Marmaris'e gidesim geldi. Hayat çok tatsız ya. Bu arada çok sevdiğim kuzenlerimden birinin mesane kanseri olduğunu öğrendim, neyse ki çok erken yakalanmış. Babam biryerlerini kurcalatıp hastalık bulmaya çalışıyor, hasılı bu ara herşey üstüme gelmekte. Onlar da beni etkiliyor, benim bir an önce ortam değiştirmem lazım. Ay Asu bu yorum mektup gibi oldu. Sevgiler yollayarak bitiriyorum canım...

11 Ekim 2009 11:47

Tamda bu yazını okurken TV Halit Refiğ'in ölüm haberini verdi.
Her bir yaprak düştüğünde geçmişimden birşeyler koparıyor.

Her semtte muhakkak yazlık ve kışlık sinema vardı o dönemlerde.
Sinema ve tiyatro. Bugün gibi değildi o günler kültür ve sanat göstermelik değil hissetmelikti.
Bende, "Göksel Arsoy Belgin Doruk"
filimlerini severdim.
İstanbul filimlerini de bekliyorum.
Sevgiler canım.

11 Ekim 2009 12:10

Canım benim,
Herşey nasıl da üstüste gelmiş.Galiba herşeyin çözümü Antalya' da. Oranın hele de bu mevsimde yatıştırıcı, yumuşak iklimi, biraz da senin hayata olan o güzel bakışın sayesinde yeniden moral bulacaksın inşallah. Sen blogları yorumları şimdilik düşünme. Antalya' da salim kafayla oturursun bilgi sayarının başına, sırayla, istediğin şekilde gereğini yaparsın eminim.
Lütfen kendine çok iyi bak.
Sevgiler arkadaşım...

11 Ekim 2009 14:44

Sevgili Nur,
Halit Refiğ 'e ben de çok üzüldüm. Çok önemli filmleri olan bir yönetmendi. Allah Rahmet eylesin.
O yıllara ait birkaç magazin dergisi var elimde. Geçenlerde şöyle bir çevirdim.Magazinin kendisi de dahil olmak üzere her şey (sanatsal açıdan) daha bir kaliteli ve güzelmiş. Bunu da ilerde yazmayı düşünüyorum. Sana da yorumların ve içten sözlerin için çok teşekkür ediyorum.
Sevgimle...

11 Ekim 2009 14:55

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin