Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
gürültücü bir salağın anlattığı
ki yoktur hiç bir anlamı.
William Shakespeare
Milattan çok önceden itibaren yaşam ve tiyatro, tiyatro ve yaşam, birarada hatta birbirinin içinde, bugüne kadar hayatımızda varolmuştur. Dinsel törenler, hasat şenlikleri, biçiminde, Ortaçağda yasaklanarak, Rönesansta estetik kazanarak daha sonra da yayılıp, romantizm ve diğer akımlarla çeşitlenerek ve özgürleşerek günümüze kadar gelmiştir.
Bu kısacık lise dönemi ve biraz da sonrasından aklımda kalan bilgiler ışığında yapmaya çalıştığım girizgahtan sonra, lafı hemen hepimizin klişesi " yaşam bir tiyatro sahnesi bizler de onun oyuncularıyız" şeklindeki günümüz aforizmasına getirmek istiyorum.
Başımı yastığa koyup gözümü kapadığımda üzerinde çok düşündüğüm konulardan biri bu.
Kendimi her zaman, bir büyük senaryonun içinde, üslendiğim muhtelif rolleri -ki bunların kimi geçiciydi ve bitti- kimi zaman rol arkadaşlarımla birlikte, kimi zaman tek başıma üstlendiğimi düşünüyorum. "Evlat" , "kardeş" , "öğrenci", "arkadaş" rolü, sonra "çalışan kadın." Sonra bazı yan roller "görümce" "baldız" gibi. En önemli karakter rolleri "hala", "teyze". Ve ölene kadar üzerime yapışan, başarıyla yürüttüğüm "emekli" rolü. En sürprizsiz en sorunsuz, kalıcı rolüm.
Mekan, kostüm ve ışık zamana ve senaryoya göre, iyi ya da kötü yönde farklılaşmakta ise de bu değişikliklerin daha doğrusu bu üç faktörün beni fazla etkilediğini söyleyemem. Ama insan faktörüne gelince durum tamamiyle değişiyor.
Yaşantımdaki insanları iki ana guruba ayırıyorum. Rol arkadaşlarım ve seyirciler.
Rol arkadaşlarımla aynı sahneyi paylaştığımız sürece, küçük takılmalar tökezlemelere rağmen, zaman zaman ezber bozulsa da, arada bir trak da girse, sahneyi terketme şansımız olmadığı için, sufleyle, birbirimizin desteğiyle roller bitene kadar birlikte olmaya devam ederiz. En çok "dost" lar zorlar. Bazen maskeler takılır. Bu işi biraz zorlaştırır ama durum değişmez. Zaman zaman eskiler gider, yeniler gelir. Ama siz hep ordasınızdır. Sizin oyununuzda baş rol sizindir.
Benim esas korktuğum seyirciler olmuştur. Karşıda bir yerlerde, tanımadığım, dost ya da düşman oldukları hakkında fikir sahibi olmadığım yüzlerini karanlıktan göremediğim ama varlıklarından emin olduğum, beni gören, beni izleyen bir sürü insan. Önemserim önceleri onları. Benimle ilgili düşünceleri, yargıları önemlidir. Onlar hep ordadır ve gözleri hep üzerimde. Gösterim onlar içindir. Beni mutlaka beğenmeleri gerekir. Ve onaylamaları.
Gong çalar, yaşam sahnesine atılır, karşımızda önce onları görürüz. Karşı camda aralanan perdenin arkasında, dolmuşta, markette, vapurdaki insanlar gibi. Hep incelerler. Oturuşunuzu, kalkışınızı, yürüyüşünüzü, konuşmanızı şaşırırsınız onların yüzünden. Sanki hep asık suratlıdırlar, kimileri de alaycı. Hep eleştirir dururlar.
Yaşam devam eder, gaileler, sorunlar, felaketler, mutlu ve mutsuz, olaylar gelişir, oyun hareketlenir, unutmaya başlarsınız seyircileri . Artık tüm dikkatiniz ve enerjiniz oyundadır. Ya çok mutlusunuzdur görmez gözünüz kimseleri, ya da gözleriniz yaşla doludur görüşünüzü engelleyecek. Artık seyirci yavaş yavaş uzaklaşmaya başlar. Yalnız kendiniz için oynamak istersiniz. Onlar silikleştikçe siz netleşirsiniz.
Aslında onlar hiç olmamıştır. Bu, sizin kendinizi çok fazla önemsediğiniz dertsiz tasasız gençlik günlerinizin küçük yapay dertleridir. Orada sahnenin karşısında sadece anlamsız bir karanlık vardır. Koltuklar boştur adeta. Umursmamaya başlarsınız, kendinizi rolünüze kaptırırsınız.
Oyun sona doğru yaklaştıkça hiç görmez olursunuz seyircileri. Unutursunuz varlıklarını. Ya da artık önemsemezsiniz. Tek önemli "siz" sinizdir artık. Tek anlamlı, tek değerli ve yetkin. Onların varlığı, sizinle ilgili düşünceleri, sizi sevmeleri, sizden nefret etmeleri ya da sizi yok sayıp uyuklamaları hatta sizi alkışlamaları.
Sahne tenhalaşır yavaş yavaş. Rol arkadaşlarınız da sahneyi terketmiştir birer birer. Işıklar yavaş yavaş azalır. Sesler kesilir.
Görüşmek üzere...