Bu gün yeğenim bir arkadaşının ameliyat olmak üzere hastanede yatan annesi için hatırı sayılır bir miktarda kan verdi. Hastanın rahatsızlığı dolayısıyla kanındaki trombosit miktarı çok fazla eksildiği için görme yetisi tehlikeye girmiş. Can' ın telefonla anlattığı kadarıyla işin tıbbi boyutu kısaca bu.
Daha başka birileri de bulunur düşüncesiyle kan verme durumu kesinleşmediği için gece Can Sahur için bir şeyler yedi, niyet etmeden yattı, çağrılınca gitti kanı verdi. Tıbbi ya da dini bakımdan ne bir çekinme ve korku ne de tereddüt yaşamadan ona düşeni yaptı. Her gerektiğinde de yapacağı gibi...
Anlamadığım, şaşırarak öğrendiğim şey, hastanın hastanedeki bir sürü yakınının aynı kan grubuna sahip olduğu halde, oruçlarını bozmak istemedikleri için kan vermeye yanaşmadıkları gerçeği . Ve ufak bir sohbetle, bir sürü hastanın (buna bu gün orada açık kalp ameliyatı olacak bir hasta da dahil) aynı sebepten kan bulmakta güçlük çekmesi.
Blogumda bir dini tartışma açmak, ahkam kesmeye kalkışmak yapmayı düşündüğüm en son şey. Ama buradan şu kadarını da söylemeden geçemiyeceğim. Bana göre İslamiyet bir kurallar manzumesinden ibaret değildir. Birinci planda insan hayatı ve insani sorumluluklar gelir. Aksini düşünen ve sadece kuralları önemseyip, bir insanın hayatını göz ardı ederek, cenneti garantilediğini zannedenler, bence bu dini yüreklerine değil sadece hayatlarına geçirmiş olanlardır ki .....
Daha fazla devam etmek istemiyorum. "Herkesin dini kendine," diyerek bu konuyu kapatmak galiba en iyisi olacaktır....
Görüşmek üzere....

Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
gürültücü bir salağın anlattığı
ki yoktur hiç bir anlamı.
William Shakespeare

Milattan çok önceden itibaren yaşam ve tiyatro, tiyatro ve yaşam, birarada hatta birbirinin içinde, bugüne kadar hayatımızda varolmuştur. Dinsel törenler, hasat şenlikleri, biçiminde, Ortaçağda yasaklanarak, Rönesansta estetik kazanarak daha sonra da yayılıp, romantizm ve diğer akımlarla çeşitlenerek ve özgürleşerek günümüze kadar gelmiştir.
Bu kısacık lise dönemi ve biraz da sonrasından aklımda kalan bilgiler ışığında yapmaya çalıştığım girizgahtan sonra, lafı hemen hepimizin klişesi " yaşam bir tiyatro sahnesi bizler de onun oyuncularıyız" şeklindeki günümüz aforizmasına getirmek istiyorum.

Başımı yastığa koyup gözümü kapadığımda üzerinde çok düşündüğüm konulardan biri bu.
Kendimi her zaman, bir büyük senaryonun içinde, üslendiğim muhtelif rolleri -ki bunların kimi geçiciydi ve bitti- kimi zaman rol arkadaşlarımla birlikte, kimi zaman tek başıma üstlendiğimi düşünüyorum. "Evlat" , "kardeş" , "öğrenci", "arkadaş" rolü, sonra "çalışan kadın." Sonra bazı yan roller "görümce" "baldız" gibi. En önemli karakter rolleri "hala", "teyze". Ve ölene kadar üzerime yapışan, başarıyla yürüttüğüm "emekli" rolü. En sürprizsiz en sorunsuz, kalıcı rolüm.
Mekan, kostüm ve ışık zamana ve senaryoya göre, iyi ya da kötü yönde farklılaşmakta ise de bu değişikliklerin daha doğrusu bu üç faktörün beni fazla etkilediğini söyleyemem. Ama insan faktörüne gelince durum tamamiyle değişiyor.
Yaşantımdaki insanları iki ana guruba ayırıyorum. Rol arkadaşlarım ve seyirciler.
Rol arkadaşlarımla aynı sahneyi paylaştığımız sürece, küçük takılmalar tökezlemelere rağmen, zaman zaman ezber bozulsa da, arada bir trak da girse, sahneyi terketme şansımız olmadığı için, sufleyle, birbirimizin desteğiyle roller bitene kadar birlikte olmaya devam ederiz. En çok "dost" lar zorlar. Bazen maskeler takılır. Bu işi biraz zorlaştırır ama durum değişmez. Zaman zaman eskiler gider, yeniler gelir. Ama siz hep ordasınızdır. Sizin oyununuzda baş rol sizindir.
Benim esas korktuğum seyirciler olmuştur. Karşıda bir yerlerde, tanımadığım, dost ya da düşman oldukları hakkında fikir sahibi olmadığım yüzlerini karanlıktan göremediğim ama varlıklarından emin olduğum, beni gören, beni izleyen bir sürü insan. Önemserim önceleri onları. Benimle ilgili düşünceleri, yargıları önemlidir. Onlar hep ordadır ve gözleri hep üzerimde. Gösterim onlar içindir. Beni mutlaka beğenmeleri gerekir. Ve onaylamaları.
Gong çalar, yaşam sahnesine atılır, karşımızda önce onları görürüz. Karşı camda aralanan perdenin arkasında, dolmuşta, markette, vapurdaki insanlar gibi. Hep incelerler. Oturuşunuzu, kalkışınızı, yürüyüşünüzü, konuşmanızı şaşırırsınız onların yüzünden. Sanki hep asık suratlıdırlar, kimileri de alaycı. Hep eleştirir dururlar.
Yaşam devam eder, gaileler, sorunlar, felaketler, mutlu ve mutsuz, olaylar gelişir, oyun hareketlenir, unutmaya başlarsınız seyircileri . Artık tüm dikkatiniz ve enerjiniz oyundadır. Ya çok mutlusunuzdur görmez gözünüz kimseleri, ya da gözleriniz yaşla doludur görüşünüzü engelleyecek. Artık seyirci yavaş yavaş uzaklaşmaya başlar. Yalnız kendiniz için oynamak istersiniz. Onlar silikleştikçe siz netleşirsiniz.
Aslında onlar hiç olmamıştır. Bu, sizin kendinizi çok fazla önemsediğiniz dertsiz tasasız gençlik günlerinizin küçük yapay dertleridir. Orada sahnenin karşısında sadece anlamsız bir karanlık vardır. Koltuklar boştur adeta. Umursmamaya başlarsınız, kendinizi rolünüze kaptırırsınız.
Oyun sona doğru yaklaştıkça hiç görmez olursunuz seyircileri. Unutursunuz varlıklarını. Ya da artık önemsemezsiniz. Tek önemli "siz" sinizdir artık. Tek anlamlı, tek değerli ve yetkin. Onların varlığı, sizinle ilgili düşünceleri, sizi sevmeleri, sizden nefret etmeleri ya da sizi yok sayıp uyuklamaları hatta sizi alkışlamaları.
Sahne tenhalaşır yavaş yavaş. Rol arkadaşlarınız da sahneyi terketmiştir birer birer. Işıklar yavaş yavaş azalır. Sesler kesilir.

Görüşmek üzere...
.........................................................
Hani bir gün seninleTopkapı' dan
Geliyorduk; yol üstü bir meydan,
Bir çınar gördük; enli boylu vakur
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur
Koca bir gövde; belki altı asır,
Belki ondan da fazla, dalgın, ağır,
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
Ki, civarında kubbeler, damlar,
-Sanki tövbe için, secdede başlar-
Onu dehşetle seyreder gibidir.
Duyulan hep onun hikayesidir,
Görülen hep odur uzaklardan,
Fakat başı göklere uzanan
Bu heybetli gövde çırçıplak,
Ne yeşil bir filiz, ne yaprak,
Kuruyor, ah pek yazık! Şu derin
Yara böğründe belki bir hain
Baltanın, bir gazaplı yıldırımın
Zehridir... Söyle, ey çınar bağrın
Hangi ateşle yandı? Hangi siyah kurt
İçinden kemirdi? Hastasın eyvah!
Seni şimdi kim bağlayıp saracak?
Kim şifalar verip de kurtaracak?
Şu dönen kargalar başında senin,
Söyle, bunlar mıdır zehirleyenin?
Söyle ey muzdarip vatan, bildir:
Çektiğin hangi kanlı çiledir?...
.............................................
Tevfik FİKRET (1909)

Parçanın sadeleştirilmesi Orhan Karaveli'ye aittir.
Alttaki resim yazarın "Ölümünün doksanıncı yılında Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği" isimli kitabından alınmıştır.
Yıllar önce Montaigne’in Denemeler’ ini ilk defa okuduğum zaman çoğu saptaması için “aaa bunu ben de hep düşünmüşümdür” ya da “ayol bu yeni bir şey değil ki” şeklinde, böbürlenmiş ve dünya filozofunu küçümsemiştim. Hep okuduğumuz, her şeyi okuduklarımız kadar bildiğimiz dönemlerdi. Ergenlik dönemindeki çoğu arkadaşımın da aynı yanılgıya düştüğünü görüp hayal kırıklığına uğramıştım bir de. Öyle ya içimizdeki tek filozof ben değildim.
Seneler geçtikçe, gezerek, görerek, çalışarak, okuyarak, gülerek ve ağlayarak, kaybederek ve bularak, sürprizler ve hayal kırıklıkları yaşayarak yavaş yavaş her birimiz kendi yolumuzda hayatı öğrendik. Artık kendi denemelerimizi yazabilir miydik? Kendi adıma ben uğraştım. Çaresiz bir çaba olduğunu gördüm. Anladım ki Filozof olmakla filozof geçinmek arasında dağlar varmış.
Birlikte şu dağlara bir göz atmak ister misiniz…
Montaigne’ in kronolojik yaşam öyküsü:
Montaigne çiftliklerinin sahibinin en büyük oğlu olarak dünyaya geldi. (1533) (Şans)
En iyi kolejlerden birinde Latinceyi ana dili gibi konuşacak şekilde yetiştirildi. (Eğitim)
13 yaşında felsefe eğitimi aldı, 16 yaşında hukuk okumak üzere Toulouse Üniversitesine geçti.
21 yaşında Bordeaux meclisi sözcüsü oldu. 25 yaşında bir siyasi ayaklanmaya ve bir tüccarın yakılarak öldürülmesine tanık oldu. (Deneyim)
30 yaşında çok sevdiği, dostluklarının tüm dünyada (bu gün bile) örnek olarak anlatıldığı filozof arkadaşı La Boetie’ in ölüm haberiyle yıkıldı. (Büyük acı)
32 yaşında evlendi ve doğan altı kızının altısı da yaşını dolduramadan öldü. (Tatlı ve acı deneyimler)
37 yaşında her şeyi bırakarak babasının ölümünden sonra kendisine kalan çiftliğe yerleşip tercümeler yaptı, bol bol okudu, yaşadıkları ile ilgili aldığı notları da değerlendirerek, Denemeler’ in ilk bölümünü 48 yaşında yayınladı. (Birikim ve çalışma)
Hemen arkasından senelerce çektiği böbrek taşları için tedavi görmeğe başladı. Bu arada Almanya ve İtalya’yı gezdi. Roma’da Papa huzuruna kabul edildi. (Onur)
Daha sonra Bordeaux valisi seçildi. İki dönem valilik yaptı. Bu arada başlayan veba salgınından kaçmak üzere ailesiyle birlikte dünyayı dolaştı. Dönünce çiftliğe çekilip okumağa başladı. 53 yaşında üçüncü kitabın denemelerini hazırlıyordu. 55 yaşındayken sonuncu yazdıkları ile diğerlerini birleştirerek dördüncü derlemesini yayınladı. (Gezip- görme, uzun süreli çalışma)
Döneminin politik huzursuzluklarına ve süren savaşa rağmen, öldüğü 59 yaşına kadar, okumaktan ve özgürce yazmayı sürdürmekten hiç vazgeçmedi. (1592) (Sebat ve cesaret)
Ve, tüm bunlara ilaveten tabii ki yetenek, sezgi ve anlayış.
Eminim ki herkesin bireysel olarak yaşanmışlık üzerine bir yerlere karaladığı notlar olmuştur. Dostluk, aşk, ölüm, yaşam, mutluluk, acı, yalnızlık, çocuk, hayvan üzerine bir şeyler çiziktirmişizdir bir yerlere. Ya kendimizle hesaplaşırız veya öğüt veririz birilerine. Ama o kadar. Bir Montaigne olmaya kalkışmak… Büyük cüret…
Belki de onu 42 yaşında iken kişisel mührünün üzerine “Ne biliyorum ki?”diye yazdırtan yüce alçakgönüllülüğüdür eserlerine de yansıyan ve okuyan bizleri bu denli cüretkar kılan…
Bir de örnekle tamamlarsak:
"Kimse cimri olduğunu, kıskanç olduğunu kabul etmez. Körler hiç olmazsa bir yol gösterici isterler; biz kendi kendimizi sokarız yanlış yollara. Benim yükseklerde gözüm yoktur, ama Roma'da başka türlü yaşanmaz deriz; öfkeliysem, güvenli bir hayat kuramadıysam, suç bende değil, gençlikte, deriz. Dışımızda aramayalım kötülüğü, içimizdedir o; ciğerimize işlemiştir. Hasta olduğumuzu bilmemek de iyileşmemizi daha zorlaştırır. Kendimizi erkenden bilmeye başlamazsak, nasıl başederiz bunca dertlerle, bunca kötülüklerle? Oysa felsefe gibi çok tatlı bir ilacımız var. Öteki ilaçları ancak bizi iyileştirirlerse hoş buluruz; felsefe ise hem hoşlandırır, hem iyileştirır bizi."
Hep sevgiyle kalalım...
Biyografi ve alıntı: Kitap Zamanı (Batı Klasikleri-Denemeler)
Bu şiiri ortaokul çağlarında bir takvim yaprağında görmüş, (o zamanlar takvim yapraklarında şiirler olurdu) , adı "Akasyalar Açarken" olan şiir defterime kaydetmiş, kendine has musikisinin etkisiyle ezberlemiştim hatta. Haziran ayında, üstüste yaşadığım birkaç kötü olay sonucunda insanlarla ilgili geçici bir güven kaybı yaşamış ve güzelim aşk şiirini kötü emellerim için değiştirerek yazmıştım. (Ne ayıp!) Ama itiraf etmeliyim ki, o günlerdeki hissiyatımı da bundan iyi anlatabileceğimi zannetmiyorum. ( 20 Haziran 2009-Cenaze)
Tak tak.. Doğramacı tabut yapıyor.
Doğramacı, doğramacı
Ya çam ya ceviz ağacı
Ağır, büyük bir tabut çak
İçinde GÜVEN yatacak
Ak ipek döşe içini
Hatırlatsın yiğitliği
Kurdele koy mavi mavi
Hatırlatsın dürüstlüğü.
Orada dere kenarında
Kara ağaçlar altında
Cıvıldarken guguk kuşu
Bir riyakar vurdu onu
Doğramacı, doğramacı
Ya çam, ya ceviz ağacı
Ağır büyük bir tabut çak
Tak, tak – doğramacı tabut yapıyor.
“Doğramacı, doğramacı,
Ya çam ya ceviz ağacı,
Ağır, büyük bir tabut çak,
İçinde aşkım yatacak.
Tak, tak, tak, tak – hızlı hızlı çakıyor
Tak, tak – doğramacı tabut yapıyor.
“Ak ipek döşe içini,
Hatırlatsın dişlerini;
Kurdele koy mavi mavi
Hatırlatsın gözlerini.”
Tak, tak, tak, tak – hızlı hızlı çakıyor
Tak, tak – doğramacı tabut yapıyor.
“Orda dere kenarında
Karaağaçlar altında
Cıvıldarken guguk kuşu,
Bir başkası öptü onu.”
( Türkçesi : İhsan Akay )

Yaklaşık yirmi beş sene kadar önce… O tarihlerde 4-5 yaşlarında olan büyük yeğenim Koray hafta sonu misafiri

Ortanca yeğenim Can, ilkokulda. Küçük küçük flörtler yaşıyor ve hepsini de çok önemsiyor. Yine bir hafta sonu, yanımda kalıyor. Sebebini hatırlamıyorum muhtemelen ağabeyim (babası) kızmış, haksızlığa uğradığını düşünüyor. Canı çok sıkkın. Ben de onu güldürmek için durmadan komik bir şeyler anlatıyorum. “Bir gün arkadaşlar hep birlikte hamburger yemeye gittik. ABD’den çok yeni dönmüş olan arkadaş siparişi veriyor.” Hemen atlıyor. “Erkek mi?” “Evet. Her neyse siparişi veriyor ‘bize altı tane heemböörgıır’ “ Can, kırılıyor gülmekten. "Yine bir gün hep birlikte lokantaya gidiyoruz. Çook uzun düşünüp taşınıp nihayet ne yiyeceğimiz konusunda kararımızı veriyoruz. Bir arkadaş, uzun uzun bir yandan …” Can hemen soruyor “erkek mi?” “Evet her neyse uzun uzun, bir yandan mönüye bakarken bir yandan da arkasında beklediğini sandığı garsona yemekleri sıralıyor. Halbuki beklemekten sıkılan garson çoktan gitmiş. Farkında olan bizler de bozuntuya vermeden gülerek izliyoruz.” Can yine gülüyor. Bir şeyler daha anlatıyorum ama hepsi de tesadüf yeme-içmeyle ilgili. Ertesi Gün Erdem’in (küçük yeğen) doğum günü. Uzun masanın etrafında Can’ın annesi, babası, anneannesi, Erdem’in babası, annesi, babaannesi, Büyük teyzem, ablam, eniştem hepimiz oturuyoruz. Rayegan (kız kardeşim) son getir- götürleri yapıyor. Büyüklerden biri sesleniyor “ Kızım gelirken ekmeği… Şımarık Can’ ın tiz sesi çınlıyor: “Dinleyin bu çok komik. Halamın sevgililerinden biri… diyerek başlıyor anlatmaya. Herkes ne olduğunu anlayıp, ağabeyimin tok sesi “Yeter artık Can” diye gürleyene kadar üç sevgilimin (!) yeme- içme hikayeleri çoktan bitiyor. Sanki herkes ilk defa görmüş gibi bana bakıyor. Hiç kimsenin gülmemesi de cabası. Sadece garip bir sessizlik!...
Kız kardeşimdeyim. Erdem, 13-14 yaşlarında. Annesiyle babasıyla o dönemde iletişim sorunları yaşıyor. Bir tavrını beğenmiyoruz. Bildik muhabbet başlıyor. “ Biz senin yaşındayken annemize babamıza değil böyle çemkirmek, yanlış bir hareket yapıp onları üzmeyelim diye özen gösterirdik. O, “siz anlatın, iyi oluyor” dercesine, alaylı alaylı başını sallıyor. Biz hala birbirimizi tamamlayarak ve onaylayarak devam ediyoruz. “Bir kere biz babamıza siz diye hitap ederdik. Bütün arkadaşlarımız da aynı şekilde. Kimse bunu bizden istemediği halde.” Erdem küçümsüyor. “Çok saçma, insan babasına siz diye hitap ederse aralarında nasıl yakın bir iletişim kurulur ki. Siz mesafeyi baştan koymuşsunuz bir kere.” Bu küçümseyen tavır, babalarına adeta tapan biz iki kardeşi çok kızdırıyor. Rayuş “Yoo, bana bücürbabam derdi, boynundan indirmezdi.” Ben ilave ediyorum. "Ben çok iyi hatırlıyorum eşekçilik oynardık. O yere diz üstü çökerdi ablamla ben sırtına binerdik." Saygısız Erdem davudi sesiyle kahkahayı koyuveriyor. “Eeeee, sonra, ne derdiniz? Lütfen deh iniz babacığım… çüş ünüz babacığım hahhahhhah.” Rayuşla ikimiz birden terliklerimizi elimize alıp atmaya hazırlanırken kaçıp odasına kapanıyor. Biz de tuttuğumuz kahkahalarımızı sessizce bırakıveriyoruz!...

Zaman tersine işliyor. Bu sefer en son resim siyah-beyaz olsun. İlk tabettiğim resim.
Erdem, Koray ve Can
Hep sevgiyle Kalalım...
Arkadaşım e.t. hatırlamış, değer vermiş ve bana bu ödülü yollamış. Çok teşekkür ederim.
Bir önceki ödülümde belirttiğim nedenlerden dolayı, kısaca açıklarsak, arkadaşlarımın hemen hemen hepsi bu ödülü önceden aldığından 7 kişi kuralını yerine getiremiyorum. "Severek, samimiyetle okuyan ve yazan herkese gitsin" diyerek, sevdiğim 7 şeyi listelemeye çalışayım..
l-Kızkardeşimle öğlenleri Türk Kahvesi içme faslı. (Ve tabii fal )
2-Yeğenlerime yemek hazırlayıp hepsiyle birarada pişirdiklerimi yeme faslı.
3-Okumak, Tagore'u tekrar tekrar okumak. (Büyüyen ay yazılarını ve Ateş böceği şiirini özellikle)
4-Sıkı bir yağmuru camdan izlerken Mantovanni dinlemek. (Nostaljik bir alışkanlık)
5-Rüyamda sevdiklerimi görmek.(Kaybettiklerimi)
6-Paçozu gezdirmek.
7-Klasik Türk Sanat Musikisi (Olabildiğince eski şarkılar, besteler) ("Seri Zülfü amberin" son favorim, hemen her gün dinlediğim)
Herkese sevgiler...
Hayali Küçük Ali , Sahur ve Çocuklar
Posted by Asuman Yelen in aile, cocukluk, Hacivat, Hayali Küçük Ali, Karagöz, Ramazan, sahur
“Meeeersiiin Karagöz”
“Süpürge sapı Hacivat “ Hacivat önce titizlenir:
“Mersin dedim Karagöz” Karagöz ısrarcı:
“Süpürge sapı Hacivat” Hacivat ümidi keser, her zamanki gibi, Karagöz’ü gırgıra alır:
“Ne yersin Karagöz?” Karagöz kendi aleminde:
“Süpürge sapı Hacivat,” Hacivat, dalgasını geçmeye devam eder:
“Anan ne yer Karagöz “
“Süpürge sapı Hacivat”
“Baban ne yer Karagöz?”
…………………………………......
İş iyice çığrından çıkmıştır Hala, teyze, amca bir bir süpürge sapını yerken, Hayali Küçük Ali bu atışmayı, tok sesinin vurguları ve artan temposuyla iyice coşturarak, adeta müzikal bir hale dönüştürür. Tempoyla birlikte artan diğer şey, kareli muşambalı büyük tahta masanın etrafındaki tahta sandalyelerde oturan ailemin şen kahkahalardır.
"Sülalen ne yer Karagöz?" Sorusuna:
"Süpürge..." diye başlarken uyanan Karagöz birden öfkelenir ağzına geleni sayıp dökmeye başlar. Bu arada "al sana al sana" sesleri arasında vurma efektleri de devreye girer. Bu genellikle tencere kapağı benzeri seslerdir. Biz çocukların kahkahaları da bu arada iyice yükselir. Annemle babam da en çok bizim halimize gülerler.
Hayali Küçük Ail'nin sahur yemeklerimize kattığı neş'e ve mutluluk nedeniyle doğrudan cennete gideceğini düşünürüm hep. Asık, uykusuz yüzleri güldürdüğü, çocuklara orucu kolaylaştırdıği ve ciddi ve zor bir ritüeli eğlenceli hale getirdiği için.
Hep sevgiyle kalın...
Ramazan'ın bereketi bu ilk küçük sürprizi ile kendini göstermeye başladı bile. Dostluk ve paylaşımı simgeleyen şık bir ödül...
Sevgili arkadaşım Yaşamın Kıyısında 'ya bana bu ödülü layık gördüğü için teşekkür ederim. Ben de gereğini yerini getirerek kuralları aşağıya yazıyorum.
1- Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
2- Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
3- Ödülün logosunu yayınlayın
4- 7 yaratıcı blogeri ödüllendirin.
5- Bu 7 bloğun linklerini yayınlayın.
6- Ödüllendirdiklerinizi bundan haberdar edin.
7- Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın
Neredeyse arkadaşlarımın tümü benden önce bu ödüle sahip olduğundan, üç maddeyi yerine getiremiyorum. "Bloglarına iyi niyet ve sevgiyle paylaşmak istediklerini yazan herkese gitsin" diyerek yedinci maddenin gereğini yapmağa çalışalım...
1-Keyifli ve huzurluyken, beynim tembelleşir, öfkelenince algılarım açılır, kafam daha iyi çalışır. Kambiyoda çalıştığım için bankanın yolladığı 8 aylık ingilizce kursunda, derste fazla konuşamadığım İngiliz hocaya sinirlenince odasına girip en az onbeş dakika öfkeyle içimi döküp, kapıyı çarpıp çıktıktan sonra İngilizce konuştuğumu idrak etmiştim..
2-Mutfakta ve resim yaparken ortalığı çok dağıtırım. Aklıma estikçe resmin bir yerini daha oynadığım için evde, perde, cam, koltuk her yerde yağlıboya lekeleri vardır. Yemek yaparken de sağa sola pirinç, salça, un Allah ne verdiyse döker, sonunda bır de ortalık toplayıp temizlediğim için herkesten çok yorulurum. (Küçücükken babaannemin bana koyduğu isim: Orman Kibarı)
3-Yön kabiliyetim sıfır denilecek kadar azdır. Şu an sahip olduğum arkadaşlarımdan hiçbirinin evini bir defada bulamam. Telefonda kendi evimi tarif edemem. Otelde, motelde ilk bir kaç gün odamı arar dururum.
4-Duygusal olduğum için aniden öfkelenebilirim. Bunu da tabii en iyi yeğenlerim bilir. Güzel güzel konuşup sohbet ederken, bir söz, bir bakış, bir nüans beni şirin bir teyzeden (haladan yahut) bir süpürge cadısına dönüştürebilir.
5-Bilmediğim şeyi yemek istemem. Radikal değişiklikleri sevmem. En çok evimde huzurlu hissederim. Alışkanlıklarımı çok zor bırakırım. (İyi veya kötü olanları)
6-Sevdiğim, önem verdiğim insanlarla bir araya gelince, sohbet, muhabbet, incinip -incitmeden hiç bir şey kaçırmadan yolunda gitsin diye öyle özen gösterir, öyle dikkat kesilirim ki, görsel ayrıntılar arada kaçar gider. Siyahken kızıla dönmüş bir saçı, yeni bir giysiyi, markası, rengi değişmiş bir arabayı asla söylenmezse farketmem. Ben de böyle kırarım insanları.
7-En korktuğum şey, iyi niyetimden şüphe edilmesidir. Benim dışımda, benim haberim olmadan gelişen, bu yüzden düzeltme şansına sahip olamıyacağım bazı durumlar yüzünden, benimle ilgili şüpheye düşmeye amade dostların (!) bende uğrattığı hayal kırıklığı, yüreğimde derin yaralar açar, uykularımı kaçırır.
Oh yahu..İnsanın kendini anlatması ne kadar zevkli. Zaten böyle bir meylimiz varken, bir de bunu bizden istedilerse keyifler tavan yapıyor. Çok ayıp ama gerçek. :)))
Bu ödülü hazırlayanlara ve bana yollayan arkadaşıma, bana bu zevki yaşattığı için bir kere daha teşekkür ederim.
Hep sevgiyle kalın...
Artık bağırıyoruz. Birkaç yıldır sürekli bağırıyoruz. Büyük-küçük, çoluk-çocuk hep birlikte.
Tuhaflık bunun neresinde diyebilirsiniz. İnsanlar zaman zaman bağırırlar. Sinirlenince, canları yanınca, korkunca, ve çok sevinince seslerini yükseltirler. Kastettiğim, ani gelişen olaylarda, istem dışı olarak başlayan, bir türlü önleyemediğimiz desibel artışı değil. Bu son derece doğal, insani, affedilir bir şey.
Son zamanlarda çok tuhaf şeylere şahit oluyorum. Çocuklar, bir yerlerde üçer beşer toplanıyorlar, sabah erken, öğlen yemek vakti, akşam, durmadan bağırıyorlar. Duyduğum sesler, bildik değil, hani istop oynarken topu yukarı atar ve bağırırsınız: "Aaayyyşeeee…" Ya da "sooobeeee…" Değil. “Elim sendeeee…” Hiç değil. Veya, ‘at,’ ‘tut’, ‘vur’, ‘koş’ gibi sesler de gelmiyor sokaklardan eskisi gibi. Sadece çığlık. Açıyorlar ağızlarını sonuna kadar, basıyorlar çığlığı. Sırayla. Oyun bu, sadece masum bir oyun. Ne kadar zor alıştım meraklanmamaya. İlk duyduğumda, o camdan öbür cama koşardım, kim düştü, kim yaralandı ya da kim kaçırılıyor diye görebilmek için. Belki müdahale edebilmek için.
Vaktinizin hemen hepsi evde geçiyorsa, sabahları kaçınılmaz olarak bir kadın programına denk geliyorsunuz. Havalı sunucu salına salına stüdyoya giriyor ve maestro yapımcı (ya da görevli her kimse) işaretini çakıyor. Ne??? Haydiii, hep bir ağızdan ablalar teyzeler basıyorlar çığlığı. Ama ne çığlık. Yer gök inliyor. Bununla kalsa neyse. Sunucu ağzını açıyor, bir çığlık, ayağa kalkıyor, bir çığlık. Bu anlattığım, kumandayı bulup can havliyle başka kanala atlayana kadar geçen kısacık süreç içinde gördüklerim. Daha doğrusu duyduklarım.
Geçenlerde bir akşam, ailelerin yarıştığı, rastlarsam ve başka bir şey yoksa, bilgisayar başında arkam dönük dinlediğim bir program, benim iyiden iyiye sinirlenmeme, ve yine apar topar, bu sefer televizyonu hepten kapatmak üzere, kumandaya atlamama neden oldu. Sunucu (Meltem Cumbul) yarışmacı aileyi anons eder etmez, kadınlı erkekli hep aynı grup, sıtma görmemiş sesleriyle heeey diye bağırmaya başlıyor ki, hep birlikte bağırmanın (eğer bir nebzecik varsa) adabından, senfonisinden yoksun, adeta Fener, Real Madrid’e gol atmış gibi. Hayır onun bir anlamı var, içinde mutluluk, coşku var. Burada amatör, sıradan bir yarışmacı anons ediliyor, sanırsınız çağırılan Madonna. Sanki bir sınıf dolusu yuva çocuğunu (her şeye eeeevveeeettt diye bağıran), sihirli bir değnekle şeklen erginleştirip salona doldurmuşlar. Gerçekten tahammül edilir gibi değil.
Neler oluyor insanlarımıza dersiniz? Çocuklarımız, artık kendilerini ailelerine, ve dünyaya fark ettirebilmek için bu yolu mu kullanmak zorunda kalıyorlar!...
Ya büyükler, biz, bu kadar mı aciz , çaresiz kaldık sorunlar karşısında; bağırıp duruyoruz orada -burada, stadlar artık bu yüzden mi, kadın-erkek tıklım tıklım dolup taşıyor?...
“Bir of çeksem, karşıki dağlar yıkılır” türküsüne ne oldu? Kimsenin canı artık türkü bile söylemek istemiyor mu!...
Sevgiyle kalın…
Güzel Bir Reklam
Posted by Asuman Yelen in anlayış, cocuk, dostluk, güzellik, iyilik, koka kola, misafirlik, Ramazan
Televizyonda bu günlerde dönen bir reklam var:
Aylardan Ramazan.
Bir bebek, ailesinde şaşkınlıkla farkettiği olumlu değişiklikleri izliyor. Babasındaki dinginliği, abisindeki yardımseverliği, annesindeki misafirperverliği, sofralarındaki çeşitliliği, gelenlerdeki artışı, sözü-sohbeti velhasıl yuvasında aniden gelişen tüm bu olumlulukları mutlulukla izliyor ve sebebini bir türlü anlamadığı bu geçici değişikliğin , her çocuğun ihtiyaç duyduğu bu güzelliğin, tüm zamanlar boyunca ailesi ile birlikte olmasını tüm saflığı ve içtenliği ile istiyor ve sessizce haykırıyor:
Hep sevgiyle kalın...
Herkese iyi seyirler...
Kımanı may havs ve Papalas Mambo
Henüz İstanbul'dayız. Resimdeki radyoyu da diğer eşyaları da hiç hatırlamıyorum. Ama en küçük teyzemin söylediği (uzun sarı saçlarını savura savura dans ederek) yukarıdaki şarkıları hatırlıyorum. Belki daha sonrasıdır. Müziklerini gayet net hatırladığım bu şarkıların çok ilerde Come-on a my house ve Papa loves mambo olduğunu öğrendiğimde çok gülmüştüm. Teyzem bizi sık sık ziyaret ettiğinden, bu şarkıları İstanbul' dan sonraki şehirlerden birinde duymuş olma ihtimalim çok daha fazla.
Müzeher- Ekrem - Nevzat Güyer
Yandaki resim İskenderun' dan. Yine değişik bir radyo arkamızda görülen. Bu dönemde ihtimal ki bol bol Türk Sanat Müziği izlendi. Saadettin Kaynak' lar, Yesari Asım' lar, Selahattin Pınar'lar. Çok iyi hatırladığım bir şey, annemle babam Ekrem- Nevzat Güyer kardeşler ve Ekrem' in eşi Müzeher Güyer'i çok severlerdi. Ben Ekrem Güyer' in sesini bilmem pek. Ama Müzeher Güyer, dinlediğim gelmiş geçmiş kadın seslerinin en güzelidir. Bir kaydını bulmak için dünyaları verirdim. Ekrem Güyer çok genç ölmüş. Müzehher duygu yüklü sesiyle :
"Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben
Her yerde sen her şeyde sen bilmem ki nasıl söylesem"
diye yanık yanık başlayınca, annem her seferinde ağlardı.
(bu şarkıyı eşi, Müzeher için bestelemiş ve yazmış.)
Tabii Muzaffer Sarısözen eşliğindeki Yurttan Sesler korosunun türküleri, Türk Musikisi fasılları benim yaş gurubumdaki her kesin yüreğine çakılmıştır.
Bu arada şunu da söylemeden geçemiyeceğim. Uzun yıllar devam eden bu koro faslı bana nedense yakılan banyo sobası, çamaşır kazanı, soda ve çivit, yanı sıra da yoğun bir sabun kokusu çağrıştırır :)) (Muhtemelen pazar günü yayınlanıyorlardı)
Ve Tangolar
Elli' lerin sonu altmış' ların başında radyolarda bol bol tangolar da çalınırdı. Fehmi Ege, Necdet Koyutürk, daha sonra Şecaattin Tanyerli. Çok daha eskiden gelip de annemin babamın bize öğrettikleri benim çok sevdiğim örneğin Suna:
"O akşam gözlerine bakarken, vuruldum sana belki çok erken
kalbime saplandı yeşil bakışın,taparım sana sarışın...."
Şimdilerde Sema "Efsane Hanımlar"da bu şarkıyı da koymuş CD. sine bu tangoyu ve "Cici Bey'i de birlikte şiddetle öneririm. Eskilerden bir başka tango da şöyle başlar..
"Çok uzakta bir ilkbahar gecesinde duygularım ellerine düştü yandı
Sevgimi buldum onun sesinde seninim dediği eşsiz zamandı..."
Annem Zehra Eren'i çok severdi. (miş) (Ben onu hatırlamıyorum. Ama hep söylerdi)
Babam da radyodan en çok Çigan müziklerini, Macar rapsodilerini dinlemeyi severdi. Müzik hızlandıkça öyle coşardı ki ritimle salladığı ayakları hızdan adeta görünmez olur, bu da biz çocukları çok güldürürdü. (Bizi güldürmek için abartırdı)
Pilli Sierra radyomuz
İlk pilli radyomuza Adıyaman' da sahip olduk.
Bundan sonraki yaşamımızda çok önemli bir yer kaplayan, uzun süre kullanacağımız radyomuza.
Yazın bahçemizde yemek yerken ve bütün pikniklerimizde, masalarımızda hep o vardı. Altmış İhtilalini, tüm mahkemeleri bu radyodan dinledik. Babam Kennedy' in ölümünü ülkemizde bir çok kişiden önce BBC İngilizce yayınında bu radyodan öğrendi, annemi uyandırıp söyledi. (22.11.63)
Ablam o gün bütün gün ağladı durdu.
Ve İstanbul
Pazar sabahı. Üç kız kardeş uykularımızdan heyecanla uyanıyor radyoyu (büyük yatakta üçümüz yatıyoruz) ortamıza alıyoruz. Heyecanla beklediğimiz sesler arka arkaya çınlıyor. Meg..Co..Beth..Amy... Herkes isimlerini böyle anons ettikten sonra (bizler de birlikte) küçük bir kahtaha atıyorlar (bizler de birlikte) ve bir anons daha geliyor: Küçük Kadınlar (bizler de birlikte) Işık Yenersu, Ayla Algan. Nefeslerimizi tutup izliyoruz.
Artık radyo bizim. Listeler takip ediliyor. Müzik listeleri ezbere biliniyor. İtalyanca, İngilizce hepsi ezberleniyor. Adamo'lar, Peppino'lar Tom Jones, Engelbert Humperdinck, Beatles, Rolling Stones...ve daha bir çokları.
Sonra yeni keşfimiz. Nedim Erağan. Çarşamba ya da Perşembe gecesi FM de yayınlanıyor. Frank Sinatra, Nat King Cole, Elvis, Dean Martin hiç kaçırmadan izliyoruz.
Sene 1970, ablam, ateşli bir hastalık sonrasında pnömoni teşhisiyle Uludağ, Kirazlıyayla Sanatoryumuna tedaviye gidiyor. İlk ayrılığımız. Her akşam postaneden telefonla konuşuyoruz.
Karşılıklı birbirimizi eğlendirmeye, neşeli tavırlar sergilemeye çalışıyoruz. Bu arada her hafta Nedim Erağan' ı izliyoruz. Programda istekler yapılıyor. Bir hafta karar verip kızkardeşimle Frank Sinatra' dan Three Coins in the Fountain' i ablam için istiyoruz. Onun başucundaki radyosundan programı izlediğini biliyoruz. Program başlıyor. Nedim Erağan anonsuna başlıyor İstanbul'dan Asuman ve Rayegan kardeşler Uludağ Sanatoryumunda yatan ablaları için.... ooo bu ne güzel bir ruh birliği Uludağ Sanatoryumuntaki abla Armağan da İstanbuldaki kızkardeşleri için aynı şarkıyı istiyor. Frank Sinatra'dan Three Coins in....Şaşkınlıkla bibirimize bakıyoruz. Gözlerimizde yaşlarla...
Radyonun yaşamımızdaki yeri hiç küçümsenmeyecek kadar önemli öyle değil mi. İşin tuhafı ben de bu satırları bitirip şöyle yeniden tümüne bir göz atınca hayatımıza ne kadar çok bilgi,
keyif, renk, anlam kattığını, benim de, şimdi neredeyse tümüne yakınını kaybettiğim hayal gücümü nasıl zenginleştirdiğini hayretle anlıyorum.
Hep sevgiyle kalın...
Sevgili arkadaşım İzdüşümler 'in sitemkarane hatırlatması üzerine bu postu hazırladım.
Böylece, Paçoz'la ilgili olarak içine düştüğüm suçluluk duygusundan kurtulurum belki :)))
Önce hemen belirteyim. Makinem manuel. Paçoz kameradan hoşlanmıyor. Netlik metlik aramayın. Bunlar zor yakalanan pozlar. Ben ayarlarımı yapıp deklanşöre basana kadar Paçoz'un üzerime atlamaması lazım. Tabii bu arada arka plan ya da bir takım kurallar hak götüre. Bu tarihlerde kursa falan da gitmiş değilim.
Paçoz bir aylık ve bir yaşında. Puf aynı puf. Çok çabuk büyüdü gördüğünüz gibi.
Ama sonra da (şimdi dokuz civarı) hep aynı ebatta kaldı.
Şu şirinliği görüyor musunuz. Bu dönemde halı silmekten sağ bileğimde sinir sıkışması oluştu. Aylarca bileklik taktım.
Bu yaşında espriden anlıyor, karşılık verip beni güldürüyordu.
En sevdiği arkadaşları Esin ve Erberk'le son derece mutlu.
Bi de Asu gelip gelip şu flaşı yüzüne patlatmasa...Şu ikilinin keyiflerini görüyor musunuz. Her ikisi de mutluluktan sızıp kalmışlar.
Bu arada bu iki kardeş bu sene üniversite sınavlarına girdiler.
Zaman ne çabuk geçiyor...
Bu resmi özellikle en sona bıraktım. Paçozun nadir net resimlerinden biri. Nasıl oldu ise bana bakmadığı bir anı yakalamış, ayarlarımı tamamlayabilmiş, basmışım deklanşörün gözüne.
Şu güzelliği görüyor musunuz ablalar abiler..
Herkese mutluluk diliyorum...
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba,6 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum9 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(44)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (1)
- ► Haziran 2013 (1)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
►
12
(96)
- ► Aralık 2012 (2)
- ► Kasım 2012 (4)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
►
11
(179)
- ► Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
- ► Ağustos 2011 (17)
- ► Temmuz 2011 (8)
- ► Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
▼
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
-
▼
Ağustos 2009
(24)
- İnsaniyet
- Gezinen Bir Gölgedir Hayat
- 30 Ağustos' u Kutlarken
- Filozof Geçinmek
- Noktürn
- Benim Şeytan Çekiçlerim
- Ödül
- Hayali Küçük Ali , Sahur ve Çocuklar
- And the Oscar goes to...
- Ramazan 2009
- Amatör Çalışmalarım 2
- Kollektif Histeri
- Güzel Bir Reklam
- Seyredilesi Şeyler
- Benim Radyolarım
- Benim Şirin Arkadaşım
- Amatör Çalışmalarım 1
- Hayatımın Dönüm Noktaları
- Devletler Unutsa da İnsanlık Unutmaz
- Yağmurun Hatırlattıkları 1
- Bahadır Akkuzu
- Vesveseli
- İlk Kupamız...
- Uzunca bir aradan sonra.
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
KADİM DOSTLAR Önce beni sık sık evinde ağırlayan 35 yıllık dostumla keyifli bir fotoğrafla başlayalım. Blogger dostlarım onu daha önce bahse...
-
bilmem hatırlar mısın bir liseli kız vardı bir liseli esmer kız gözleri yıldız yıldız saçları gece gibi simsiyah dökül...
-
Sayın Haykırış, Yok etmeye çalışmak yerine varlığımızı işaret ettiğiniz, düşmanlık yerine dostluk gösterdiğiniz, kara çalmak yerine üzerimiz...
-
Akşam masamı toparlarken gözüme kutunun içinde birikmiş not kağıtlarım ilişti. Duyduğum, gördüğüm ilginç şeylere dair ipucu cümlecikler. Ç...
-
Yeni yılda Tüm zorlıklar karşısında çetin ceviz olacağıma.... Fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle kendimi üzmey...
-
Onlar bağırışıyor. Döğüşüyorlar, şüphe ediyor ve yeise düşüyorlar; boğuşma ve çekişmelerinin sonunu bulacağa benzemezler. Senin hayatın, saf...
-
Ey dünya! Ebedi olarak yaşıyorsun Mevsimlerin tepsilerinden Çiçekler ve yapraklar Yolunun üzerine Dökülüyorlar. ...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren