Üç İstanbul  

Posted by Asuman Yelen in ,


"Yarın İstanbul' a gidiyoruz."


Yıl 1960. Adıyaman' dayız. Evimizin hemen yanındaki tarlaların arasında çimenlerle

kaplı boşlukta, her birimiz bir tepeciğin üzerinde hafta sonu keyfimizi yapıyoruz. Hepimiz bir

aradayız. Belli ki bu tüm aile birlikteliğini babam bir şekilde sağlamış, yukardaki sihirli cümleciği

aynı anda duyabilmemiz için.

Bir sessizlik. Bu bir şaka olmalı. Ama babam biletleri sallıyor.

Annem gözyaşlarına boğuluyor sevinçten. Babamla çatışmalı ve bu sebepten mesafeli duran

ağabeyim koşup babamın boynuna atlıyor. Bizler şaşkın ve mutlu anlamaya çalışıyoruz.

Hikaye şöyle. Bir gün ütü yaparken radyodan Zeki Müren' den "ana başta tac imiş" şarkısını

duyan annem, ağlamaya başlamış. Babam bunun üzerine izni için bu seyahati planlamış.


İstanbul benim için o tarihlerde, Türk filmlerindeki Yenicami, Galata Kulesi, fotoğraflarda

ablamla ayaklarımızı sarkıttığımız cumbasıyla ahşap bir ev. Sonra, ağabeyimin, harçlıklarını

biriktirip, yol parasını denkleştirir denkleştirmez her fırsatta kaçıp gittiği rüya şehri.

Bir de bildiklerimiz. Ablamla benim doğduğumuz, anneanne, babaanne, amcalar, teyzeler ve

kuzenlerin yaşadığı yer.


Sevgili kara trenimiz. Altı kişilik kompartımanda süper bir yolculuk. Ağabeyim akordeon çalıyor.

Şarkılar, türküler. Annemin poğaçaları. Rahatsız ama mutlu uykular.


Ve İstanbul...

Mersin, İskenderun, Antalya' da akşamlarımızı deniz kenarında geçiren bizler,

ilk defa denizin ortasındayız. Vapurda camdan cama koşuşturuyoruz. Martılar, çaylar, simitler.

Babam sürekli bize bir yerleri işaret ediyor. "Bakın çocuklar şurası Dolmabahçe sarayı. Şu da

Kız Kulesi..."

Sonrası hızlı çekim bir rüya. Göz yaşları, kucaklaşmalar, sofralar, yer yatakları. Bir gün

Kuzguncuk tepesinde, ertesi gün Beşiktaş' ta. Başka bir gün Zeytinburnu' da sonrasında

Bakırköy' de. Amcalar, Teyzeler, kuzenler, bahçelerde koşturmacalar, caddelerde

kaybolmacalar. Babamla Yenicami İş Bankasına gidiyoruz. Eski arkadaşları sevgiyle sarıyor

etrafımızı. Bu İstanbul' un her yeri, herşeyi güzel. Mutlu dönüyoruz Adıyaman' a.


4 yıl sonra...

Galata köprüsü üzerinde garip, taşralı bir grup. 20 yaşında bir delikanlı. Bir elinde akordeon,

diğer eliyle saçları örgülü, 7-8 yaşlarında bir kız çocuğunun elini tutuyor. Onların önünde de

12 ve 14 yaşlarında iki kız, birbirlerinin elini sımsıkı yakalamış, korkulu gözlerle, iki adımda bir

geriye bakarak yürüyor.

Güneş tepede cayır cayır. İnsanlar akın akın yanımızdan geçiyor. Kimileri de üzerimize üzerimize

geliyor adeta. Ürküyorum. Kâbusta gibiyim.

Önce berbat bir tren yolculuğu. Sonra bir insan selinin içinde kaybolmaktan korkarak sürekli bir

koşuşturmaca hali. İskelede turnikelere sıkışıyorum. Utanıyorum. Canım yanıyor. Bu vapur

başka vapur sanki. Ağzımın içi acı. Yüreğim sıkışık. Yaşadıklarımı aklım almıyor. İsyanlardayım.

Çok öfkeliyim. Ve çok korkuyorum.

Bir sürü telaşlı, şaşkın koşuşturma, binip inmelerden sonra "evimiz" e ulaşıyoruz. Birbirinin

aynı bir sürü sokaktan herhangi birindeki, birbiribin aynı apartman dairelerinden herhangi biri.


Her şehir değiştirişimizde babamın ifa ettiği görevi bu kez annem üsleniyor. Önce gelip

bankanın ödediği parayla bir ev satın alıyor, ikinci kez eşyalarla gelip evi yerleştiriyor. Sonra

ağabeyim de bizi getiriyor.


O İstanbul' da ben, uzun süre yalnız başına evden çıkamıyorum korkudan. Ön ve arka cepheye

hemen el uzatsan tutuverecekmişcesine yakın pencereleri ve balkonlarıyla diğer apartmanlar

üzerimize yıkılacak gibi duruyorlar.. Sanki evlerde herkes bağırarak konuşuyor. Müzikler,

bangır bangır. Sabahları, balkonlardan sarkıtılıp dövülen halı seslerine uyanıyoruz.


Bayramlarda, annem bizi akrabalara götürüyor. Örneğin Üsküdar' daki amcamlara. Önce

otobüsle Eminönü' ne gidiliyor. Yine vapur. Uzun süre turnikelere sıkışma korkusunu içimden

atamıyorum. Beşiktaş' a otobüs' le, Bakırköy' e trenle gidiyoruz. Bir de minibüsler var tabii.

Anneme tüm bunları bildiği için şaşkınlıkla karışık bir hayranlık duyuyorum.



Yaşam devam ediyor. Lise yılları. Sonra iş hayatı. İstanbul' da yaşayıp gidiyoruz. Keyifli

zamanlarda, acılı zamanlarda, sabah ve akşam koşuşturmalarında, sinemalarında, tiyatrolarında,

her iki yakasında, sık sık ev değiştirerek onlarca semtinde, (Fatih, Ataköy, Bakırköy, Merter,

Kuyubaşı, Kazasker, Moda, Kartal....) Sadece, öylesine yaşayıp gidiyoruz. İstanbul' la aramızdaki

rabıta sevgisiz başlayan bir evlilikte oluşan alışkanlık kıvamında.


Ve Eminönü...

İlk gençlik yıllarımda benim için sadece vapura binilmek üzere geçilen bir uğrak yeri, bir de

hastalandığımda doktoruna görünmek üzere gittiğim Yenicami İş Bankası. Kalabalık, gürültülü,

ürkütücü.

Son gençlik yıllarımda ise tam ortasında yedi sene çalıştığım, yollarında koşuştururken hiç

farkına varmadan kanıma giriveren, kaybedilen sevgili gibi, emekli olduğumda deli gibi

özlediğim, her fırsatta koşup kucağına atladığım, sesini, tadını, kokusunu sevdiğim yer. Bu

bloglarda her fırsatta bahsettiğim, ayağım rahatsızlandığında, bir daha buluşamayacak olmaktan

delice korktuğum (kalabalığının) beni itip-kakmasından bile zevk aldığım sevgilim.

Benim İstanbul' um.


Dün, severek izlediğim bloglardan İzler ve Yansımalar da sevgili Esmir' in son yıllarda gördüğüm

en güzel İstanbul belgeselini hayranlıkla izler bir yandan da o harika müziği, o müziğin içindeki

Eminönü' nü dinlerken, tüm bunlar tek tek gözümün önünde canlandı. Hüzünlendim. Sonra da

mutlulukla, İstanbul' dan artık nefret etmekten vaz geçtiğimi keşfetmenin zevkini yaşadım.

Ne zaman oldu bu, hangi zaman diliminde bilmiyorum ama dün coşkuyla farkettim.


Bir kez de buradan teşekkürlerimi yolluyorum sevgili Esmir...

















This entry was posted on 10.08.2011 at Çarşamba, Ağustos 10, 2011 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

20 yorum

Yine her zamanki gibi masalsı bir anlatım :) Okurken nasıl bir tad aldığımı anlatamam, anılarını okumayı çok sevdiğimi daha çok duyacaksın Asuman abla ;)

10 Ağustos 2011 09:15

Asumn ben bir jitabı açtım ve bir öykü okudum...Ağzımda öyle bir tat bıraktı yazın...
Sevgimle hep İstanbulla

10 Ağustos 2011 12:04

İlknur' cum, ne güzel. Ben de keyifle yazıyorum. İçinde hüzün olsa da bu kadar zaman sonra anımsamak ve yazmak, bir zaman sonra dönüp okumak bana da zevk veriyor.

10 Ağustos 2011 12:59

Lale' cim, bire bir yaşadıklarım ve duygularımdı. Onlar zihnime bir vesileyle üşüşünce elim kendiliğimden tuşlara gidiyor.
Dün (bugün) bu yazıyı bitirdiğimde gün ağarmıştı. Sağol güzel yorumun için. Hep İstanbul' la diyorsun. O kaçınılmaz yazgı galiba :)
Benden de sana sevgiler...

10 Ağustos 2011 13:05

Resmen bir İstanbul masalında kaybolmuş gibi hissettim kendimi.Çok güzel...

10 Ağustos 2011 16:36

İstanbul öyle bir şehir işte. İçine alır ve yokeder:))
Sağol Buğday' cım...

10 Ağustos 2011 17:10

Öyle güzel bir dille anlatmışsınız ki Asuman hanım, eminim sizin bu yazınıdan sonra da bir çok kişinin istanbul'a bakış açısı değişecekdir. sevgilerimle.

10 Ağustos 2011 17:18

Teşekkürler Güngör' cüm. Umarım olumsuz yönde değişmez. Zaten tamamiyle kişisel yaşamlarla, duygularla ilgili, göreli bir durum.

10 Ağustos 2011 18:31

Asuman Hanım, anılarınızı paylaştığınız yazınızı okurken inanın ben de çok etkilendim!. öylesine hissederek yazmışsınız ki!..

İstanbul'a dair duygularınızın yeniden hayat bulmasına vesile olmak benim için de oldukça anlamlıydı...paylaşımınız ve değerli düşünceleriniz için de ayrıca teşekkür ederim..

Yüreğinize ve kaleminize sağlık..
Sevgilerimle...

10 Ağustos 2011 20:46

Sevgili Esmir,
çok teşekkür ederim yazımla ilgili yaptığınız güzel yorum ve bana eski günlerimi hatırlatan güzel postunuz için.

10 Ağustos 2011 21:52

Anılarını okurken aldığım tadı anlatamam.İstanbul'la barışmana çok sevindim. Onun üzerinde yeni güzel anılar biriktirip bize anlatırsın inşallah.

10 Ağustos 2011 22:15

Hüznün Tadı, ne mutlu bana...
Bende anı çok. Herkes gibi hem hüzünlü hem neşeli. İçim coşunca yazmadan duramıyorum zaten:)

10 Ağustos 2011 22:22

Yazdığın her anı benim için o kadar özel ki anlatamam arkadaşım. Her zamanki gibi yine zevkle okudum ve seninle gezdim. Bende İstanbul sevdalısıyım ve sanırım ne olursa olsun İstanbul dışında yaşayamam. Hain sevgili gibi herkesin kanına işliyor mübarek:))
Sevgiler canım...

11 Ağustos 2011 00:24

Nur' cum, galiba bu saatten sonra gidecek yerimiz de yok. En iyisi hep güzel yanlarını görmeğe çalışmak bu sevgilinin. Zaman zaman hoyratlaşsa da alıştık artık deyip katlanacağız.
Benden de sana sevgiler...

11 Ağustos 2011 02:10

Kısa öykü yarışmaları falan olur ya hani işte o yarışmalardan birini kazanmış bir kısa öyküyü okur gibi okudum, hissettim . çok güzeldi.

12 Ağustos 2011 13:04

Aman aman çok teşekkür ederim Şeniz' cim. Umarım bu yaştan sonra şımarmam.

12 Ağustos 2011 13:19

Asum,
Istanbul daha nasil anlatilir, daha nasil yasatilir, daha nasil hissetirilebilir ki bir insana...Tek kelimeyle mükemmlel bir ani yazisiydi okudugum. Tadi damagimda...

Öpüyorum seni

13 Ağustos 2011 16:25

Çook teşekkür ederim Sünter' cim. Çok mutlu ettin beni. Güzel olan, bu yazının beğenilmesinden öte, ruhumun ve yüreğimin anlaşılmış olması.
Bunun için sana ve tüm yorum yazan dostlara içten teşekkürlerimi senin nezdinde bir kez daha tekrarlanak istiyorum.
Sevgiler canım...

14 Ağustos 2011 00:52

"Sonra da mutlulukla, İstanbul' dan artık nefret etmekten vaz geçtiğimi keşfetmenin zevkini yaşadım. "

Bir gün bana da darısı inşallah.

Okumuşum bi ara ben bunu, hani aralarda didiklerim ya bohçanı o zamanlardan birinde. Ama aklımda kalmamış. Merci ruhu güzel kadın.

13 Mayıs 2012 04:16

Gidip Esmir' in belgeselini bir daha izledim şimdi müzikle birlikte.
Esas oraya gidip bir bakmanı isterim. Bu saatte de bir ayrı etkiledi.
İyi sabahlar...

13 Mayıs 2012 04:54

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin