İnanılır gibi değil
Bugün korkunç bir hayal kırıklığı yaşadım.
Benim çok sevgili, eşsiz, bir tanecik kız kardeşim Rayuş' um bana, hiç itiraz etmeden, karşı sav ileri sürmeden, suratını dahi asmadan gözümün içine bakarak, hatta gülümseyerek , “haklısın” dedi. Kalakaldım, derin bir nefes alıp ağzımı açacakken, kurduğum uzun cümleleri art arda kullanmaya hazırlanmışken ağzım açık öylece kalakaldım. Keyfim kaçtı, kollarım iki yana düştü. Kahvemi nasıl içtiğimi bilemedim. Akşama kadar bunu nasıl sindirebileceğimi, bundan sonraki kahve fasıllarını bu şartlarda nasıl sürdürebileceğimi bilmiyorum.
O eski günler
Onunla atışmalarımız ne güzeldi yıllardır halbuki. Ben ukala yengeç, sürekli akıl verir, tenkit eder, önerilerde bulunurdum. O da sürekli itiraz eder, bir adım bile geri gitmezdi. Ne önerdiğim pilav tenceresini kullandı, ne kahvenin suyunu kahve ve şekerden önce koymaktan vazgeçti, Yıllardır bir kerecik de hatırım için olsun pırasa ve ıspanağa salça koymamazlık etmedi. Vaktinde doktora gitmedi. Fincanla çay içmedi, etek giymedi, fular kullanmadı. O benim mutfağımda çok yemek yaptığı halde, bana soğan bile doğratmadı.
Ve bu sabah
Aslında her şey yıllardır yaşandığı gibi başlamıştı. Sabah paçozun “hav” ıyla uyanmış, kahvaltımı yapmış, bilgisayarıma bir göz atmış, ortalığı toparlamış, tam vaktinde kahve içmek üzere kapısını çalmıştım. Kapıyı her zamanki tebessümüyle açtı, öpüştük, mutfağa geçtik, ben koltuğuma yerleşirken o çoktan hazırlayıp karıştırdığı cezvenin altını yakmıştı. Ben hep yaptığım gibi eleştirel bakışlarla onun her hareketini inceliyordum. Beline sardığı yün şalının püskülleri hırkasının altından görünüyordu. Ayağının hafif aksadığını fark ettim. “Ağrın mı var “ diye sordum. “Hiç sorma” dedi, “Sağ dizim kötü, dün gece ağrıdan uyuyamadım.” Hemen atladım. “ Seni bu incecik kilim mahvetti. Yıllardır söylüyorum. Burası ormanın kıyısı. Rutubet diz boyu. Seremedin şöyle kalın korunaklı bir halı. Mutfakta çok vakit geçiriyorsun. Bu soğuk taşlara bel, diz dayanır mı.” Nefes almak için durdum. Yeniden başlamak üzere ağzımı açıyordum ki o talihsiz kelimeyi işitti kulaklarım. “Haklısın.” Yanlış duydum herhalde diye düşünerek aynı hızla lafa başlayacakken devamı geldi. “Çok haklısın Asu' cum. Buraya yeni bir halı şart.” Gülerek bir şeyler daha söyledi ama ben bu yeni durumu hazmetmeye çalışırken hiç birini duymadım. Düşünüyordum: Tanıdığım benimsediğim Rayuş, şöyle demeliydi. “ Yok canım, senelerdir aynı kilimi kullanıyorum. Ne alakası var?” Ben heyecanlanacak, “ alakası nasıl olmaz, taş bu çeker...”şeklinde devam edip bir dolu şey anlatacak, filanca hanımı örnek gösterecektim. O çenesini havaya dikecek, sürekli başını iki yana sallayacak, benim sesim giderek tizleşecek sonunda “bir kere de sözümü dinle” ya da “senden büyüğüm herhalde vardır bir bildiğim”sitemini yapacak, o ise kurnazca susacak, sonunda ben “aman nasıl bilirsen öyle yap” dedikten sonra “ver şu fincanını da falına bakiiym pis oğlak” deyüp fal faslına geçecektim. Sessizce uzanıp aldığım fincanını uzun uzun inceledim. Bir şey gördüğümden değil, bu duruma niçin sevinmeyip aksine mutsuz olduğumu anlamaya çalışıyordum balık, kuş, yol hikayeleri uydururken. Birden aklıma bir olay geldi.
Talihsiz şoför
Birkaç sene önceydi sanırım. Bir minibüste, şoförün yanındaki ön koltukta oturuyordum. Kırmızı ışıkta beklediğimiz sırada birden arkadan aldığımız hayli sert bir darbeyle sarsıldık. Her zaman olduğu gibi göz ucuyla bindiğimden beri şoförü incelediğim için, o ana kadar sapsarı bedbin suratlı, mutsuz ,bıkkın bir halde direksiyonun arkasında oturan adamcağızın birden kulaklarının oynadığını, gözlerinin parladığını, yüzüne renk geldiğini, adeta canlandığını ve, evet yanılmıyorum,mutlu olduğunu şaşkınlıkla ve dehşetle fark ettim. El frenini çekti, atletik bir şekilde dışarı zıpladı ahanda yedim seni dercesine kendinden emin, mağrur, çarpan kamyona seğirtti. Kamyon şoförü bizimkinden çok daha iri canavar suratlı biriydi. Ne gam, bizimki haklıydı ya.
Birbirlerine doğru yürüdüler. Bizimki mağrur karşı tarafın çemkirmesini bekledi. Hiç beklenmedik bir şey oldu. Canavar yüzlü adam masum, mahsun bir tavırla “kusura bakma abi” dedi, cüzdanını çıkardı. “Söyle, neyse ödiym.” Bizimki allak bullak olmuştu. Yüzü yeniden sarardı, bakışları acılaştı. Omuzlar düştü. Sıktığı yumruklar çözüldü. Acıdım haline.
Sonrasında, o, aynı sarı yüz ve bedbin hareketlerle direksiyon sallarken onun ne düşündüğünü canlandırmaya çalıştım belleğimde. Her halde “Kör talih” diyordu. “Kırk yılda bir haklı olduğum bir durum çıktı, kavga bile edemedim. Sümsük herif, kalıbından da mı utanmadın. İnsan iki kelime söyler, sesini yükseltir, pis korkak. Kazara ben ona dokunmuş olsam dayağı yiycektim şimdi. Şansa bak. Ne güzel kafa atacaktım burnuna. Adam iki kelime etme fırsatı bile vermedi. Zaten şanslı olsam anam beni kız doğururdu”
Dingin bir tavırla fincanıyla ilgili söylediklerimi dinleyen bir tanecik kız kardeşime baktım ve düşündüm. Biz insanlar ne karmaşık yaratıklarız!...
Umarım yarın aramızdaki bu garip durum düzelir ve biz atışmalarımıza kaldığımız yerden devam ederiz...
Hep sevgiyle kalalım...