Sizi bekliyor deniz
Mayoları giyiniz
Geldi şirin tatilim.
İlkokul üçüncü sınıftayken tatil konseptli şiir ödevi olarak yazdığım çook uzun ve çok değerli
eserimin (her birinin son satırı "şirin" yerinde güzel, tatlı vs...tatilim şeklinde uzayıp giden)
aklımda kalan tek dörtlüğü malesef yukarıda yazdığım enfes satırlar.
Geçenlerde yeğenler bendeydi. Televizyondan kulağıma çalınıveren bir şarkı hatırlattı bana bu
dörtlüğü. "Kokun hep burnumda burcu burcu, hastayım olamadım taburcu" mealinde bir şey.
Delikanlılarıma bu dörtlüğümü okudum. Gözlerinden yaş geldi gülmekten. Meğer bu şarkının
söz yazarı çok meşhur bir deyim ve tam kafiye canavarıymış. Meşhur kim varsa herkes kapış
kapış alıyormuş şarkılarını. Allah yolunu açık etsin ne diyebilirim.
Yurdum televizyonında ilginçlikler bitmiyor.
Birisi yanık yanık uzun hava söylüyor. Hafif de efkarlıysan, ki aksi ne mümkün, sen tam kendini
kaptırmış dinliyorken, tam ortada kesiliyor ve bir lavuk çıkıp patlatıyor reklamını. Ürün ne mi?
İnanmayacaksınız ama tuvalet kağıdı. Bir sivri akıllı reklamcı, "uzun" kelimesinden mülhem bu
iki kavramı birleştiriyor. Biri ruhumuzu temizliyor diğeri ...tööbe tööbe...
Muhtemelen aynı sivri akıllı kişi "klasik" kelimesini baz alarak Mozart'ın Türk Marşı ile (yanlış
hatırlamıyorsam) cazır cazır sucuk kızartıp klasik markalı sucuğu sunuyor. Bu kez ruh ve mide
ikilisi besleniyor...
Anneler gününde naif bir ses, son zamanlarda duymaya alıştığımız, içli, çocuksu, kırılgan bir
edayla "annem sen şunu yapansın, bunu yapansın, sen korursun, sen sararsın" diye şarkısını
söyleyip tam onikiden vurmuşken bir anlıyoruz ki bizi ağlatan ağlak kızcağız, meğer esas övgüyü
bir buzdolabı markasına yapıyormuş.
Geçenlerde yeni bir dizi başladı, dönem dizisi hem de bizim gençlik dönemimiz diye atladım.
Anadolu şehirlerinden birinde geçiyor. Ne de tanıdık. Baba hakim. Kocaman bir ev. Bir dadı.
Şapkalı şık kıyafetler, şımarık, kaprisli, fazla özgür kızlar. Sık sık balolar tertipleniyor. Kıyafetler
tavırlar, yapay fazla Avrupai. Sadece ilk bölümü seyredebildim. Hele bir sahne, akıllara seza.
Birinin evliliği kutlanıyor. Düğün değil de tanıştırma balosu. Neyse orkestra bir yandan çalıyor.
Yeni evli çift dansa kalkıyor. Masadakiler hadi siz de dansedin, biz de dansedelim diyorlar,
sonuçta aralarında genç bir adamın müthiş bir vals ustası olduğu söyleniyor ve adam partneriyle
piste fırlıyor. Orkestra çalmaya başlıyor. Çalan ne mi. "La Komparsita". Gümbür gümbür La
Komparsita eşliğinde uça uça bir güzel vals yapıyorlar ki sormayın gitsin. Pes doğrusu.
Bu arada bazı şeyler de o kadar iyi geliyor ki insan ruhuna. Söylenen sözler, okunan şiirler.
Örneğin Ezel' de tüm o silah sesleri ölümler arasında geçiveren Edip Cansever şiirleri, özlü,
yaşama dair hoş cümleler. Muhteşem Yüzyılda Süleyman' ın Hürrem' e yumuşacık sesiyle
okuduğu Muhibbi (kendi maslahıymış) dizeleri...Geçen hafta dikkatimi çeken, bu hafta özette
tekrarlanınca hemen bir yere not ediverdiğim iki dize...
.......
"Hayatının baharındayım diye gururlu olma
kendini tane gibi harmanda gör."
Ne kadar doğru öyle değil mi...
Yine aynı şeyi yaptım. Komik başladım, şaklabandan, filozofa anlık bir geçiş.
Hoş görün. Çok üşüyorum gecenin (sabahın) bu saatinde ve madurum ve mazurum bu yüzden.
(BöyleceYahşi de hakettiği ilgiyi görmüş oldu)
Sevgiyle kalın...