Nihayet beklediğim telefon !...
Açıyorum. Sevgili bir tanecik kız kardeşim az ve de öz konuşuyor.
"Ninom asansöre..."
Bana da bu kadarı yeter zaten. Telefonu kapatıp asansöre yönelirken düşünüyorum. Lahana dolması mı, içli köfte mi yoksa çiğ börek mi. Poşeti alıp mutfakta açıyorum. Üçüncüsü.
Hiç yanılmam. Öğlen kahve içerken yüzündeki muzip ifadeden, bir an evvel kalkıp gitmemi istediğini anlatan şirin sabırsızlığından böyle bir planı olduğunu sezmiş ve eve dönünce acıkmama rağmen birşeyler yemeyi geciktirmiş, çektiğim bir sürü yeni resmi dosyalamayla uğraşarak, yanılmadığımı umarak beklemeye koyulmuştum...
Rayuş' un çiğ börekleri... Annemin usulü değil de rahmetli kayınvalidesinin usulünde yapmış. O kadar olacak tabii. Eşi böyle seviyor. Sadece kıyma ve soğanla. Annem kendi yöreleri usulü bol domates de koyar, içi bol sulu olurdu. Hatta yine Orta Anadolu yöresine mahsus bir de ismi vardı. "Burnu sulu." Kulağa pek hoş gelmese de tadı enfes olurdu.
Her evde olduğu gibi evde geçirilen pazar günlerinde ara sıra böyle tatil gününü şölen haline getiren biraz el oyalayıcı, keyifle yenilecek şeyler bizde de yapılır. Bu hep böyle süre gelmiştir.
Yeni lezzet denemeleri, güzel garnitürleri hoş görünüşleriyle , sürekli aldığı dergilerden yabancı mutfak örnekleri, süslü sofralar ablama aitti. Daha ilkokul öğrencisiyken anneannemin yanına oturup onu izleyerek, ara sıra oklavayı elinden alıp deneyerek hamur açmayı öğrenen Rayuş börek işini üslenmiştir. Kısır, mercimekli köfte, poğaça, kek (özellikle spesialim cevizli üzümlü kek) yapma görevi bendeniz tarafından deruhte edilmektedir.
Light yoğurdumla (!) hazırlayıverdiğim ayranımla böreğimi yerken biraz çabanın biraz emeğin bir tatil gününü nasıl güzelleştiriverdiğini düşündüm. Benim bile. Benim bile diyorum çünkü çok uzun zamandan beri emekli olan biri için her gün aynıdır. Tatilin pek bir anlamı kalmaz. Mantıken doğru. Ama hayır. Pazar pazardır.
Çocukluğumda pazar kahvaltıları hep birlikte keyifle yapılırdı. Ahşap masanın üzerinde annemin yaptığı ev reçelleri, zeytin, beyaz peynir, tereyağı ekmekle bol şekerli açık çaylar eşliğinde yenirdi.Kaşar peyniri, salam, sucuk yediğimizi hatırlamıyorum. Belki bulunduğumuz yerlerde yoktu belki vardı da alınmazdı belki de alınamazdı.
Sonrasında annem mutfak ve banyo arasında koşuşturur dururdu. Ya bütün bir tavuk yahni ve pilav yapılmak üzere haşlanır ya köfte kızartılır, mutfaktan gelen kokular banyodan gelen soda çivit buhar her neyse yıkanan, kaynatılan çamaşırların kokusuna karışırdı. Benim yaşımdakiler bunu çok iyi bilirler...
Bizler odaya yayılır, gazete, dergi her ne bulursak okurduk. Pazar günleri Hürriyet çok şenlikli olurdu. Basri, Şaban renkli ve daha çok olurdu. Basri' nin o çok kalın sandviçinin içinde neler bulunduğunu merak eder, evde bir köpekle yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünürdüm. Bir de Şaban' ın şu repliğine hep şaşırmışımdır. "Faturalar...Faturalar... Posta kutusu dolmuş yine. Başka bir şey yok.Niçin biraz dikkatli harcama yapmıyorsun." Tonton azarı işitir bense iki şeyi merak ederdim. Fatura ne demekti, bir türlü anlamlandıramazdım kafamda. Postacının eve getirdiği, alanı mutlu edeceğine sinirlendiren mektuptan başka bir şey olduğu kesindi. Bir de Şaban' ın ayağını bir pufa uzatıp seyrettiği burnunun dibindeki resimli hareketli kutu. Sanki ömrü orada geçiyor gibiydi.
Ortalığı dağıtır, gazeteleri dergileri sayfa sayfa paylaşıp okuduğumuz yerde bırakırdık. Annem söylenecek olur babam yaptığı resme bir fırça darbesi daha atarken "bırak hanım, bırak okusunlar, bırak dağıtsınlar bu evde hayat var bırak yaşayalım" derdi. "Sonra toplarlar." Arada gider onu seyrederdim. Bana bitmiş gibi
yerde kalır o yaşta yarattığı farkı göremediğim fırça oynamaları bitmek bilmezdi.
Sonraki yıllarda da bu pek değişmedi. Pazar günleri çoğunlukla sinamaya gidilir,
dönüşte küçük teyzem ve annem ya su böreği açarlar, ya da kısır, batırık (Konya yöresinin bir yemeği) yapılır ya da Eyüp' teki Emine teyzeye gidilir orada Arabaşı Çorbası yenilirdi. Bu da Konya yöresine ait bir yemektir. Daha doğrusu bir çorba ve bir de meyane hamur arası bir şey. Çorba bol domatesle yapılır korkunç acıdır. Ortaya bir tepsi o kalın muhallebi görünümlü hamur konur ikisi birlikte kaşıklanarak yenilirdi. Hamur çorbanın acısını dengelerdi. Emine teyze bir de börek yapardı bize. Ispanağı çiğden koyup kapatır ve sobanın üstünde pişirirdi.Harika olurdu.
Çok daha sonra bizler çalışırken bütün arkadaşlarımız Pazar günleri bizde olurdu. Evde büyük olmadığı için rahat sigara içilir rahat sohbet edilir, özel hayatlar, arkadaşlar, kavgalar rahat rahat anlatılırdı. Emekli olana kadar da bu böylece sürmüştür. Hatta Paçoz gelene kadar diyebilirim.
Bir çiğ börek beni nerelere götürdü.
Bu pazarımı da özel kılan Rayuş' umun ellerine sağlık...
Herkese güzel pazarlar diliyorum.
Hep sevgiyle kalalım...