Uzunca bir bankamatik sırasında bekliyorum.
Biraz ilerdeki marketin önünde duran birkaç masadan birinde iki kişi oturuyor ve hayli yüksek sesle yaptıkları konuşmalarından anne - kız oldukları hemen anlaşılıyor. Bu gün işittiğim bu diyalogun her kelimesi aklımda. Kalmayacak gibi değil çünkü. Unutacağımı da sanmıyorum.
“Beni yine aptal yerine koydun. Ulan ben sana demedim mi önce bana sormadan hiçbir şey yapma diye.”
“Ama bir dinle. Hiç sandığın gibi değil. Ben telefonda ona dedim ki…” Diğeri dinlemiyor.
“Kabahat bende. İplerini çok gevşettim. Hoşlanmıyorum ondan, konuşmayacaksın dedim mi demedim mi. “
“Ama ben sadece…”
“Dedim ya suç bende. Sana doğum gününde o telefonu almayacaktım. Mankafama tüküreyim. Bir de kullanmasını öğrettim. Sana telefon ne lazım. Yoo, alcam elinden. Kal telefonsuz da gör gününü.”
“Peki ama önce kadıncağıza bir izah etseydim. Şimdi ayıp olacak…”
“Ben ayıp falan bilmem. Ben sana görüşmeyeceksin demiştim. Hemen veriyorsun cebini. “
Atılıp masanın üzerindeki telefonu alıyor. “Ahanda sim kartını da çıkardım. Otur derdine yan şimdi. Yemek pişir, dantel işle. Benim başımı derde sokma. Bak gözüm üstünde. Bi farkediym aradığını, defolur giderim uzaklara bi daha da yüzümü göremezsin.”
Sarışın genç kız, hışımla çantasını omzuna atıyor, uzun saçlarını savura savura yürüyüp gidiyor.
Kırk yaşlarında sarışın kısa saçlı kadın, elinden oyuncağı alınmış bir bebek gibi şaşkın ve çaresiz, arkasından bakakalıyor. Göz göze geliyoruz. Yüzümde ne gördüyse -ki bu dehşet ve kızgınlık ve de şaşkınlık olabilir – utanarak başını önüne eğiyor. Bense üzülüyorum onu utandırdığım için. Kızgınlığım önce acımaya sonra tuhaf bir sevgiye dönüşüyor.
Sıra bana geliyor. Mekanik hareketlerle paramı çekerken aklım hep o mahzun ve güzel kadında. Bir kere daha göz göze gelmek istiyorum. Bu sefer ona yine hiç konuşmadan, sadece bakışlarımla “seni anlıyor ve seni seviyorum” demek istiyorum. Ama masada şimdi asık suratlı bir adam oturmuş gazetesini okuyor. Hemen dönüp yola bakıyorum. Sarışın kadın uzaklaşmakta. Kot pantalonu ve siyah penye bluzu ile neredeyse kızı kadar alımlı. Sadece omuzları düşük, adımları ağır. Kalabalığın arasına karışıyor, yitip gidiyor.