Yağmurun Hatırlattıkları 2  

Posted by Asuman Yelen in , , , ,

13 yaşındaydım ve çok yalnızdım.

Yüzlerce yaygaracı, neşeli, yabancı kızın dörder beşerlik gruplar halinde, çığlıklarla konuştuğu kocaman bir okul bahçesinde bir köşede, acılı, ürkek öylece bekliyordum. Sabahın erken bir saati, hava alacakaranlıktı, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Lacivert yağmurluğumun kollarından, eteğindan aşağıya sular süzülüyordu. Arada şimşekler çakıyor ve ben deli gibi korkuyordum. Bu kızlardan, çıkardıkları korkunç gürültülerden, onların arasındaki yalnızlığımdan korkuyordum. Onları dehşetle izliyordum. Zaman zaman koşarak ve çığlıklar atarak yeni biri katılıyordu aralarına. Diğerleri de bağıra çağıra yeni gelene sarılıp öpüyorlardı. Sesler bir perde daha yükseliyor, ben biraz daha ürküyordum. Onlar bağırdıkça benim yalnızlığım, onlar kahkahalar attıkça benim kederim artıyordu. Ablamla beni dolu gözler ve hayır dualarıyla kapıdan uğurlayan annemi, bir daha hiç göremeyeceğimi (hala kabullenemesem de) bildiğim babamı özlüyordum. Bu karanlık, uğursuz, gürültülü, yabancı bahçeden kaçıp kurtulmak istiyordum. İlkokula hem de altı yaşımı bile doldurmamışken başlayan ve o gün güle oynaya annemin elini bırakıp diğer çocukların arasına karışan ben, hemen her sene şehir ve okul değiştiren ben, o gün, hemen o an, arkama bile bakmadan, bir daha dönmemecesine orayı terk etmek istiyordum.

Annem: “Fatih Kız Lisesi’ ne gideceksiniz kızlar ” demişti. Beni hiç de heyecanlandırmayan kısacık anlamsız bir cümleydi. Hiç fark etmezdi. Her şeye karşı ilgisiz, mutsuz, içine kapanık bir çocuktum. Bunların hepsinden de öte kızgın bir çocuktum. İstanbul’a; onun kalabalık vapurlarına, turnikesine sıkıştığım kalabalık iskelelerine, büyük gürültülü caddelerine, hiç tanımadığım insanlarına, annemin akıttığı gizli gözyaşlarına, içinde babamın yaşamadığı bu eve, her şeye kızgındım. O, biraz yapay bir heyecanla giyeceğimiz formayı tarif ediyor, okul binasını, büyüklüğünü, temizliğini ballandırarak anlatıyor da anlatıyordu. Özlemle Mersin’ deki ahşap ortaokulumuzu hatırladım. Mutlu, çok başarılı bir öğrenciydim. Matematik mümessili seçilmiştim. Okulun salon duvarında büyük bir resmim vardı, sınıf birincileri arasında. Kız erkek sevgi dolu güzel arkadaşlarım vardı. O dönemde arkadaşlar (kız ya da erkek) karşılaşınca tokalaşırlardı . Her an her dakika öpüşme adetini İstanbul’da görüp çok yadırgamıştık. Herkes birbirini tanır severdi. Öğretmenlerimiz canla başla anlatırlardı. Öğretene kadar uğraşırlardı. Sıralarda iki kişi otururduk ve sınıflarda öğrenci sayısı kırkı geçmezdi.

Kayıtlar yaptırıldı. Formalar diktirildi. Ayakkabılar alındı. O gün geldi çattı. İki kardeş evden çıktığımızda hava zifir karanlıktı. Hem sabah çok erkendi, hem de çok şiddetli yağmur yağıyordu. Kol kola girdik. Lacivert imperteks pardösülerimiz sürtünmenin etkisiyle hışırdadı. Durakta lacivert ve kahverengi imperteksli bir sürü kız vardı. Gelen otobüse onlarla birlikte sürüklendik. Sıcak otobüsü yoğun bir naylon kokusu sarmıştı. Bir de naylon hışırtısı. Okul kapısından elele ve ürkerek birlikte girdiğimiz ablamdan, bir anonsla lise ve ortaokul taraflarına ayrıldık. Artık ikimiz de yalnızdık.

Konuşmalar yapıldı, İstiklal Marşı söylendi ve uğultulu bir dalganın içinde loş koridorlardan geçerek kocaman loş bir sınıfa doluştuk. Kapalı salonda çığlıklar yankılanıyor, herkes birbirini selamlıyor kankalar sarmaş dolaş, yüksek sesle özlemlerini dile getiriyorlardı. Sevinçten ağlayanlar bir uçtan diğer uca seslenenler, zıplayanlar, herkes coşkulu, herkes mutluydu. İliştiğim sırada tek başıma, şaşkın, mutsuz, umutsuz, öfkeli, bir oraya bir öbür tarafa bakıp duruyordum.

O senenin sonunda Ortaokul bitirme sınavında Matematikten bir tek ben on almıştım. Bunu övünmek için söylemiyorum. Şaşılacak olanı, Matematik hocamızın, kim bu Asuman acaba diye beni hatırlamaya çalışmış olmasıydı. Sınıfımızda doksan kişinin üstünde öğrenci vardı. Öğretmenler sesini duyuramaz, bu yüzden kağıttaki çözümü tahtaya geçirir çıkarlardı. Giderek derslere olan ilgimi yitirip vaktimi büyük okul kütüphanesinde şiir kitapları arasında geçirmeye başladım. Baudelaire, Lamartine, Coppee, Maria Rilke şiirlerini orada buldum okudum ve sevdim. Düşe kalka yürüttüğüm okulumu tam yüz kişilik son sınıfımızdan mezun olarak bitirdim.

Çok karanlık çok kasvetli bir günde çok mutsuz olarak başladığım bu okulu sonradan sevdim mi? Evet diyemem. Nefret ettiğimi de söyleyemem. Bazıları ile hala görüştüğüm güzel arkadaşlarım oldu. Bir sürü de hoş anım. Ama Eylül ortalarında yağan her şiddetli yağmurda hava da karanlık ise o şaşkın, taşralı, üstlerine bol ve biraz da uzun gelen (seneye de giysin telaşıyla alınmış) lacivert yağmurluklu sıska iki kız kardeşi, 90 no.lu Çarşamba (Draman) otobüsünün içine yayılan naylon kokusunu ve o gün hissettiğim öfke dolu yalnızlığı asla unutamam.

This entry was posted on 10.09.2009 at Perşembe, Eylül 10, 2009 and is filed under , , , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

14 yorum

Yağmur insana neler anlatır böyle gerçekten de..
Genellikle hüzünlü anları, zamanları getirir akla..
Bu anlatılanlardaki hüzünlü küçük kız,memur çocuğu olmanın,sık sık şehir ve okul değiştirmenin onda yarattığı ruhsal boşluk ve çevreyi,okulunu sürekli yadırgayıp alışamama duygusu nedeniyle çok sıkıntılı geçirmiş o dönemlerini.Başarılı olmasını tetikleyen bir etki de olmuş olabilir..
Bu arada o naylon neredeyse benim burnuma kadar ulaştı.Çok akıcı ve güzel yazmışsın yine.
Yüreğine sağlık Asucuğum.
Sevgilerimle..

10 Eylül 2009 07:54

Budur!.. Bu nasıl güzel, nasıl duygulu bir anlatım. O hışırtılı, naylon kokulu otobüste, o karanlık, yağmurlu bahçedeydim sanki. İnan ruhum daraldı okurken. Çok arkadaş canlısı ve sosyal biriyimdir ve yığınla arkadaşım, dostum var. Ama duygularını böyle dile getirebilen hiç olmadı aralarında. Ben bu blogu iyi ki açmışım Asuman, sanırım amacım da buymuş, bir şekilde benim gibi hissedebilenleri bulmak. Seni sanal da olsa tanıdığım için çok seviniyorum, dilerim günün birinde gerçeğe de dönüşür.
Yağmurlu, hüzünlü, acılı İstanbul'da yine de güzel geçsin günün, sevgiler...

10 Eylül 2009 09:41

Zeugma'cığım,

Yağmurla ilgili eminim herkesin iyi kötü yığınla anısı vardır. Yağmur, sesiyle kokusuyla düşmesi, damlaması, çarpması ile yaşanmışlıklara ayrı bir anlam, koku, dokunuş katar. İyi ya da kötü yaşanan neyse, varlığıyla, yağışığla akışıyla onu güçlendirir altını çizer. O yüzden, yağmurla yaşanan her ne ise kolay unutulmaz.

10 Eylül 2009 12:56

Leylak Dalı,

Senin gibi kalemi güçlü birinden bunları duymak, inan beni çok heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor.Galiba yazıyı sana sevdiren, içindeki bugün bile aynen yaşadığım duyguların gerçekliği. Bunu sana geçirebildiğim için mutluyum.
Seninle aynı duyguları paylaşıyorum. Ben de seni tanıdığım için mutluyum.

Sevgiyle kal arkadaşım...

10 Eylül 2009 13:03

Ortasona geçiğimde ,İstanbul'a taşınmıştık Samsun'dan.O okulun ilk günü yaşadığım yabancılığı gördüm anlattıklarınızda.Çok içine kapanık biri değildim ama kimseyi tanımıyor olmanın ve herkesin birbiriyle çok samimi olmasının verdiği bir yazlnızlıktı.Allah'tan çok uzun sürmedi.Ama o ilk gün, yeni doğmuş ceylanlar gibi dizlerimin titrediğini hatırlıyorum. :))

10 Eylül 2009 21:54

Sizin o duygunuzu ben çok fazla yaşadım İzdüşümler. Hemen her sene.Ben de mutlu ve neşeli hatta komik bir çocuktum ve hemen kendimi sevdirirdim. Ama bu İstanbul'a dönüş bana çok zor gelmişti. Babamı beş ay önce kaybetmiştim ve sanki tüm mutluluğum da gitmişti. Bir de çok büyük bir kız lisesi.Gerçekten berbattı. Benim hala gülüp geçemediğim boğazımı yakan yüreğimi burkan bir gündür o gün.

10 Eylül 2009 22:20

Yağmurun bana verdiği hüzün yazınla bütünleşti sanki.
O okulun bahçesinde buldum kendimi, o çığlıkları duydum sanki kulaklarımla. Ve çok iyi bildiğim Fatih Kız Lisesi geldi gözlerimin önüne.
Çok güzel anlatım Asuman'cım,
Benzer yerler ve benzer duyguları bulduğum sizleri çok seviyorum...

11 Eylül 2009 02:06

Sevgili Nur,

Beni farklı bir şekilde heyecanlandırdın. O liseyi bilen birinin okumasını içimden çok istedim, çünkü onun beni çok daha iyi anlayacağını biliyordum.
Ruhları birbirine yakın kişiler bir şekilde bir araya geliyor. Galiba bu blog olanağı, Allah'ın bize bir hediyesi.Lütfen kendine iyi bak arkadaşım.
Sevgiyle....

11 Eylül 2009 02:31

Öyle güzel dile getirmişsin ki, o ilk gün yalnızlığını, burukluğunu. Kendimi buldum.Ankara'ya geldiğimizde ortaokula başlarken okul bahçesinde hissettiklerimi hatırladım. Off kendimi ne yalnız ne çaresiz ve salakça hissetmiştim o gün. Hiç unutamam.

Buruk anılar daha mı çok saklanıyor zihnimizde acaba?

Sevgiler canım

11 Eylül 2009 12:17

sumancin,
yine nasil güzel yazmissin.
Okurken bir an o kücük genc kizin yanagini oksayip korkma yanliz degilsin diyesim geldi.
Sanki rüzgarin sesi kulagimda, yagmurun islakligi yüzümde gibi.

sevgielr

11 Eylül 2009 13:01

Haklısın galiba Çınar,

Düşünüyorum da, her Eylül yağmurunda aynı şekilde aynı buruklukla hatırladığıma göre, demek ki belleğime, yüreğime nakşolmuş bunlar diyorum..
Sevgiler...

11 Eylül 2009 13:29

Sevgili Sünter,

Bence o yalnız küçük kız hala hepimizin içinde bir yerlerinde duruyor.Tüm saflığı ve çaresizliği ile. Onu korumak, saklamak mı yoksa ondan kurtulmak mı gerek, emin değilim.

11 Eylül 2009 13:36

baba,insanın arkasında bir sıra dağdır.bence o burukluğun nedeni babanın yokluğudur.babasını kaybedenlerin boynu bükük olur hep.
çok güzel bir yazı.

17 Eylül 2009 07:46

Ramazan Bey,

Bu, benim çok kuvvetli, hiç unutmadığım bir anım. Tesbitinizde haklısınız.. Çok okul değiştirdim. Bu sefer o yüzden çok kötü hissettim.
Teşekkür ederim.

17 Eylül 2009 13:08

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin