Yukarılardan bir yerlerden bir hediye.....
İf all those little bluebırds fly beyond the rainbow....why can't I?
Yaşamın minicik şirin rastlantıları...
Biraz önce aklımdan yolculuk geçiriyordum. Şöyle şehirlerarası bir otobüste, hafif kaykılmış,
başımı geriye yaslamış, gözlerim kapalı ya da uzayıp giden yolda, her şeyi geride bırakarak
sadece motorun sesini ve kulağımdaki müziği dinleyerek...
Aynı anda arkamdaki televizyonda biri de hayatında en çok sevdiği şeyin uzun yollar olduğunu
hep yolculuk etmek istediğini anlatıyordu yanındakine.
Üüüşüüüyoruuum.
İstanbul' da geceler soğuk. Belli saatlerden sonra hırka giymek zorunda kalıyoruz ve gece
hala yorgan örtüyor, sabah üşüyerek kalkıyorum yataktan.
Balkonumda güller, domatesler ve canavar gibi açmış çok güzel çiçekler var. Seyahat planım
olmadığı için ömrümün orada geçeceğini düşünüyorum. Orada okumak üzere onlarca kitap
aldım. Bir tanesine de başladım. Yekta Kopan' dan Yedi Derste Vicdan Muhasebesesi. Bir öykü
kitabı . İlginçtir ki o da bir otobüs yolculuğu ile başlıyor. Yine hassas olduğum bir konu. Baba-
evlat ilişkisi gerçekçi bir biçimde masaya yatırılıyor. Yekta Kopan' ın kişiliğini, TV da yaptığı
işleri, tarzını çok sevdiğim için aldım. Çok kuvvetli bir kalemi de varmış meğer. Belki başka
kitaplar da yazdı ve benim haberim yok. 95 den sonra çıkan kitaplar ve yazarlarla ilgili pek fazla
şey bildiğimi söyleyemem.
Aslında başka bir şey anlatacaktım. Bu gün dost sohbeti yapmak geldi içimden. Evet balkonum
kırmızı yeşil rengarenk ve eskiyen şemsiyemi de yeniledim. Malum gündüz kapısı açık.
Bir hafta önce bir baktım pis kokular geliyor. Paçoz da suçlu suçlu sinmiş bir kenara. Aslında
günde en az bir kere şimdilerde sabah akşam dışarıya çıkarıyorum. Gece ve acil durumlar için
arka balkon, bir köşesinde su dolu kovalarla ( hemen yıkanmak üzere) ona bırakıldı.
Onbir seneden beri oradan başka bir yere (evde) hiç yapmazdı. Önce ufak mahrumiyet cezaları
verdim. Top oynamamak, ödül kemiği vermemek gibi. Ama bir şey çekiyor onu ön balkona.
Sonra gülleri her sulayışımda ortaya çıkan kesif amonyak kokusunu farkettim. Enişte işi çözdü.
Paçozu çeken o kokuymuş. Topraklarında bolca hayvan gübresi kullanılmış.
Cumartesi günü dışarı çıkarmak üzere sevk ipini taktım, poşetimi eldivenimi telefonumu
gözlüğümü küçük çantama hazırladım, tam birlikte kapıdan çıkacakken
balkonun kapısını kapamak üzere yaklaştım ki ne göriym. Yine aynı manzara...
Biraz teatral bir tavırla küçük çantamı sertçe kanepeye attım. Öfkeyle sevk ipini çıkarıp yere
fırlattım. Çalımla balkonu yıkadım. Bir kenara sindi, izledi.
İki gündür eskiye döndük. Olmazsa gülleri bahçeye yollarım. Rayuşların camının önündeki diğer
güllerin yanına ekilir. Dövecek, aç bırakacak halim yok. Gül de neymiş Paçoz' umun yanında.
Bizim buradaki park bu sene piknik yeri adeta. Çaydanlığını, ocağını alan çıkıyor. Eni konu
yemek hazırlanıyor. Mercimek köftesi börek patates salatası sıradan kalıyor. Yürüyüş yapanlar,
banklarda oturup sohbet edenler, kuytu köşelerde çiftler, çok şenlikli çok.
Bugün (bu sene ilk görüşüm) asık suratlı çift de katıldı aramıza. Yine uzakca bir ağaç altında,
herkese arkaları dönük, birbirlerine bakmadan, hiç konuşmadan oturdular.
Evde her gün her şey rutin. Her gün çaydanlığım bir kez yanıyor. Yemin ederim. Tek başıma
haftada iki damacana su tüketiyorum. Bir işe başlıyorum, gözüm başka bir şeye takılıyor, ona
girişiyor diğerini unutuyorum. Bir de bilgisayarın başına oturunca hepsini unutuyorum :))
2011 Haziran' ının son haftası itibariyle ahvalim budur. 1-2 sene sonra dönmüş okuyorken
kimbilir yaşamımda ne değişiklikler vukuuuuubulmuş olacak. Yani, çiçekler, balkon şemsiyesi,
kitaplar ve çaydanlıklar gib. :)))
Herkese keyifli günler diliyorum...
Bu haftayı çekmece ve defter karıştırarak geçiriyorum. Malum çağ atlıyorum. Çok önemli
bu günlerde yaptığım her şey. Geçmişimi kurcalarken geriye dönüp okumak üzere tarihe not
düşüyorum.
Her neyse, okul yıllarından bu güne kadar sakladığım müzik defterimin kapağına bir
münasebetsiz arkadaşımın karaladığı üç beş satır beni hüzünlü bir havaya girmekten
alıkoydu. Aynen aktarıyorum. Herhalde akrostişin ne olduğunu yeni öğrenmiştik.
Salak
Ukala
Manyak
Avanak
Nalet
Bu arada ekran kirliliği için herkesten özür dilerim.
Hemen defterleri kurcalama faslına giriştim. Herkesin defterinde olduğu gibi bende de illa ki
vardır ama ezbere hatırlayamayacağım kadar eski günlerdendir düşüncesiyle ararken bir
kağıt parçası düştü önüme. 70 lerin başı. İlk çalıştığım banka grubuyla gidilip hoşça vakit
geçirdiğimiz piknikten bir anı. Çekiliş yapılmış. Herkes kendisine çıkana bu tarz bir şiir yazmış
muhtemelen. Bana bu kez daha akıllı ve nazik biri düşmüş (yukardakine nazaran).
Sanırım akrostişle birbirimizi tanımlama oyunu gibi bir şey. Yine aynen aktarıyorum.
Sakin
Uzlaşmacı
Merhametli
Arkadaş canlısı
Nezaket timsali.
benzer kelimeleri kullanmışızdır o gün.
Sonra kendi yazdıklarımı aramaya koyuldum meşhuuur şiir defterimin sayfaları arasında.
İşte ilki. Tarih düşülmemiş ama l5-16 yaş şiirleri arasında. Canım yaa. Ne dert- tasa bu yaşta...
Aynen aktarıyorum yine:
Sevemedim bu hayatı
Uğraşmıyorum artık
Mutluluğu
Aramaya bu kokuşmuşlukta
Nafile olur çabam.
Belki de bu yüzdendir. Hadi onu da yazalım bari:
Sevgiyi, mutluluğu aramaya sen de başla hemen.
Uzun yıllar geçirdin yaşamadan -nefes aldın elbet-
Maziyi unutup, geleceğe çevirirsen başını ve...
Artık silersen gözünün o akmayan yaşını
Ne mi olur, bilmem. Falcı mıyım ben?
Sonunda işin içinden çıkamamışım herhalde :))

İşte böyleymiş benim akrostiş maceram. Çok heveslendim. Bu gün de bir tane yazıp kariyeri
tamamlamış olalım.
Sakin ol
Uslu dur
Maziyle oyalan
Aslında yaşam dediğin
Nerden baksan koca bir yalan.
Firuze 2011
ve
hiç bozulmayacak sandığın
güzelliğinin...
Artık ağlama zamanı.
Yüksek otlarla örtülü bir patikada onun sesini duydum.
- "Beni tanıdın mı?..."
Arkama döndüm ve onu gördüm.
- "Artık ismini hatırlamıyorum ..." dedim.
Cevap verdi.
-" Ben senin gençliğinin ilk büyük acısıyım..." Ve gözleri şebnemlerle
parıldayan bir sabaha benziyordu.
- "Gözyaşlarının derin hazinesi artık tükendi mi?" diye devam ettim. Gülüyor,
cevap vermiyordu.
O zaman anladım ki gözyaşları yeni bir lisan öğrenecek kadar vakit
bulmuşlardı.
- "O zaman diyordun ki, " diye fısıldadı, " sonsuza kadar acılarını
kutsayacaksın..."
Kızardım.
-"Evet ama zaman geçti insan unutur," dedim.
Ellerini ellerimin içine aldım ve ilave ettim.
-" Asıl değişen sensin..."
-" Geçmişin tüm acıları artık huzurla yer değiştirdi... " Dedi.
R.Tagore
Firari ' den
1985 yılıydı.
l984 Kasım' ın da Can' ın doğumu, sonra 1985 Ocak başlarında Rayuş' un evlilik telaşesi, hemen
ardından evliliği, bu arada Anadolu Yakası' na taşınmam nedeniyle Bakırköy' den Sultanhamam
Şubesi' ne tayinim, alışma sürecim, Can' ın ağır hastalığı, nekahat döneminde bir müddet bende
kalmaları filan derken yalnız kalabildiğim günlerin başlarıydı.
Kuyubaşı' nda çok şirin bir eve taşınmıştım. Huzurlu ve keyifli günlerdi.
İşten eve dönmüş, kanepeme kurulmuş televizyon izliyordum. O dönem ne izlerdim pek
hatırlamıyorum. Sanırım TRT 2 de Türk Sanat Müziği olurdu. Önce koro söyler, sonra tek tek
solistler eski, ağır klasik parçalar okurdu. Hep kasete çekerdim. Hala da dururlar bir dolapta.
M.Ali Birand' ın 32. Gün' lerini çekerdim bir de. Bam telime dokunan bazılarını "Asu Özel"
kasetime çektiğim , o dönem, bu günle kıyaslarsak, gerek melodi, gerek söz açısından çok daha
kaliteli iyi parçalar vardı. Mazhar-Fuat- Özkan, Ayşegül Aldinç, Nilüfer, Banu, Leman Sam,
Sezen, ilk anda hatırladıklarım. Bazan da umulmadık bir zamanda sürpriz bir konser çıkıverirdi
karşımıza ve bunun için hazırda bir boş kasetim kayıt için beklerdi.
O gece de ekranda ansızın bembeyaz elbisesi ve çok anlamlı yüzüyle en sevdiğim (ilk on, ilk üç
değil) kadın sesinin sahibi Barbra Streisand görünüverince ilk işim kayıt butonuna basmak oldu.
Sonrası baştan sona bir duygu seliydi. Hiç unutmadığım.
Bir açık hava konseriydi. Siyasi amaçlıydı. Sanırım atom bombası karşıtı belki o dönem bir ülkeyi
ya da bir savaşı protesto amaçlı bir konuşma yaptı. Üzerinde resimdeki beyaz giysi vardı ve
makyajı yok gibiydi. Söylediklerini anlamam imkansızdı. Sonra o evrensel dili konuşturdu.
Tüm yüreğimle ve ruhumla anladığım ve sevdiğim dili, müziği.
İzleyiciler karanlık bir ortamda masalara oturmuş birçoğu tanıdığımız eski, yeni, genç, yaşlı
sanatçılardan oluşan dostlarıydı. Kimi sinemadan, kimi sahneden.
Küçük açıklamalar yaparak başladığı her şarkıyı , ki bildik, ağır parçalardı, tüm o insanlar
dikkatle, yer yer kahkahalarla, bazan gözyaşlarıyla ama sevgiyle ve ilgiyle izliyorlardı.
Öyle hoş bir duygusal paylaşımdı ki, ben de sessizce katılıvermiştim aralarına.
Bir ara başını gökyüzüne çevirip Judy Garland' dan bahsetti ve " bizi dinlediğinden eminim"
dedikten sonra "Somewhere Over the Rainbow" u söylemeğe başladı. Tek kelimeyle müthişti.
Hepimiz ağlıyorduk izlerken. Onları bilmiyorum ama benim için çok önemlidir o parça.
Bir ara "What kind of fool" u söylemeğe başladı. Şarkının tam ortasında karanlıklardan bir
yerlerdan Barry Gibbs şarkıya eşlik ederek yanına geliverdi. İki eski sevgilinin düetleri
gerçekten izlenmeye değerdi.
Sonunda ışıklar karardı. Beyazlar içindeki Barbra bir mum yaktı ve ilk defa o gece o konserde
işittiğim ve zaten duygu yoğunluğu içinde iken beni hem altüst eden ve aynı zamanda tuhaf bir
biçimde de huzurla buluşturan şarkısını söyledi. Söylerken ağlıyordu. Kamera seyirciler arasında
gezindi.
Kadın erkek hemen herkes ağlıyordu. Sonra masaların arasına karıştı, herkesle tek tek sımsıkı
kucaklaştı, teşekkür etti.
Bir daha izleyemediğim o konseri (yayın ve kayıt çok kötüydü ve sonra da yanlışlıkla silindi)
ve zaman zaman izlediğim o şarkıyı sevmekten hiç vazgeçmedim.
Herkesin babalar günü kutlu olsun...
Papa, can you hear me?
God - our heavenly Father.
Oh, God - and my father
Who is also in heaven.
May the light
Of this flickering candle
Illuminate the night the way
Your spirit illuminates my soul.
Papa, can you hear me?
Papa, can you see me?
Papa, can you find me in the night?
Papa, are you near me?
Papa, can you hear me?
Papa, can you help me not be frightened?
Looking at the skies
I seem to see a million eyes
Which ones are yours?
Where are you now that yesterday
Has waved goodbye
And closed its doors?
The night is so much darker.
The wind is so much colder
The world I see is so much bigger now that I'm alone.
Papa, please forgive me.
Try to understand me.
Papa, don't you know I had no choice?
Can you hear me praying,
Anything I'm saying,
Even though the night is filled with voices?
I remember ev'rything you taught me
Ev'ry book I've ever read.
Can all the words in all the books
Help me to face what lies ahead?
The trees are so much taller
And I feel so much smaller.
The moon is twice as lonely
And the stars are half as bright.
Papa, how I love you.
Papa, how I needKissing me goodnight. you.
Papa, how I miss you
Yapraklarda inciler
Renklerde birinciler
Doğadaki motifler
Sanki rüya gibiler
Kokularıyla mest ederler
Gözümüzü şenlendirirler
Ruhumuzu dinlendirirler
Hayranlık uyandırırlar
Doğayı canlandırırlar
Mücevherleri andırırlar
Güneşle güzelleşirler
Zerafette üstlerine yoktur.
Cancağızım benim
tüm güzelliklerden habersiz
uyur.
İşte bu mavi gözlü çapkın yakışıklı, benim yavruma, ninesi yaşındaki Paçoza asılıyor.
Son birkaç gündür de işi fiiliyata dökmek istiyor.
Ama bizim kıza ters bu işler.
Dün onlar becelleşirken künyemi kaybettim. Kılım bile kıpırdamadı.
Eskiden olsa uykum kaçardı.
Bu gördüğünüz tomurcuk, benim balkonumdaki saksısında açmak üzereyken, ve ben neredeyse
gözümü dikip beklemişken, iki saksı gülüme gözüm gibi bakarken tarafımdan koparıldı.
Bir kaç küçük sineği kovmak için bir küçük fiske vurmak istedim. Sert kaçtı sanırım.
Nasıl üzüldüm anlatamam.
Eskiden pek de umursamazdım.
Ben yoksa yavaş yavaş yaşlanmaya başlayacak mıyım diyorum....
Bu arada....
Hala sıcak.
Un helvası. Benzetememiş olabilirsiniz diye açıklıyorum.
Artık yalnızca tam buğday unu kullanıyorum. Un helvasında ilk defa denedim.
Benim tabağım diye de koyarken düzeltmedim.
Bakmayın öyle dağınık ve özensiz göründüğüne. Onun ruhu pardon tadı güzel...
Annemin 42 inci sene- i devriyesi.
O ve tüm gidenlerimiz nurlar içinde yatsınlar...
Herkese sevgiler...
Hızla yanlarından geçıp gidiyordum ki ağabeyin sesini duydum.
"Sakın birbirinizin elini bırakmayın. Yanımdan ayrılmayın. Caddeye de fırlamayın" diyordu
yeni kalınlaşmaya başlamış ergen sesiyle.
Bir yandan da arabasına enlemesine yerleştirdiği uzunlu kısalı ağaç dallarını ve diğer eski
eşyaları dengede tutmaya çalışarak arabayı itiyordu.
Çok eskilerden, kırkı aşkın yıl öncesinden bir anı geldi gözlerimin önüne, bir başka ağabey
sesi çınladı kulaklarımda benzer sözleri tekrar tekrar söyleyen.
Yaşamamış olmayı dilediğim, hatırlamak istemediğim bir günle ilgili.
İki ufaklık, elele tutuşmuş ağabeylerinin yanı sıra neşeyle yürüyorlardı.
Üçünün de yüzleri üstleri kir pas içindeydi.
Ama üçünün de keyfi yerindeydi.. O kadar güzeldiler ki.
Onların bu saf güzellikleri yanında, Çamlıca' da o gün görüntülemeyi planladığım tüm bahar
çiçekleri, evimin civarında fotoğraflarını çektiğim rengarenk tomurcuklar, hepsi, hepsi o an için
önemlerini yitirdiler.
EZEL
Dün seyrettim.
Her seferinde aynı şey.
İşlerimi bitirip oturdum başına. Tüm dikkatimi toplayıp, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak adına,
merakla, ilgiyle, gerilerek, heyecanlanarak, şaşırarak hep ama hep beğenerek seyrettim.
Daha önce hiç seyretmediğim tarzda, müthiş beyin ürünü bir senaryo, ilgiyi sürekli ayakta
tutan, hep şaşırtan olaylar örgüsü. Oyunculuklar, aksiyon, teknik, görüntüler, mekanlar.
Toygar Işıklı' nın enfes müziği. Tıpkı Fatmagül' de oldığu gibi.
Müthiş bir tutku hikayesi. Yorucu, yaralayıcı, sarsıcı ama vazgeçilemeyen.
Tüm duygular ayakta izleniyor. Bol adrenalin, zaman zaman gözyaşı.
Çok büyük bir mutfakta kalabalık, telaşlı , işini bilen bir ekip tarafından büyük uğraşmalarla
emek sarfedilerek hazırlanmış, büyük bir tabağa, görselliğe önem verilerek yerleştirilmiş,
kusursuza yakın lezzette bir füzyon mutfak ürünü gibi.
Çok seyrek yeme fırsatı bulabildiğimiz...
TÖVBELER TÖVBESİ
Bugün seyrettim. Müziği başlarken insanın içi huzurla doluyor.
Ezel' in bünyemde bıraktığı tüm harabiyeti aldı götürdü.
Bir sürü eski Türk filminden tanıdık esintiler. O her birini ayrı saçma bulduğumuz Ayhan Işık,
Belgin Doruk, Göksel Arsoy, Türkan Şoray hatta Kenal Sunal filmlerinden.
Ama bir şey var. Samimiyet. Tüm ekip sanki el ele vermiş, yurdumuz insanını dertlerinden
sıkıntılarından biraz olsun nasıl uzaklaştırırız düşüncesiyle, sakin sakin kendilerini kasmadan
bu diziyi hazırlamışlar. O filmleri alıp, biraz bugüne uyarlamışlar.
Konu malum. Karakterler sahici ama. Her birinin yanıbaşımızda bir karşılığı var. Saplantılar,
zaaflar, saflıklar, kurnazlıklar. Evladına zarar verdiğinin farkında olmayan sevgi dolu anneler,
sevgilisini değiştirmeye uğraşan, mesleğinden utanan genç kızlar. Şİrin sosyal yaşamla ilgili
komik öğeler var. Beklenmedik incelikler var.
Sürpriz, eski, yeni, arabesk ama sanki tam zamanında geliveren hoş müzikler var.
O güzelim yeleği ve minik küpeleriyle can Füsun Demirel var.
Çocukluğumda okuldan ya da sokaktan aç ve yorgun döndüğümde masanın üzerinde beni
bekleyen, annemin küçük mutfağında tek göz gazocağında türküler söyleyerek pişirdiği, iri
soğanlarını kıvrık domates kabuklarını bir kenara iterek yediğimiz fiyonk makarna tadında.
Ki hala damağımdadır...
Bir Roland Garros Fransa Açık Tenis Turnuvasını daha bitirdik.
Roland Garros, Grand Slam Turnuvalarında nedense en sevdiğim (kırmızı toprak kort çekici
geliyor galiba) ve son iki yıldır eskisi gibi takip etmeğe başladım.
Bu kez ilk gününde enişte bey haber verdi. O da çok sever ve benden daha sadıktır izleme
konusunda. Ara ara seyrettim ama iki finali baştan sona izledim.
Bayanlarda çinli tenisçi Li na (Sharapova' yı eleyip finale kalmıştı) asık suratlı uzun isimli
İtalyan rakibesini yenerek adını ilk defa Roland Garros tarihine, ülkesini de finale taşıdı.
Yine bir İtalyan finalde olduğundan herhalde, seyirci kalitesi yine bozuktu. Akdeniz kanının tüm
çılgınlığı tribünlere gürültü şeklinde yansımıştı.
Ben çok iyi başlayan ama biraz geri düşünce gereksiz yere demoralize olan Federer' in
yenmesini isterdim. Nadal yeni nesil sert tenisçilerden olduğu için sanırım. Ama maça çok güzel
asıldı.
Bu maç esnasında bir tencere enginar ve bir çaydanlık yandı.
Eğer maç esnasında Fransa' da sağanak yağmur yağmasaydı Paçoz çıkarılmayacaktı.
Paçozu bu kadar sürükleyerek ve koşturarak ve bu kadar kısa zaman dönmecesine hiç
gezdirmemiştim.
Acıktığımda bir şeyleri lavaşın içinde dürüm şeklinde TV. dan gözümü ayırmadan yedim.
Farkettiğimde iş işten geçmişti.
Elimde, dürümü sardığım peçetenin sadece ufak bir parçacığı kalmıştı.
Gerisini yemişim.
Bir Pazar günüm de böyle geçmiş oldu...
Herkese iyi haftalar...
Leylak ' cığım iki seneyi aşkın bir süredir okuya okuya bıkmamış olacak ki bir kez daha
anlatmamı istemiş çocukluğumu mimleyerek. Bunu zorlanmadan ve keyifle yapmaya amade
olduğumdan emin olarak.
Çok haklı tabii...
Onun güzelim yazısını okuduktan sonra hemen oturdum masama yazmak üzere.
Nereden başlayacağımı bilemedim.
Benim " Muhteşem on yıl" ım.
İlk üç yılı atarsak, neredeyse her anını hatırladığım on harikulade yıl.
Bu on yılda neler yok ki...
Çok şehir, çok okul, onlarca ev. Yığınla komşu, arkadaş, park, cadde, sokak, tarla, dere, ağaç,
nehir, dağ, sahil, sinema, piknik, müsamere, bayram, tören.
Kimi zaman, tabanı şap, merdiveni ahşap, kimi zaman çift balkonlu , cilalı parke tabanlı,
banyosuz, fayanslı duşlu banyolu, bahçeli, damlı, teraslı, tavuklu, hindili, arılı, kedili değişen
binaların içinde sevgisi, saygısı, keyfi mutluluğu hiç değişmeyen, (tabii biz çocuklar için) güzel bir
yuva . Yüzlerce, binlerce anı. Anlatmakla bitmez...
Okulda, sorumluluk sahibi çalışkan bir çocuktum. Çok çalışkandım. Arkadaş canlısıydım ve
paylaşmayı severdim. (özellikle yiyecekleri çünkü bisküvi verir kete, bazlama alırdım:)
Şaka bir yana memur çocuğu olup da yerli (köy tabiri) çocuklarla arkadaşlık eden tek
(abartmıyorum) çocuktum. Bu yüzden öğretmenlerim beni hep çok sevdi. Bir de büyük sınıflara
tahtada onların çözemediği problemleri çözmek için çağrılırdım. Temsillerde baş rol oynar,
mutlaka solo şarkı söylerdim. Törenlerde de hep izciydim. (Arı obası)
Yazın hep sokakta oynar, (çelik-çomak, sek sek, istop, saklambaç, köşe kapmaca) öğlenleri bir
koşu eve gidip yemek yer, sonra akşama kadar yine oynardık.
Pazar günleri babamla geçerdi. Sabah büyük yatağa iki kızını iki yanına yatırır , Rayuş' u da
göğsünün üstüne oturturdu. (3-4 yaşlarındayken) "Bu odanın içinde" diye başlar, bir eşyanın
ilk ve son harflerini vererek bulmaca oyununu başlatırdı. Sonra birimizin bitirdiği cümlenin son
harfi ile diğerinin cümleye başlaması şeklinde gelişen bir başka oyuna geçilir beceremeyen
Rayuş sıkılır, " hadi baba süzüp süzüp" diye mızırdanırdı. Bu şarkıya davet demekti. Babam
başlardı..
o çeşmi nimhabını
neden ya rağbet etmemek
dağıtmağa sehabını
gönül beğendi sevdi pek
hitabını cevabını
iç şimdi iç şarabını
ko bir yana hicabını
aç şimdi aç nikabını
ayan et afıtabını
Çok sonra Rahmi Bey' in Nihavend Yürük semaisi olduğunu öğrendiğimiz bu şarkıya biz de
dilimiz döndüğünce eşlik etmeye çalışırdık. Bir oyun gibiydi. Arkasından değişen muhtelif
şarkılar örneğin tangolar ("Suna" ya da "çok uzakta bir ilkbahar gecesinde" gibi) söylenirdi.
Babam bunu teatral bir tarzda yapar, bizi güldürürdü.
Müzik evimizde hep vardı. Babam Hawaian gitarını bir pena ve bir demir parçasıyla çalar,
ağabeyim akordeonuyla ona eşlik ederdi.
Bazan Mersin' deki evin damında akşam serinliğinde bazan Adıyaman' da evin yanındaki
arsada toplanıp Sadettin Kaynak' tan ya da Nev' eser Kökdeş' ten (sevdikçe seni, kuş olup
uçsam) şarkılar söylerdik.
Bol bol kitap okurduk. Babam zaman zaman iki kitapla gelir, arkasına saklar sağ mı sol mu
yöntemiyle ablamla bana verirdi. Yanı sıra Tommiks Teksas, Doğan Kardeş gibi dergiler elden
ele geçerdi. Sonra Babam bizi Şermin' le tanıştırdı. Böylece Tevfik Fikret hayatıma girmiş oldu.
Babamdan ilk dinlediğim Fikret şiiri Ken' an, çarpık bacaklı, çelimsiz herkesin alay konusu bir
delikanlının kurtuluş savaşından döndüğünde nasıl kahramanlar gibi karşılandığını anlatıyordu.
Bu şiirle aruzun musikisine vurulmuştum. Hemen ezberledim. Sonra kendimi Rübab-ı Şikeste
elimde babamın dizinin dibinde buldum. Balıkçılar, Hasta çocuk vs...Müthiş zevkliydi.
Biraz muzip, biraz patavatsız biraz da ukala bir çocuktum. Adıyaman' da okulun bahçesinin içine
bir duvarı bakan bir yatır vardı. Duvarında bir delik vardı ve içi kapkaranlıktı. Bıyıkları terlemiş
delikanlılar zeyratın (onlar öyle derdi) en az iki metre uzağından geçerken ben gözümü dayar
bakar, parmağımı ya da bir sopayı delikten içeri sokardım. Onlarla da gırgır geçerdim.
İlkokul birinci sınıfta bir arkadaşım söylediğim bir kelimeye içindeki bir hece yüzünden ayıp
deyip küçümsediği için çok kızmış okulun en kalabalık yerinde yüksek sesle o heceyi
tekrarlayınca kızların ağızlarını kapayıp çil yavrusu gibi dağıldıklarını benim de derdest edilip
öğretmenler tarafından götürüldüğümü hatırlıyorum.
Babamın iş dönüşleri çoğu zaman tüm aile zaman zaman yalnız benimle akşam şarkıları
söyleyerek yaptığımız gezintilerden,
Yazlık ve kışlık sinemalardan, ablamla oynadığımız evciliklerden, kedimiz Rengin' den
muhtelif zamanlarda bahsetmiştim.
Evet, sevgi, müzik, şiir, seyahat, oyun, başarı, güven dostlukla doluydu yaşamım ben küçükken.
Hatırladığım, bana (bize) hissettirilen kötü hiç bir şey yoktu bu yıllarda.
Ne annemin sonra bulduğum günlüğünde okuduğum korkunç para sıkıntısı, çok sevdiğim
babaannemle ara sıra yaşadığı sürtüşmeler, ne babamın zaman zaman marazi hale gelen
kıskançlığı (sonradan annemin anlattığı) bize hiç hissettirilmedi. Ya da anlamadık.
Biz çok mutluyduk. Bu on yıl o kadar muhteşemdi ki sonrasında diyetini ödeye ödeye
bitiremedik.
Bugün, bir yandan ekranlarda iç burkan dostluk, birlik türküleri çalarak, sloganlarla özlü
cümlelerle çağrılar yaparken bir yandan meydanlarda ağızlarından tükrükler saçarak sesleri
kısılana kadar birbirlerine olmadık hakaretler etmek ikiyüzlülüğünü gösteren liderlerin yarattığı
umutsuzluğa,
Bir yandan da sağımdaki solumdaki genel olarak kanıksadığım ama zaman zaman şaşırmaktan
hala kendimi alamadığım ikiyüzlülüklere, uğradığım hayal kırıklıklarına ve sevgisizliğe
tahammül edebiliyorsam, bunda o muhteşem on yılın o kadar büyük katkısı var ki...
Hep sevgiyle kalalım...
Bu mim benden de sevgili Lale' ye ve Sünter' ciğimme gitsin...
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba,6 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum9 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(44)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (1)
- ► Haziran 2013 (1)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
►
12
(96)
- ► Aralık 2012 (2)
- ► Kasım 2012 (4)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
▼
11
(179)
- ► Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
- ► Ağustos 2011 (17)
- ► Temmuz 2011 (8)
- ▼ Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
►
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
- ► Ağustos 2009 (24)
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
KADİM DOSTLAR Önce beni sık sık evinde ağırlayan 35 yıllık dostumla keyifli bir fotoğrafla başlayalım. Blogger dostlarım onu daha önce bahse...
-
bilmem hatırlar mısın bir liseli kız vardı bir liseli esmer kız gözleri yıldız yıldız saçları gece gibi simsiyah dökül...
-
Sayın Haykırış, Yok etmeye çalışmak yerine varlığımızı işaret ettiğiniz, düşmanlık yerine dostluk gösterdiğiniz, kara çalmak yerine üzerimiz...
-
Akşam masamı toparlarken gözüme kutunun içinde birikmiş not kağıtlarım ilişti. Duyduğum, gördüğüm ilginç şeylere dair ipucu cümlecikler. Ç...
-
Yeni yılda Tüm zorlıklar karşısında çetin ceviz olacağıma.... Fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle kendimi üzmey...
-
Onlar bağırışıyor. Döğüşüyorlar, şüphe ediyor ve yeise düşüyorlar; boğuşma ve çekişmelerinin sonunu bulacağa benzemezler. Senin hayatın, saf...
-
Ey dünya! Ebedi olarak yaşıyorsun Mevsimlerin tepsilerinden Çiçekler ve yapraklar Yolunun üzerine Dökülüyorlar. ...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren