Ben küçükken...  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Leylak ' cığım iki seneyi aşkın bir süredir okuya okuya bıkmamış olacak ki bir kez daha

anlatmamı istemiş çocukluğumu mimleyerek. Bunu zorlanmadan ve keyifle yapmaya amade

olduğumdan emin olarak.

Çok haklı tabii...

Onun güzelim yazısını okuduktan sonra hemen oturdum masama yazmak üzere.

Nereden başlayacağımı bilemedim.

Benim " Muhteşem on yıl" ım.

İlk üç yılı atarsak, neredeyse her anını hatırladığım on harikulade yıl.

Bu on yılda neler yok ki...

Çok şehir, çok okul, onlarca ev. Yığınla komşu, arkadaş, park, cadde, sokak, tarla, dere, ağaç,

nehir, dağ, sahil, sinema, piknik, müsamere, bayram, tören.

Kimi zaman, tabanı şap, merdiveni ahşap, kimi zaman çift balkonlu , cilalı parke tabanlı,

banyosuz, fayanslı duşlu banyolu, bahçeli, damlı, teraslı, tavuklu, hindili, arılı, kedili değişen

binaların içinde sevgisi, saygısı, keyfi mutluluğu hiç değişmeyen, (tabii biz çocuklar için) güzel bir

yuva . Yüzlerce, binlerce anı. Anlatmakla bitmez...


Okulda, sorumluluk sahibi çalışkan bir çocuktum. Çok çalışkandım. Arkadaş canlısıydım ve

paylaşmayı severdim. (özellikle yiyecekleri çünkü bisküvi verir kete, bazlama alırdım:)

Şaka bir yana memur çocuğu olup da yerli (köy tabiri) çocuklarla arkadaşlık eden tek

(abartmıyorum) çocuktum. Bu yüzden öğretmenlerim beni hep çok sevdi. Bir de büyük sınıflara

tahtada onların çözemediği problemleri çözmek için çağrılırdım. Temsillerde baş rol oynar,

mutlaka solo şarkı söylerdim. Törenlerde de hep izciydim. (Arı obası)

Yazın hep sokakta oynar, (çelik-çomak, sek sek, istop, saklambaç, köşe kapmaca) öğlenleri bir

koşu eve gidip yemek yer, sonra akşama kadar yine oynardık.

Pazar günleri babamla geçerdi. Sabah büyük yatağa iki kızını iki yanına yatırır , Rayuş' u da

göğsünün üstüne oturturdu. (3-4 yaşlarındayken) "Bu odanın içinde" diye başlar, bir eşyanın

ilk ve son harflerini vererek bulmaca oyununu başlatırdı. Sonra birimizin bitirdiği cümlenin son

harfi ile diğerinin cümleye başlaması şeklinde gelişen bir başka oyuna geçilir beceremeyen

Rayuş sıkılır, " hadi baba süzüp süzüp" diye mızırdanırdı. Bu şarkıya davet demekti. Babam

başlardı..

süzüp süzüp de ey melek
o çeşmi nimhabını
neden ya rağbet etmemek

dağıtmağa sehabını


gönül beğendi sevdi pek
hitabını cevabını


iç şimdi iç şarabını

ko bir yana hicabını

aç şimdi aç nikabını

ayan et afıtabını


Çok sonra Rahmi Bey' in Nihavend Yürük semaisi olduğunu öğrendiğimiz bu şarkıya biz de

dilimiz döndüğünce eşlik etmeye çalışırdık. Bir oyun gibiydi. Arkasından değişen muhtelif

şarkılar örneğin tangolar ("Suna" ya da "çok uzakta bir ilkbahar gecesinde" gibi) söylenirdi.

Babam bunu teatral bir tarzda yapar, bizi güldürürdü.

Müzik evimizde hep vardı. Babam Hawaian gitarını bir pena ve bir demir parçasıyla çalar,

ağabeyim akordeonuyla ona eşlik ederdi.

Bazan Mersin' deki evin damında akşam serinliğinde bazan Adıyaman' da evin yanındaki

arsada toplanıp Sadettin Kaynak' tan ya da Nev' eser Kökdeş' ten (sevdikçe seni, kuş olup

uçsam) şarkılar söylerdik.

Bol bol kitap okurduk. Babam zaman zaman iki kitapla gelir, arkasına saklar sağ mı sol mu

yöntemiyle ablamla bana verirdi. Yanı sıra Tommiks Teksas, Doğan Kardeş gibi dergiler elden

ele geçerdi. Sonra Babam bizi Şermin' le tanıştırdı. Böylece Tevfik Fikret hayatıma girmiş oldu.

Babamdan ilk dinlediğim Fikret şiiri Ken' an, çarpık bacaklı, çelimsiz herkesin alay konusu bir

delikanlının kurtuluş savaşından döndüğünde nasıl kahramanlar gibi karşılandığını anlatıyordu.

Bu şiirle aruzun musikisine vurulmuştum. Hemen ezberledim. Sonra kendimi Rübab-ı Şikeste

elimde babamın dizinin dibinde buldum. Balıkçılar, Hasta çocuk vs...Müthiş zevkliydi.


Biraz muzip, biraz patavatsız biraz da ukala bir çocuktum. Adıyaman' da okulun bahçesinin içine

bir duvarı bakan bir yatır vardı. Duvarında bir delik vardı ve içi kapkaranlıktı. Bıyıkları terlemiş

delikanlılar zeyratın (onlar öyle derdi) en az iki metre uzağından geçerken ben gözümü dayar

bakar, parmağımı ya da bir sopayı delikten içeri sokardım. Onlarla da gırgır geçerdim.

İlkokul birinci sınıfta bir arkadaşım söylediğim bir kelimeye içindeki bir hece yüzünden ayıp

deyip küçümsediği için çok kızmış okulun en kalabalık yerinde yüksek sesle o heceyi

tekrarlayınca kızların ağızlarını kapayıp çil yavrusu gibi dağıldıklarını benim de derdest edilip

öğretmenler tarafından götürüldüğümü hatırlıyorum.

Babamın iş dönüşleri çoğu zaman tüm aile zaman zaman yalnız benimle akşam şarkıları

söyleyerek yaptığımız gezintilerden,

Yazlık ve kışlık sinemalardan, ablamla oynadığımız evciliklerden, kedimiz Rengin' den

muhtelif zamanlarda bahsetmiştim.


Evet, sevgi, müzik, şiir, seyahat, oyun, başarı, güven dostlukla doluydu yaşamım ben küçükken.

Hatırladığım, bana (bize) hissettirilen kötü hiç bir şey yoktu bu yıllarda.

Ne annemin sonra bulduğum günlüğünde okuduğum korkunç para sıkıntısı, çok sevdiğim

babaannemle ara sıra yaşadığı sürtüşmeler, ne babamın zaman zaman marazi hale gelen

kıskançlığı (sonradan annemin anlattığı) bize hiç hissettirilmedi. Ya da anlamadık.

Biz çok mutluyduk. Bu on yıl o kadar muhteşemdi ki sonrasında diyetini ödeye ödeye

bitiremedik.


Bugün, bir yandan ekranlarda iç burkan dostluk, birlik türküleri çalarak, sloganlarla özlü

cümlelerle çağrılar yaparken bir yandan meydanlarda ağızlarından tükrükler saçarak sesleri

kısılana kadar birbirlerine olmadık hakaretler etmek ikiyüzlülüğünü gösteren liderlerin yarattığı

umutsuzluğa,

Bir yandan da sağımdaki solumdaki genel olarak kanıksadığım ama zaman zaman şaşırmaktan

hala kendimi alamadığım ikiyüzlülüklere, uğradığım hayal kırıklıklarına ve sevgisizliğe

tahammül edebiliyorsam, bunda o muhteşem on yılın o kadar büyük katkısı var ki...

Hep sevgiyle kalalım...


Bu mim benden de sevgili Lale' ye ve Sünter' ciğimme gitsin...

This entry was posted on 2.06.2011 at Perşembe, Haziran 02, 2011 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

12 yorum

Cahit Uçuk'un çocukluğunu anlattığı bir kitabı vardır, sanki onu okdum Asumancım. Ama sonra bu m utlu yılların diyetini öde öde bitiremedik dedin ya, hepimizin hayatında çok mutlu ve de çok mutsuz olduğu kesitler var...Hep sürecek sandığımız mutluluklar, hiç dinmeyecek sandığımız acılar. Hepsi geçiyor işte şöyle ya da böyle...

Mimi aldım... En kısa zamanda yazacağım, teşekkür ederim...

3 Haziran 2011 08:03

Çok güzel bir yazı olacağını biliyordum, olmuş da zaten...
"Süzüp süzüp de ey melek
O çeşm-i nim hâbını"
Bu şarkıyı çocukken öğrenen kaç kişi vardır Asucum? Anne ve babanın şarkı söylediği bir evde büyümek ne güzel. Ben de ilkokul 3 deyken "Bir dame düşürdü ki beni baht-ı siyahım" şarkısını söylerdim. Anılar hep cebimizde, koynumuzda dursun, çıkarıp çıkarıp koklayalım sevelim bence.
Ama şu diyet ödeme cümlen beni canevimden vurdu. Allah sana, Rayoş'a ve sevdiklerine uzun, sağlıklı ömürler versin. Seviyom bacım seni:))

3 Haziran 2011 09:17

Asuman abla, anılarını her zamanki gibi büyük zevk ve merakla okudum. Hoş anlatımınla dolu dolu geçen çocukluğun roman okumaktan farksız geliyor bana :) Paylaşarak bizi bu güzel anılardan mahrum etmediğin için teşekkür ederim ayrıca...

3 Haziran 2011 10:23

O güzel temiz Türkçenle çocukluğunu her zaman dinleyebilirim Asuman. Harika bir yazı olmuş yine...

3 Haziran 2011 13:43

Okuduğum da gelenler yakışmazdu bu yazıya.

Şimdi cesaretimi topladım, duygusal kalkanlarımı hazırladım. Ve bir daha okudum yazıyı ve seni.

Anlatamam şu anda içimdeki duyguyu.haset desem değil.
kıskançlık değil.
merak?
evet kesinlikle merak var, bilmediğim,yaşamadığım, ama anlatımınla keşke dediğim bir duygutya olan merak.

Sana özlem, bana da nasıl bi şey ki bu diye kafa yorma kalmış

4 Haziran 2011 03:11

Lale' cim sanırım yaşamda her birey hemen hemen eşit miktarda keyifli ve acılı günler yaşıyor ama dağılımda farklılık var sanırım. Bizimki elma şekeri gibi başta tükendiği için bir yandan o kırmızı tadı düşünüp bir yandam da elimizdeki kazığı sevmeye çalışıyoruz.:))
Sağlık olsun...

4 Haziran 2011 14:11

Leylak' cım bu güzel mim, hoş iltifatların ve güzel dileklerin için teşekkür ederim. Geçmişlerimiz benzer olduğu için frekanslarımız tutuyor sanırım.
Ben de seni seyyom be bacım:))

4 Haziran 2011 14:14

İlknur' cum,
Yaşadıklarımın ve severek haz duyarak yazdıklarımın keyifle okunduğunu öğrenmek kadar güzel bir duygu veriyor ki...
Çok teşekkür ederim canım...

4 Haziran 2011 14:17

Hüznün tadı,
Bunu duymak nasıl hoşuma gidiyor anlatamam. Çok sağol arkadaşım.
Sevgiler...

4 Haziran 2011 14:18

Sis,
İlk aklına gelenleri bir yana bırakalım, bu yazdıkların bile yeterince sarsıcı. Ne ince, ne zarif ne duygusal bir insansın sen.
Hissettiklerini yüreğimde hissediyorum emin ol. Çok şey geçiyor yüreğimden ama sana buradan yollayabileceğim sağlam bir dostluk ve sevgi.
İyi ki varsın. Hep orada ol.

4 Haziran 2011 14:31

Çok yerde yollarımız kesişmesi belkide seni bu kadar iyi tanımam ve sevmem. Akıcı bir yazı ve çok değerli anılar.
Sevgiler canım...

5 Haziran 2011 22:46

Çok teşekkür ederim Nur' cum. Aynı çağın insanlarıyız. Bu kesişmeler son derece normal. Birbirimizi bu kadar iyi anlamamız da kolaylaşıyor böylece :))
Sevgiler ve güzel haftalar arkadaşım...

5 Haziran 2011 23:58

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin