Pazar Sıkıntısı  

Posted by Asuman Yelen in

Geçen yılda, geçen yılı yaşadınız mı

Bu yılı iyi geçirdiniz mi?

Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?

Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?

Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?

Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?

Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?

Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?

Ya siz onu hiç kokladınız mı?

Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?

Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?

Kaç kez gözlerinizden yaş gelene kadar güldünüz?


Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?

Çimenlere uzandığınız oldu mu?

Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?

Hiç taş kaydırdınız mı bu yıl?

Kaç kez kuşlara yem attınız?

Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?

Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz ?

Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?

Kaç kez mektup aldınız bu yıl?

Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?

Kimseyle barıştınız mı bu yıl ?

Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez fark ettiniz bu yıl?

İyi bir yılın bunlar gibi birçok küçük şey'e bağlı olduğunu

Hiç düşündünüz mü bu yıl?

Yeni yılda düşünün.

Yayılın çimenlerin üzerine

Acele edin

Er ya da geç

Çimenler yayılacak üzerinize.

Jacques Prévert



Ergen yaşlarımızdayken, bazan kızlar kendi aramızda didişir, sesler yükselir, ya da bir yere

gitmek istemişiz annem izin vermemiştir, herkes bir kenara çekilir somurtur otururduk.

Seksenlerindeki anneannem bastonuna dayanarak ayağını sürüyerek karşımıza geçer

Orta Anadolu şivesiyle sesi titreyerek " guzzuum, ne oldu, kim öldü de surat asıyorsunuz

gençliğinizin gıymetini bilin benim gibi gocayınca başınızı vuracak duvar ararsınız etmeyin.."

dediğinde çil yavruları gibi uzaklaşırdık etrafından. Derdimiz başımızdan büyüktü ve

karnımız toktu bu lâflara. Duya duya da ezberlemiştik zaten.

Kimdi anneannem? Cahil, sıradan, yaşlı bir ihtiyar. Ne söylüyordu?

Prevert' in yukarıda söylediklerinin aynısını. Bir yaşanmışlığın özetini.

Biri şairane, diğeri cahilane bir biçimde. Aynı duygularla ama farklı tarzlarda.

Ne söyletiyordu onları?

Yaşama olan bağlılıkları mı? O da var tabii. Ama esas saik, o yeşil çimenlerin kendi

üzerlerine yayılacağı korkusuydu. Bir de çuvallar dolusu keşke.

Bourges' in de benzer dizeleri var. Son derece sevilen, bilinen ve okunan.

"Eğer yeniden hayata başlayabilseydim..." diye başlayan, 85 inde yazdığı, ibret dolu

pişmanlık dolu şiiri keşke hep zihnimizin bir kenarında dursa, bizi yönlendirse.

Gençken anneanneminki gibi bir uyarıyı önemseyip "bu günlerim çok kıymetli her gün

ağaçlara sarılayım, bebeleri öpeyim, çiçekleri koklayayım, ufak şeyleri dert

etmeyeyim" diyen varsa bir adım öne çıksın. Yarım asır önce hipiler iyi niyetle denediler.

Çıkış amaçları tam da dizelerdeki gibiydi. Savaşmayalım sevişelim dediler.

Savaş tüccarlarının dünyasında olacak iş değildi. Olmadı.

Geriye özgürce kullanılan uyuşturucuların bir sonraki nesildeki yansımaları kaldı.



Bundan yaklaşık bir hafta kadar önce buz gibi bir akşam üzeri Paçoz' u gezdirdim.

Anahtarla kapıyı açtığımda her zamanki gibi evin sıcağı yüzüme çarpınca, hemen

balkonun kapısını ve camını açtım, kalın kazağımı üzerimden atıp bulduğum kısa kollu

bir penyeyi üzerime geçirip mutfağı toplamaya giriştim. Bir yandan da görüntüsü bozuk

televizondan saat başı haber yayınlayan kanallardan birini dinliyordum. Tam sebzeliğe

aldığım limonları yerleştirirken duyduklarımla dondum kaldım.

"Van' da bir kız çocuğu daha soğuktan öldü" diyordu sunucu. İnanamadım.

Naylon çadırda yaşıyorlarmış. Yetersiz beslenme, aşırı su kaybı ve soğuk algınlığı

yüzünden 6 yaşında bir kız çocuğu hayatını kaybetmişti.

Hangisi daha baskındı o an bilmiyorum. Minicik bir kız çocuğunun açlıktan inleyerek

soğuktan titreyerek gün gün eriyip, yitip gitmesine duyduğum üzüntü mü, depremin

üzerinden tam bir ay geçtikten sadece Beyaz ın programında orada bir şehir kurulacak

kadar çok para toplanmışken üç küçük çocuklu bir ailenin hala tek kat naylon

bir çadırda yaşıyor olmasına duyduğum öfke mi, sıcacık bir evde yazlık bir penye bluz ile

sıcaktan şikâyetçi olmanın utancı mı.

Açık kalan buzdolabının uyaran sinyal sesiyle kendime geldim. Ne yeni aldığım

buzdolabının sebzeliğinin kırılması, ne de onu sertçe kapayan ayak bileğimin sancısı

umurumda değildi. Anlatamayacağım, yazamayacağım kadar büyüktü duygularım.


Aynı günün gecesi bir arkadaşın "dün için üzülme, yarın için endişelenme, bu günü yaşa,

gül eğlen, yaşam güzel, güneş her gün doğuyor, çiçekler hoş kokuyor, sevelim

eğlenelim zevk alalım dünyadan" mealindeki alıntısı mail kutuma düştü. Bir dostum

vasıtasıyla tanıdığım yeni bir arkadaştı. Cevaben nazikçe söylenenlerin çok hoş, çok

doğru ama içinde yaşadığımız bu sevgisiz dünyada geçersiz olduğunu belirttim.

Ona göre ise yüreğinde sevgi olmayan benmişim meğer. Güneş de onu görmeyi

hak edenler için her gün doğarmış. Önemsemediğim biriydi. Güldüm geçtim...


Peki bu gün niçin bunları yazıyorum. Galiba çok birikti bir şeyler yüreğimde.


Bir haftadır süregelen ve kanımı donduran, insanoğlunun büyük bir ayıbı, dün ve bugün

televizyonda tekrarlarıyla sürüp gidiyor ve kimse çıkıp buna bir dur demiyor.

Bu gün insanlar bir hassasiyetten, bir hastalıktan, ondan "amansız" diye bahsederek,

onu reyting için reklam için kullanarak, dedikodulara malzeme ederek, nemalanmaya

çalışıyor. Görüntülerle, fotoğraflarla ve saygısızca.

Yeter artık diyorum.

İnsanların duygularıyla da bu kadar oynanmaz ki.


Düşünüyorum sonra.

Yukarıdaki şiir. Her dizesine yürekten inandığım, önerdiği şeyleri kendi yaşamıma

kendi aklımla yerleştirip uygulamaya çalıştığım (tabii olgunlaştıktan sonra)

Prevert' in bu şiiri Van' da ölen kız çocuğunun annesi için ne kadar anlamlı.

Onun için ne kadar anlamlı ise bugün benim için de o kadar anlamlı.

Yani anlamsız.

En azından şu yaşadığımız günlerde...


İyi haftalar herkese...

This entry was posted on 27.11.2011 at Pazar, Kasım 27, 2011 and is filed under . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

14 yorum

Asuman Ablacığım okuduğum şiirdeki dizelerin pek çoğunu yapmışım yapmışım yapmasına da o kadarçok sene olmuş ki üstünden geçeli bazılarının...Kendimi kötü hissettim,hayatın keyiflerinden git gide uzaklaştığım tokat gibi çarptı yüzüme :((

27 Kasım 2011 22:15

Şişirilmiş balon gibiyim, ufacık bir iğne ucu patlamam için yeterli ve benim içinde korkunç kasvetli bir pazar.
Yazın gerçekleri ne kadar dile getiriyorsa biliyoruz ki duyarsız insanların bir virüs gibi çoğaldığı zamanımızda seni ve duygularını anlayacak o kadar az kişi kaldı arkadaşım.
yazını okuyunca içim biraz olsun bir yönde ferahladı, yanlız olmadığımı anladım.
Bugünü mecburen halen nefes alabildiğim için yaşıyorum ama insanlık için yarınları korkuyla bekliyorum.
Senin için ve tüm insanlar için iyi bir hafta dilerim, sevgiler...

27 Kasım 2011 22:36

Canım Asuman, şiiri okurken Amasra'da bir sabah beni karşılayan gökkuşağını, parmağımı yakalayan Uras'ı , blog arkadaşlarımdan gelen sürpriz hediyeleri, benim aldıklarımı,Ordu'da harmanda ki çimlere uzanışımı hatırlayıp gülümserken sonrasında dondum kaldım. Türk halkı kendine düşeni kendince yapmaya çalışırken bu aciziyet karşısında senin verdiğin tepkiyi vermemek elde mi?

27 Kasım 2011 23:08

Sadece teessüf ediyorum, ama asla gülüp geçmiyorum.

27 Kasım 2011 23:40

Zühreciğim, arada bir kontrol elimizden çıkıyor. Bazan de yaşam zorluyor. Ama biz yine de herşeyin
hepimiz için daha iyi olacağını umalım.

27 Kasım 2011 23:57

Şakaya vurmaya, kendimi oyalamaya çalıştım ama zor bir haftaydı benim için Nur' cum. Üzüntü, öfke bir arada. Dileğine içtenlikle katılıyorum. Herkes için güzel bir hafta, haftalar diliyorum.

28 Kasım 2011 00:16

Lale' cim, Nur' a dediğim gibi zor bir haftaydı benim için. Müziklerle, her zaman olduğu gibi anılarla avunmaya çalıştım durdum. Tabii ki hayat devam ediyor ve güzel günler de kötü günler de bizler için.

28 Kasım 2011 00:20

İçinde bulunduğum ruh haliyle benim gülüşüm de pek keyifli değildi zaten sevgili Defne. İçinde bir çok şeyle birlikte esef de vardı.

28 Kasım 2011 00:24

Nereye yazdım, sanırım Aydan Atlayan Kedinin bloguna yorum olarak yazmıştım.Bi meşhur kıyamet-mahşer-karar-bitiş günü miti vardır bilirsin. Tüm yazılı dinlerde geçerlidir bu. Kadim dinlerde ise yaşanıp bitmiş olarak anlatılır ve illaki tufan benzeri bir olaya bağlanır. Aba altından da bir sonraki bitişin olabileceği emareleri gösterilir. Felsefede ise bu olaya "insanın insanlık değerlerinin tükendiği an" diye yaklaşım vardır.
Yani yemişim Marduk yemişim bungerbusterlarla deprem oluşturmayı. Eğer bugünlerde insan, insanın en doğal ve genetik koduna yazılmış olan; korunma,barınma,acizi koruma,karnını doyurma ve yaşamını idame edebilme gibi temel dürtülerine uzak kalabiliyorsa;hatta bu dürtülerin eksikliği yüzünden giden canlara şöle hıh şeklinde bakabiliyorsa, yani akılları kafatasından etmeyecek bir hale gelmişse... İşte dünyanın bittiği daha doğrusu insanın bittiği ana yaklaşıyoruz demektir.

28 Kasım 2011 03:49

Bana göre tüm bu öğretiler insanoğlunun insanlığını koruması diğer canlılara ve doğaya değer vermesi için var.
Lise mezunu bir emekli olarak bildiklerimi yaşayarak ve merak ederek öğrendim. İnsanlığın geldiği yer gerçekten iç acıtıcı.

28 Kasım 2011 10:17

Çimenler yayılmadan üstümüzde yapacak ne çok şeyimiz varmış! İnşaallah bu baharda ben de çıplak ayak çimlere basıp güneşin doğuşuna kucak açacağım.Çok düşündürücü bir yazıydı ellerine sağlık sevgilerimle. tontini.

28 Kasım 2011 17:50

Elbette Sufi' cim. Tüm elektriğimizi atacağız inşallah. Zaten ben senin bunların hepsini herkesten iyi bildiğinden eminim. Yazılarının blogunun teması öyle.
Sevgiler arkadaşım...

28 Kasım 2011 18:08

Canim Asum,
ince fikirli duyarli arkadasim benim yine harika yazmissin.
Bu günlerde tipki senin de degindigin gibi dogan güneste isinamadan gelen soguk haberlerle donuyoruz.
Ufak tefek seylerle mutlu olmaya hazirlanirken gelen haberlerle yerle bir oluyoruz.
Hayatimiza renk getirmeye calisirken birden griye boyaniyor hersey:(
Ama yinede yasam sevincimizi yitirmemek icin akil sagligimizi koruyabilmek adina tipki o siirdeki gibi güzellikleri katmak gerek hayatimiza.

Kocamaaan öpüyorum seni.

30 Kasım 2011 01:41

Ah Sünter' cim, güzel arkadaşım. Çok uzun zamanlar var ki kişisel sorunlarımı, sıkıntılarımı elimden geldiğince yok saymaya çalışıyorum. Gün doğuşu ve batışı tüm mevsimler ve renkleri, Tagore un dilinden bebekleri, gözlerimden yaş gelene kadar gülmek ve taş kaydırmak dışında en azından bu şiirdeki herşeyi hem uyguladığıma hem de önerdiğime blogum tanık.
Ama etrafımızda, uzakta yakında olup biten tüm bu olumsuzluklar bazan tüm bu iyi niyetli çabaları zorlaştırıyor. Öfkenin karanlığı renkleri görmeyi engelliyor. Bu küçük kızın "soğuktan donarak" öldüğünü duymak, ardından gelen
bana göre insanlığın dibe vurduğu
diğer çirkinlikler bu gün beni bu raddeye getirdi. Tabii ki yaşam benim ve hepimiz için devam ediyor.
Ve zaman zaman kararsa da renk hep var. Hep de olmalı.
Benden de sana kucak dolusu sevgi gelsin...

30 Kasım 2011 03:36

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin